“Demokrasiymiş” gibi sunulan oligarşiyi yaşamaya devam ediyoruz. Göstermelik seçimler nihayet bitti. Biliyorsunuz meclis için vekilleri ve nasıl bir başkanlık sistemiyse işte o sistemin başkanını, yüzde 50’nin bir fazlasını alması gereken cumhurbaşkanını seçmek için sandığa gittik. Burada sonuçları tartışacak değilim, zaten birazdan yazacağım gerçekleri de değiştirmez…
Ama ben yine de yazının en başında diyeyim diyeceğimi. “Neme lazım” deyip belki sonrasını okumazsanız, en azından meramımı aktarmış olayım…
Türkiye’de ve dünyanın birçok sömürülmekte olan ülkesinde politik partiler, vatandaşların, toplumsal talep ve ihtiyaçların karşılanmasının değil, küresel egemen güçlerin, onların kontrolündeki yerel işbirlikçileriyle, yönetim takımlarının talep ve ihtiyaçlarının karşılanması için hizmet eder, ediyor. Hem de uzun zamandır…
“Bu sözlerde ne yenilik var arkadaş” diyebilirsiniz. Bilen için yenilik yok tabi ancak bir uyarı var…
1980’li yıllarla birlikte kapitalist egemenlerin başlattığı neoliberalizm pratikleri ve yaşanan gelişmeler küresel sömürü düzeni araçlarının her ülkede yerleşik ve kurumsal bir hal almasını sağladı. Bu kurumsal araçların merkezinde ise politik partiler bulunuyor. “Ne yani, şimdi politik partiler bildiğimiz anlamda demokrasinin, yani halk iradesinin birer aracı değil mi?” diye şaşkın şaşkın söylendiğinizi hisseder gibiyim…
Değil… O eskidendi. Yani eskiden de tam değildi ama en azından Antik Yunan’da anıldığı gibi demokrasinin gereği, halk iradesinin temsili olarak değer görüyordu. Günümüzde ise her şey gibi onların da rolleri, varlık nedenleri değişti…
Kurumsal araç olarak söylediğimi de tam anlamıyla anlayamayanlar olabilir. Finans kuruluşlarını, eğitim kurumlarını, yargıyı, askeri ve mülki idareyi, kısacası üretim ve tüketim düzenini doğrudan etkileyen bir devlet düzenindeki her şeyi göz önüne almanızda yarar var…
Bir ülkeyi savaş dışı yöntemlerle sömürüye taşımak isterseniz bunun tek ve yegane yolu politik sınıfı ve temsillerini esir almaktır. Bunu küresel egemenler çok iyi biliyor. Bu yüzden de her ülkede amaçlarına uygun politik temsillere, ülkesindeki tüm bürokrasiyi, yasal mevzuatı ve piyasa kurumlarını kontrolü altına alabilmesi için gerekli desteği sağlıyor. Küresel kapitalizmin bu sömürü egemenleri için direnç gösterebilecek olası her şeye karşı güçlü bir bürokrasiye de ihtiyaç var. Bundan dolayı her ülkede yargı ve emniyet birimleri olası tepkilere karşı oldukça etkin araçlarla donanmış durumda. Ne hikmetse hepsi aynı merkezlerin eğitimlerinden geçmiş, hepsi aynı güç ve şiddet araçlarına, yöntem ve bilgiye sahip…
Bu küresel sömürü egemenleri, girdikleri ülkelerin pazarlarında, bir iç direnç kapasitesinin, yani bir farkındalığın, bilincin gelişmemesi için kültürel birikimin, eğitimin, bilimin, sanatın yani politik aklın ve entelektüel düşüncenin kontrol altında tutulması gerektiğini de çok iyi biliyor. Sonuç? Sömürülen ülkelerin hepsinde bu konularda vasatlık en düzeye çıkıyor. Ama bunların hiçbiri kendi kendine olmuyor tabi. Devletin işleyişini, yasaları, kurumların kapasitelerini kontrol altına almanız, yozlaştırmanız gerekiyor. Bunun için de politik partilere ihtiyacınız var…
Daha önceki yazılarımda da değindiğim üzere bunlar bir gecede gerçekleşmedi tabii. Kontrgerilla yapılarının hayata geçirildiği İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünyayı biraz incelerseniz biz dahil birçok ülkede bu süreçlerin nasıl yaşandığına sizler de tanık olabilirsiniz.
Biraz olsun gelişmelerin dışından bakmayı becerebilirsek göreceğiz. Ama buna izin yok. Neye nasıl bakacağımızı ya da bakmayacağımızı da egemen düzenin kendisi karar veriyor. Medya ve kitle iletişim araçlarının tamamı bu konuda sömürünün hizmetkarı olarak işlev görüyor.
Bugünün politik partileri yalnızca Türkiye’de değil, ekonomisi küresel şirketlere ve küresel güçlere bağımlı olan her ülkede onların çıkarlarına uygun politik vaatleri hayata geçirmek için var. Her bir ülkenin kendi iç dinamiklerine göre yöntem ve teknik uygulamada farklılıklar olsa da temel amaç ve hedefler aynı. Bir ülkenin iç kaynaklarını, emeğini, yer altı ve üstü varlıklarını, bilgisini, kültürünü neyi varsa tüm üretim olanakları ve üretilenleri küresel şirketlerin ve güç merkezlerinin amaçlarına göre yönetmek, yaratılan zenginliği bu güçlere ve onların ülkelerine aktarmak…
Bu günlere öyle şıp diye gelinmedi tabi. Uzun yıllar hatta yüzyılların sonucu uygulanan ve deneyimlenen her sömürü yöntemi artık finansal kontrol gücüne erişmiş küresel kapitalizmin tüm yapılarıyla çok etkili olarak çalışıyor. Neredeyse tek bir tuşla!
“Eh birader şimdi sömürü aracılığı rolünü üzerine almış olan bu politik partiler geçmişte de böylesi amaçlar için çalışmıyor muydu?” dediğinizi duyar gibiyim.
Burjuva demokrasisi olarak adlandırabileceğimiz Batı siyasi rejimlerinde evet… Henüz sömürü küresel boyutta değildi belki ama bir sömürü düzeni, sömürenler ve sömürülenler vardı. Fabrikalar sayesinde yükselen servet birikimi için çalışan geniş yığınlar, burjuva düzeninin politik partileri için ilk avlardı…
Politik partilerin tarihine bakarsak eğer ilk örneklerinin 19. yüzyılda Avrupa ve ABD’de görüldüğünü söyleyebiliriz. Parlamenter bir politik süreç uzunca bir süre devam etmesine karşın ABD’de ilk siyasi parti 1795-1800 yılları arasında kuruluyor. İngiltere’de ise ilk siyasi partinin 1877 yılında kurulan Ulusal Liberal Federasyon olduğunu söylenebilir. Siyaset bilimci Maurice Duverger’e göre ABD dışında 1850’li yıllara kadar bugünkü anlamda gerçek siyasi partiler yok. Politik örgütlenmeler daha ziyade parlamento grupları, felsefi dernekler veya halk kulüpleri düzeyinde. Batı dışı coğrafyada ise siyasi partilerin esamesi okunmuyor. Ta ki 1950’li yıllara kadar. Yani politik partilerin varlığı öyle uzun bir geçmişe sahip değil…
Bugün demokratik nitelikleri hangi düzeyde, ne kadar güçlü ya da zayıf olursa olsun, demokrasi ile yönetildiği iddia edilen tüm ülkelerde politik partiler ülke yönetimlerinin en önemli aktörü konumunda… Ve politik partiler küresel sömürü düzeninin sağlanmasında, sömüren ya da sömürülen taraf bakımından ilişkilerin düzenlenmesinde merkezi aktör konumunda… Bu yüzden de kontrolsüz gelişmelere karşı dikkatli olmak gerekiyor. Ne o öyle, önüne gelen parti mi kuracak yani? Parti demokrasisi de ne demek?
