Türkiye’nin “Kırmızı Pazartesi”si

0
235

İlkokul öğrencisiyim, demek ki 70’li yıllar, İskenderun’da altı katlı bir apartmanın altıncı katındayız, annemin misafirleri var. Deprem oluyor, lambanın kordonun ucunda sallanışını korku ve şaşkınlıkla izliyorum. Bu, depremle ilk tanışmam. Ama sanki doğduğumdan beri hep biliyorum; Doğu Anadolu fay hattının en dibindeki il bizimki.

Şehrin deprem hikayesi mitolojik bir hal almış durumda. Fransızlardan kalma yapılar 100 yıldır ayakta, kaç nesil mezun olduk bu okullarından, kaç nesil kiliselerinde törenler yapıldı? Baksana, hala Ermeni usta Ayvazyan’ın şaheseri Adliye Saray’ı bütün ihtişamıyla sahili süslüyor, ilk Rus romanlarımı okuduğum şehir kütüphanesi dimdik ayakta.

İskenderun

Yıllar depremin hayaleti ile geçip gidiyor, darbeler oluyor, ekonomi dışa açılıyor, açıldıkça binaların boyu uzayıp yapı kalitesi düşüyor, yapı kalitesi düştükçe sözüm ona şatafatı artıyor. Özellikle 2000’li yıllarda Anadolu’nun pek çok kenti gibi ortalık kişiliksiz, sevimsiz apartmanlarla doluyor. Şehirde nefes alınacak yer kalmadığı için sahil dolduruluyor. Türk-sünni – islam kafası buralara da geliyor, askeriyenin arazisine sahile sıfır, pek çok yerdeki gibi cemaatsiz gösterişli bir cami dikiyor. Neo-liberaller boş durur mu, onlar da iki kocaman, yüksek Hilton bloğunu sahil şeridine kondurup, şehrin havasını boğuyor. Parklardaki büfelerde içki içmek yasaklanıyor; neyse ki künefe ve süvari (*) duruyor, deprem hala olmuyor.

30 yıl sonra İskenderun Lisesi mezunları buluşuyoruz, gelsin içli köfteler gitsin humuslar, muhammaralar, abugannuşa katık edilen kebaplar, kebap gibi hayatlar… Sadece biz değil, ülkenin geri kalanı da şehirlerimize hasta. Anadolu’da vaha adeta, “o nasıl bir mutfak arkadaş, o nasıl güzel sofra, kadınlar ne kadar hoş, özgüvenli, dışa dönük”, deprem yüreğimizde hala, ama yeryüzünde olmuyor. Çok gurur duyuyoruz İskenderun’la Antakya, Defne, Samandağ, Arsuz’la. Bu kentlerin “fanları” birbirimizi buluyoruz sosyal medyada, özellikle tarih ve yemek üzerine sohbetlerle memleket sevgisi derinleşiyor, depremden başka her şeyi konuşuyoruz buralarda.

Deprem sadece hocaların televizyon kanallarına verdikleri mülakatlarda var. Twitter hesaplarından yaptıkları uyarılarda büyüklüğüne, sessiz sakin yazılmış bilimsel makalelerde olası hasarlı yapı, yıkım ve ölüm sayılarına kadar var (**), ama hayatımızın ekonomik ve sosyal akışında yok.

İnsanlar memleketten yazlıklar kışlıklar alıyor dünyalıklarıyla, fabrikalar kuruyor, şehir bitti, zeytinliklere dalıyor, gölü kurutup yarattıkları gevşek zeminli arsalara rezidanslar yapıyor, akıllarda hala deprem yok. 1.500 yıldır olmadı şimdi mi olacak yahu? Oysa Müze Otel’de MS 526’daki depremin dalgalarını mozaik kaplı zeminde görüyoruz, şehre gelen her misafire de gösteriyoruz; görüyoruz ama aslında görmüyoruz.

MS 526’daki depremde taş taş üstünde kalmıyor 250.000 kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Kitaplar yazıyor, “yer yarıldı develeriyle içine düşüp gözden kayboldu insanlar” diye. Hayır masal değil, uyumak için değil, uyanmak için yazılıyor. