Sualtı ve özellikle aletli dalış denilince insanların aklına daha çok macera, heyecan ve bol adrenalin gelir, halbuki iyi ve keyifli bir dalış, çoğunlukla sakin geçer, iyi dalgıç bir akıntı dalışı yapmıyorsa ya da ille de belli bir rotayı tamamlamak için palet vurmuyorsa, mümkün olduğunca az enerji sarfeder dalış sırasında. Tabii gördüğünüz sualtı güzellikleri her daim kalbinizin daha hızlı atmasına sebep olur ama o kadar da olacak… Bugün aletli dalışın görece zor ama bir o kadarda keyifli bir bölümünden bahsedeceğim: batık dalışı. Aletli dalışta, dalışın amacına göre sınıflandırmalar yapıyoruz: derin dalış, gece dalışı, mağara dalışı gibi. Batık dalışı ilk başta çok karmaşık ve çok çok özel beceriler gerektiriyor gibi gelse de standart dalış eğitiminin 2. Seviyesine gelmiş herkesin iyi planlanmış bir batık dalışı yapması mümkün.
Sualtındaki batıkların batış şekli açısından değerlendirirsek şöyle ayırabiliriz:
Tarihi batıklar, örneğin Çanakkale batıkları, arkeolojik batıklar örneğin Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Uluburun Batığı veyahut, hem sualtı canlılarına yapay resif olsun habitat oluştursun hem de dalış turizmine katkısı olsun diye makul derinliklere özellikle batırılmış batıklar.
Ülkemiz sularında bu batık çeşitleri bolca mevcut ancak yapay resif oluşturmak için suya bir şeyler batırma kısmı çok teknik ve çok iyi hesaplanması gereken bir iştir ama dünya genelinde bu konuda gereken titizliğe varmamız maalesef çok uzun zaman aldı.
3 tarafı hatta Trakya yarımadasını da ayrıca sayarsak altı tarafı denizlerle çevrili Türkiyemiz medeniyetin beşiği Anadolu’da kurulu olduğu için ülkemiz yukarıda saydığım tarihi ve arkeolojik batıklar konusunda dünyanın en zengin ülkeleri arasında gelir. Öyle ki örneğin Çanakkale’de bazı batıkları görmek için aletli dalış yapmanıza, hatta serbest dalıcı olmanız bile gerek yoktur, Gelibolu Yarımadası’nda yüzerken bile görebileceğiniz 3-4 metre derinlikte yatan tarihi batıklar bulunuyor.
Tarihi ve arkeolojik batıklar deyince dalgıçlara düşen en önemli sorumluluk bundan önceki yazılarda da bahsettiğim gibi su altında hiç bir şeye dokunmamak ve çıkarmamak, çünkü örneğin kumda gördüğünüz bir amforayı yerinden oynatırsanız, binlerce yıl önce orada batmış bir geminin belki de en tepesinde duran ve çevresi kum ile kaplanmış görülür son parçasını çıkartmış ve araştırılmayı ve geçmişten geleceğe ışık tutmayı bekleyen bir hazineyi sonsuza kadar kumların içinde bırakmış olursunuz.
Neyse bu kadar teknik ayrıntıya girdiğim yeter buraya kadar okuduysanız ve hala sıkılmadıysanız sizi biraz da meraklandıracak, heyecanlandıracak hatta özendirecek bir dalış anımı anlatayım ki sıkılmayalım.
Bundan çok uzun zaman önce 21. Yüzyılın tam kapısında iken bir süre Akdeniz’in en güzel adaları arasında yer alan Malta’da çalışma ve dalış yapma şansım oldu, açıkçası Malta takımadalarında dalış ve dalış turizmine yaklaşım konusunda büyük fark dışında Türkiye sularında bulamayacağımız bir şey yok. Bu mantalite farkına başka bir yazıda uzun uzun değineceğim, şimdi batık dalışı konusunu bölmeyeyim.
Malta Adası’nın Gozo Adası ile İtalya’nın Sicilya Adası’na bakan kuzey tarafında Cirkewwa isimli bir dalış bölgesi var, buradan aynı zamanda feribota binip Gozo Adası’na gitmek de mümkün, İşte Bu Cirkewwa’da Marfa Noktası isimli bir yer var ki burada farklı farklı 4-5 dalış rotası oluşturmak ve her dalış seviyesinde dalıcıya eğlenceli bir dalış sunmak mümkün, örneğin bir ucu 18 diğeri 15 metre derinde yer alan 4-5 metre uzunluğunda bir doğal tünelin çıkışındaki bir kovukta yaklaşık 1 metreden az büyükçe bir Meryem Ana heykeli yerleştirilmiş ve bu heykeli görmeye gelen binlerce dalgıç oluyor. Marfa Noktası’nda dalışa başlanan kıyı önce tatlı bir eğimle 3-4 metre derinliğe ulaşıp sonra dikey bir şekilde 20 metre civarı kumluk ile buluşan kayalık yapıya sahip bu da duvar dalışından, geçe dalışına bir çok farklı tadı deneme şansı sunuyor. Üstelik Maltalılar bu dalış noktasının yaklaşık 80-90 metre ilerisine 36 metre derinliğe 40 metrelik Rozi isimli tekneyi batırmışlar.
Rozi 1958’de İngiltere’nin Bristol şehrindeki Charles Hills ve Oğulları’nın tersanesinde Rossmore ismi ile denize indirilmiş ve daha sonra 1969’da adı Rossgarth’a çevrilen römorkör 1972’de Malta’da gemi çekim işleri yapan Mifsbrud kardeşlere satılmış ve Akdeniz kolaycılığı ile Rozi adını almış. 1992 yılına kadar Malta’da büyük limanda çalışan tekne Kaptan Morgan şirketine satılmış ve sualtı safarileri için bugün bulunduğu yere batırılmış. 36 metre kum tabanda yatan Rozi’in pruvası ise yaklaşık 25 metre civarlarında ve burası az sonra okuyacaklarınız için “çokomelli” yüzeyde batığa dair bir duba yada başka bir işaret bulunmuyor.
Az önce söyledim ya Marfa Noktası gece dalışları için de tercih edilen bir yer, hani denize iç uzay diyoruz ya aysız, bulutsuz ve ışık kaynaklarından uzak bir gecede yapılan dalış gerçekten iç uzay hissi verir, çünkü sualtında -bakın burası biraz korkutucu- tüm ışık kaynaklarınızı kapatıp elinizini sallarsanız, plankton denen küçük canlılar parıl parıl sizi selamlar: bir nevi yeryüzünde cennet hissi. Üstelik gece karanlıkta elinizdeki fener sayesinde deniz canlılarını en canlı ve gerçek renkleriyle görme şansınız olur.
Her neyse daha 11 Eylül terör saldırısı gerçekleşmemişken 2001 yılının Akdeniz’de güzel bir temmuz akşamı, bir grup tecrübeli dalıcıya Marfa Noktası’na gece dalışında dalış liderliği yapacaktım. Gece dalışında bir batığın içine girmek tehlikeli olabilir ama Rozi gibi bir batığın üzerinde gezmek mükemmel bir eğlencedir. Az önce dediğim gibi Rozi kıyıdan az uzakta ve yüzeyde batığın yerini gösteren bir işaret de yok. Rozi’ye hemen kıyıdan dalış yaparak ulaşmak isterseniz batığa ulaşana kadar dip zamanınız uzayacağı ve çok hava tüketeceğiniz için dalış kısa sürer işte bu yüzden biz yüzeyden aldığımız kerterizlerle kısa bir yüzey yüzüşünün ardından göz kararı batığın üzerine inmeyi seviyorduk, batık gezisi tamamlandıktan sonra yavaş yavaş kumu takip edip, yukarıda bahsettiğim küçük tünelden teker teker geçerek Meryem Ana heykeline selam çakıpı 3-4 metredeki düzlüğe yükseliyor güvenlik beklemelerini yapıp (bu da ayrı bir konu şimdilik cepte dursun) dalışı bitiriyorduk.
Gece dalışına gelen 6 kişilik ekipte 4 kişi dünyanın bir çok farklı noktasında dalış yapmış, çok tecrübeli 40 yaşın üzerinde dalgıçlardı ve Akdeniz sularında kendini kamufle etmeyi seven canlılara doğru yapılan dalışlar biraz heveslerini kırıyordu, macera arıyorlardı, üstelik dalış liderleri yirmilerinin ortasında genç bir dalgıçtı. Dalış noktasına geldiğimizde dalış brifinginde yüzeyden yapacağımız yüzüşü ve daha sonra batığın üzerine ineceğimizi anlattığımda yüzlerinde müstehzi gülümsemeler belirdi. Belli ki hem benim tecrübemi hafife alıyorlardı hem de gecenin karanlığında Akdeniz’in ortasında 36 metre derinde yatan 40 metrelik batığı bulabileceğimize pek ihtimal vermiyorlardı.
Hava Afrika’dan doğru esen rüzgarların da etkisi ile gece olmasına rağmen 27-28 derece civarı sıcaktı saat 21:00’e yaklaşıyordu, su sıcaklığı ise yüzeyde 26 dipte 22 derece civarındaydı. Üstelik akıntısız, rüzgarsız aysız bir geceydi kafamızı kaldırdığımızda binlerce yıldız ve gezegen ile selamlaşıyorduk. Dalış lideri olarak suya en önce girip en son çıkmak bir güvenlik gereğidir. Ben de öyle yaptım, dalış öncesi son kontrollerimizin ardından hep beraber fenerlerimizi su altına çevirerek kendimizi Akdeniz’in şefkatli sularına bıraktık ve kıyıdan uzaklaşmaya başladık. Cirkewwa burnunda feribot iskelesinin çakarlı fenerini soluma, Gozo adasını sağıma alarak yavaş yavaş sırtüstü palet vurmaya başladım, ekip de beni takip etti, batığı bulmak üzerine, dalış sırasında yaşanan eğlenceli olaylar üzerine şakalar eşliğinde açılmaya başladık. Kıyıdan 70-80 metre açıldığımızda suya girdiğimiz yeri tam karşıma aldım ve sol kolumu fenere sağ kolumu ise Cirkewwa burnunun diğer uzak ucundaki kayalıklara doğru uzatarak göz kararı ölçümümü yaptım, dalış ekibini etrafımda topladım ve bir daire oluşturarak hem yüzerlik yeleklerini hem de ciğerleri boşaltmak sureti ile dalışa geçtik, suyun içinde havası boşalan tuğla bağlı balonlar gibi yavaşça 36 metre derinlikteki karanlık tabana doğru süzülürken inceden ya batığı bulamazsam heyecanını yaşıyordum, gerçi batığı bulamazsam kıyıya doğru palet vurup 20 metre derinde yatan dev çapanın etrafından dolaşıp kumda uyuyan kırlangıçları izleyip kovuklardaki orfoz ve mürenlere koşar en son sığ suda ahtapotlarla oynaşıp eğlendiririm herkesi diye düşünüyordum.
Yaklaşık 20 metre derine indiğim anda fenerimin ışığı Rozi’nin direğine çarptı ve kocaman bir ohh çektim içimden ve kabarcıklarım fokur fokur yüzeye uçarken dalıcı arkadaşların hayret ve hayranlık dolu bakışları arasında güverteye indik ve tekneyi yuva bellemiş orfoz, kardinal ve mürenleri biraz izleyip dönüşe geçtik. 20 metredeki dev çapayı geçtikten sonra 16-17 metre derinde hep beraber kuma oturduk ve fenerlerimizi kapattık. Tüm ekip sıtmaya tutulmuşçasına kollarını sallarken karanlık suda pırıl pırıl parlayan planktonların içinde sanki denize dalmamışız, uzaya çıkmışız de yıldızlarla dansediyormuşuz gibi eğlendik. Dalışın başında bana şüphe ile yaklaşan dalıcılar dalış bitip yüzeye çıktığımızda ard arda bu müthiş dalış içn teşekkür etti. Bense dalış öncesi güvensizliğin intikamı almak istiyordum:
-Evet harika bir dalış ve harika bir geceydi değil mi?
_Kesinlikle.
-Dünya’nın bir ucundan Malta’ya dalışa geldiğinize değdi, değil mi?
_Ne diyorsun müthiş müthiş.
-Evet sizin için müthiş bizim için sıradan bir gün.
Şimdi aradan geçen yıllar sonra özellikle bu salgın günlerinde her gün dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş insanlara farklı sualtı deneyimleri yaşarken yardım ettiğim o günleri çok özlüyorum.