İki partiye indirgenmiş başkanlık düzeninin etkin olduğu ABD’de eyalet düzeyinde tanınmaya bağlı olsa da Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti’nin dışında birçok politik parti bulunuyor. Libertarian Party 33 eyalette, Green Party 17 eyalette ve Constitution Party ise 12 eyalette aktif durumda… Uzun yıllar neredeyse tek adam rejimi altında yönetiliyor izlenimi verse de Rusya’da da hukuken çok partili bir rejim söz konusu. İçinde bulunduğumuz yıl itibariyle Rusya Federasyonu’nda 30 siyasi parti resmi olarak kayıtlı ve bunların 28’i seçimlere katılma hakkına sahip. Tabi United Russia (Birleşik Rusya) partisinin Duma’da çoğunluğa ve büyük bir güce sahip olarak uzun yıllar ülkeyi yönetimi altında tuttuğunu da unutmayalım…
“Dünyanın en çok siyasi partisine sahip ülkesi hangisidir” desem sanırım siz de Hindistan derdiniz… Hindistan Seçim Komisyonu’nun 23 Eylül 2021 tarihli kayıtlarına göre ulusal düzeyde 6, eyalet düzeyinde 57 ve eyalet ya da ulusal düzeyde aktif olmayan 2796 olmak üzere toplam 2858 siyasi partisi var…
Bu yüzyılda herhangi bir siyasi partinin olmadığı ülkeler de var. Mesela monarşi ile yönetilen Suudi Arabistan, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Vatikan ve adını bile şu an ilk kez duyduğunuzu düşündüğüm Tuvalu devletlerinde herhangi bir siyasi parti bulunmuyor. Yine Kanada, Birleşik Krallık, Avustralya, Yeni Zelanda ve ABD’nin bazı bölge ve eyaletlerinde de bir politik parti yok. Ülkemize gelirsek… Her ne kadar hepsi seçimlere giremiyor olsa da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kayıtlarına göre farklı politik görüşleri temsil eden 123 siyasi parti bulunuyor.
Politik partilerin temsil ve demokratik katılım sağlaması zaten onların doğasından beklenen bir olgu. Ama kazın ayağı öyle değil işte… Zira dünyada kapitalizm üretim ve tüketim ilişkilerinin yönetimi bağlamında köklü bir değişim geçirirken politik partilerin yapıları, rolleri de bu değişimden nasibini aldı.
Kapitalizmin küresel nitelik kazanmasıyla birlikte ülke piyasalarını kontrol altına alma, kaynaklarını kullanma ve bulundukları ülkelere zenginlikleri aktarma işlevi gören küresel şirketler, günümüzde bağlı oldukları devletlerin savaş dışı yöntemlerle diğer devletleri sömürmesinin birer piyasa aracısı konumundalar. Ve amaçlarına ulaşmak için yerel işbirlikçileri ve yerel politik güçler ile çalışmak zorundadırlar.
Türkiye uzun yıllardır politik kapasitesini, partileri ve temsillerini küresel piyasa düzeninin egemenlerine teslim etmiş durumda. Bunu ben söylemiyorum. Ekonomi verilerine, yaşanan piyasa deneyimlerine bir bakarsanız hemen anlarsınız… Bugün ülkenin ekonomik olarak içinde bulunduğu koşullar, yaşanan otoriter güç uygulamaları tamamen içinde bulunduğumuz küresel sömürü pratiklerinin bir sonucudur. Politik partiler neredeyse yalnızca küresel şirket ve egemenlerin beklenti ve çıkarlarını sağlamak, onlara bağlı yerel ekonomi-politik işbirlikçilerinin taleplerini karşılamak için politikalar üreten kurumlara dönüştü. İktidar olmak neredeyse buradan geçiyor gibi bir algı hâkim…
Bu hal yalnızca bizimle ilgili bir sorun da değil. Dünyanın her yerinde neoliberal uygulamalarla birlikte her ülkenin tüketim pazarı ve üretimle ilgili tüm olanakları küresel şirketlere bağlanıyor. Bu işlerin görülmesinin baş aktörü olan politik partiler ise bugün büyük bir hızla sömürü düzeni için çalışan politik güçlere dönüşüyor. Hangi ülkede ve ne sayıda olduğuna bakılmaksızın söyleyebiliriz ki politik partiler küresel çıkarlara boyun eğiyor… “Halk iradesini değil, küresel şirket ve güçlerin iradesini temsil eden” politik partiler dünyasına giriyoruz.
Kapak Görseli: Khashayar Kouchpeydeh/ Unsplash