Sivil Toplum Kuruluşları Sivil midir?

0
195

Değildir…

Onca yaşamı geride bıraktım hala sivil bir toplum kuruluşuna (STK) rastlayamadım. Hani şu serbest piyasa savunucusu burjuva temsillerinin, demokrasinin vazgeçilemez gereği, önemli bir piyasa enstrümanı olarak öve öve bitiremediği, yere göğe koyamadığı toplumsal kuruluşlar var ya onlardan bahsediyorum.

İnsanların bir devlet gücü dışında, hükümet gücü dışında, inandıkları savundukları konular kapsamında serbestçe, kendi iradeleriyle bir birliktelik oluşturabildikleri, bir örgütsel yapı kurabildikleri; şiddet araçlarına dayanmaksızın düşüncelerini, eylemlerini ortaya koyarak, amaçlarına göre toplumsal ihtiyaçlar için çalışma yapabildikleri; fişlenmeden, dışlanmadan hükümet çalışmalarının, devlet işleyişinin dışında bir güç olarak hareket edebildikleri; piyasa işleyişinde, rekabetçi bir düzende toplumun ya da toplumsal grupların çıkarları için fayda üretebildiklerine inanılan o kuruluşlardan bahsediyorum.

Yok kardeşim, yok. Düşünce olarak, ilke olarak kitaplarda yazılı, anlatılarda sözlü olarak var olsa bile öyle anlatıldığı gibi ortada bir sivil toplum kuruluşu falan yok.

Bir kere sivil toplumun kendisi yok, neden bahsediyorsun? Resmi devlet gücü, araçları ve aklıyla hareket etmeyen, kişi olarak, birey olarak varlığını, eleştirel aklını ortaya koyabilen, özgürce hareket edebilen insanlardan müteşekkil bir toplum düzeni, aklı, iradesi ortada yokken sivil toplum kuruluşunun kendisi nasıl olsun?

Şeklen STK olarak gördüğün bu yapılar ruhen ne kadar STK olabilir? Mülkün devlete ve dahi devlet güçlerini elinde bulunduran egemen sınıfa ait olduğu, yaşam güvencesinin kağıtta yazılı birkaç satırdan öteye geçmediği bir devlet düzeninde ne tür bir sivil piyasadan ve toplum düzeninin varlığından bahsedilebilirsin ki?  

“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganı ile serbestçe işleyen bir sivil piyasa düzenini savunmak, bugünün dünyasında hala hatıralarında yaşayan bir burjuva dedenin masalından başka ne ifade edebilir?.. Kim yapıyormuş kim geçiyormuş? Nereyi, nerede, ne zaman, nasıl?.. Hele bir işin aslını anlatsın şu burjuva temsilleri de biz de anlayalım…

“Her Türk asker doğar” şiarıyla hayatı öğrenmiş, doğumundan itibaren ailede, mahallede, tüm eğitim hayatı boyunca, sosyal ilişkilerin, iş ilişkilerinin her türünde bir emir eri gibi muamele görmüş, boyun eğmenin her türüne tanık olmuş insanların bir aradalığından nasıl bir sivil toplum beklenebilir ki?

Ülkenin her yerine sinmiş hiyerarşik bir akıldır bu. Hani şu kutsiyetle taçlandırdığımız aile düzeninde dahi ilişkiler otorite temelliyken, soluk aldığınız her yer, her alan otorite temelli ilişki biçimleri ile doluyken, hangi özgür iradeden, hangi sivil akıldan ve sivil toplumdan bahsedebilirsin, hala anlayamıyorum.

Buyurgan, üstünlük satan, dayatıcı bir iletişim dilini, dikey toplumsal ilişkileri seven insanlarız vesselam. Bunu öğrenmiş buna alışmışız. Birinin diğeri üzerinde egemenlik kurması gerektiğine ilişkin öğretiler, yargılarla dolu ruhlara sahipken, diğerinin varlığını kontrol altına alamadığımız, ona hükmedemediğimiz sürece şiddetin dışında bir iletişim ve ilişkinin varlığı söz konusu dahi olamazken, kurduğumuz sivil toplum kuruluşları ne kadar sivil olabilir? Hadi buyur sen söyle…

Yatay, eşitliğe ve insan olarak birlikte varoluşa dayalı iletişim biçimleri, ilişki biçimleri bu toplumun harcında yok bir kere. Hele bir eşitçi nitelikte davranışlar üzerinden kişiliğini ortaya koy. Böylesi bir iletişim biçimini dene? Güçsüz, aciz birisi olarak damgayı yersin. Hatta kişiliksiz, niteliksiz, beceriksiz. Daha neler, neler? Yetersiz olarak damgalanır, otorite ilişkilerinin hakim olduğu şu toplumsal düzende en alt sıralara itilirsin.

Doğayla ilişkimiz dahi öyledir. Doğanın efendisiyizdir biz. Tüm canlılar bize, biz insanoğluna hizmet için yaratılmıştır. Tüm varoluş bize boyun eğmesi gereken varlıklarla doludur. Bu ilahi bir buyruktur, başka türlüsü zinhar düşünülemez.

Sivil aklın olmadığı bir yerde sivil bir toplum düzenini, buna bağlı toplumsal ilişkileri beklemek hayalden başka bir şey olamaz. Böylesi toplumlarda seninle unvanın, rütben, statüne göre ilişkiler kurulur. Varlığın sahip olduğun, sırtını dayadığın toplumsal ve hatta belki de yerine göre dünya dışı bir gücün toplumdaki temsillerine bağlıdır. Toplum içinde kendin olarak değil, ancak temsil gücün doğrultusunda yerin olabilir.

Sivil, yalnızca bir varlık, bir insan olarak kendini ortaya koyup, ortak değerler, amaçlar için diğerleriyle bir araya gelip bir şeyler yapabilme yetisi, kültürü yok denecek kadar azdır bu toplumda. Güç ilişkilerinin insan ruhunu ele geçirdiği böylesi bir toplumsal düzende, apoletlerinden sıyrılmış olarak bir araya gelebilmek, birlikte hareket edebilmek ne mümkün?

“İyi, peki yok anladık da bu STK’lar ne iş o zaman” diye oradan söylendiğini görür gibiyim. Sakin ol güzel kardeşim, biraz daha izah edeyim… Sonrasında kararı sen ver…

Bir kere senin STK dediğin bana göre HTK. Yani “Hükümetin Temsili Kuruluşu”. Hükümet eden siyasi iktidarların devlet gücü ile üzerlerinde her tür otoriteyi tesis etmiş oldukları, diledikleri gibi toplumsal düzen içinde kullandıkları kuruluşlardan başka bir şey değil…

Oda, sendika, vakıf, dernek… Bak bunlar literatürde, hukuki anlamda sivil toplum kuruluşu diye anılan yapılar. Şöyle bir sırtını yasla, gözlerini kapa, sakin sakin düşün. Sence bunlar ne kadar sivil? Hani 12 Eylül darbesinden sonra askeri kafanın kanunlarla yeniden düzenlendiği, denetim altına aldığı ve o gün bugündür hükümet edenlerin demokrasisi kadar var olabilen, öylece mışmış gibi devam eden kuruluşlar… Gerçi askeri darbe öncesi neydi ki? Ama hadi orayı milat alalım…

Hangi birini nasıl açıklayayım?

Odalardan mı başlayayım?.. Malumun bu yapılar zaten hükümetlerin kontrolünde. Neredeyse iktidar güdümünde diyebiliriz. Mesleksel konularda kümeleşmiş yapılar. Üye olmak zorunlu, öyle isteğe falan da bağlı değil. Zaten kafana göre oda seçimi de yapamazsın. Yani oda faaliyet alanıyla ilgili bir iş yürütüyor ticaret yapıyorsan, şirketin varsa eğer isteğe bağlı bir oda seçemezsin. Yasa emri neyse o odaya zorunlu olarak kayıtlı olmalısın. Ve zorunlu bir aidatı ödemekle yükümlüsün. Öyle ödemem falan da yok…

Devlet piyasa düzeninde ticari faaliyet gösterecek şirketleri bu kurum üzerinden sicil olarak takip eder. Kendi işini yarı devlet gibi hareket yetkisi verdiği böylesi tüzel kişiliklere devretmiş. Tabi bunun politik ve ekonomik güç ilişkileri bağlamında, belirli bir ideolojinin topluma nüfuz etmesi bakımından nedenleri var. Bu ayrı bir yazı konusu… Ekonomisi yasa gücüyle toplanan zorunlu aidatlar ve tabii ki kamu bütçesinden aktarılan ayrıcalıklı kaynaklardan oluşuyor. İktidara yakınsan o zaman iyi kaynak alırsın! Oda seçimleri ayrı bir hikaye. İktidarların arka bahçeleri gibi. Devlet adına ekonomik yönetim aracı gibi işleyen, piyasa takipçisi ve istihbaratçısı kurumlar… Pek bir sivil, pek bir özgürce tercih edilen, aday olunabilen, üye olunabilen, faaliyetleri üyelerince denetim veya eleştiriye açık pek sivil bir kurum… Böylesi kurumlara hala STK denebilmesine şaşmamak elde değil!

Sendikalar desen ayrı bir hikaye. Kuruluş şartları zaten bir sorun. Üyesi olan işçinin haklarını dahi korumaktan aciz, örgütlenmekten çok örgütlenmemek amacıyla kurulmuş, üyeliğin zaten neredeyse gizliden gizliye yapılabildiği kurumlar… 1980 askeri darbesi sonrasında yargının üzerinde dilediği gibi at koşturduğu bu yapıların çalışma hayatına getirebileceği katkı hepimizce zaten malum. Yani emekçilerce…

Ya vakıflar… Kurulması dahi izin süreçleri bakımından oldukça zorlu yapılar. Bence zaten sivil bir yana toplum kuruluşu bile değil ya, neden STK deniyor bunlar için anlamış değilim. Bugün vakıf kurmayı geçin, gidip bir vakfa üye olmayı isteyin bakalım, sonra deneyimlerini konuşalım. “Ben de aynı konuları savunuyorum, üye olmak istiyorum” demenle işler öyle kolayca olmuyor. Vakıf zaten ekonomik bir konu. Malı mülkü olanların kendilerini koruma altına almak, vergi ödeme yükümlülüklerinden kaçmak için kullandıkları bir enstrümandan başka bir şey değil. Ama yine de hükümet tepelerinde. Vakıf malları istenirse devletin el koyabileceği mallar statüsünde. Kurucular vakfın değişmez yönetimi. Falan filan. Çok uzatmıyorum, zaten sivil toplum anlayışının evrensel değerleriyle düpedüz uyuşmayan yapılar bunlar. Devlet malına, mülküne de el koymanın Türkçesi ne deseniz vakıftır derim. Vakıf üniversitesi adı altında YÖK tarafından yönetilen kurumlara bakın, vakıfların ne işler için kurulduğunu gayet hızlıca anlarsınız.

Derneklere gelince… Bu alanda ikili bir yapı var gibi. İlki hükümetlerin “Kamu Yararına” tesciliyle ayrıcalıklandırdığı ve devletin resmi dernekleri olarak görülen, her tür kamu olanağını sonuna kadar lüpleyenler… Diğerlerine gelince. Onlar itilmiş kakılmışlar sınıfı… Bu ikinci tür olanlar zaten kağıt üzerinde dernek. “Kanarya sevenler”, “Bülbüle aşık olanlar” gibi isimlerle kurulmuş faso fiso dernekler, devlete vergi vermemek amacıyla yapay olarak oluşturulmuş sermayenin yan odası gibi olanlar, kaçakçılık göçekcilik, futbol parasını döndürmek gibi işlerle uğraşanlar haricinde öyle ciddi elle tutulur, memleket derdine düşmüş, bir meseleyi sahiplenmiş dernekleri zor bulursunuz. Bu tür yapılar zaten ekonomik olarak ayakta dahi duramazlar. Hükümetlerin ayrıcalıklandırdığı birinci sınıftakiler ise devlet kurumlarından aldıkları kaynaklarla hükümetlerin temsili işini sivil toplummuş gibi görerek işlerini yaparlar. Sanki bir sivil toplummuş gibi görünen bu yapıların yönetim takımını zaten hükümet eden siyasal iktidardakiler belirler. Yönetim takımındaki kişilerin iktidarın parti politikaları için çalışmaları yine kamu bütçeleri sayesinde sağlanır. Beleşe iktidar aklı satmanın araçları olarak çalışırlar…

Ne STK’lar ama… Güç ilişkilerinin içine hapsolmuş, güç ilişkilerine göre yapılanmış, hizaya girmiş kuruluşlar. Orta çağ kurumlarından hallice…

“Sivil Toplum”un “S”si bile ortada yok. Ne iradeleri ne akılları ne ekonomileri ne de toplumsal heyecanları, amaçları var… Tıpkı toplumsal olduğu iddia edilen tüm diğer kurumlar gibi…

Zaten ülkeye şöyle bir dikkatlice baksan hemen fark edersin. Benim dememe gerek yok. Ne sivil bir toplum ne bir sivil piyasa düzeni ne sivil bir politik ortam ne de sivil bir yaşam biçimi göremezsin.

Olmayan bir sivil yaşamdan, olmayan bir sivil akıldan, bir sivil toplum kuruluşu nasıl beklenebilir ki?

Beklememelisin…

Kapak Görseli: Tim Mossholder/Unsplash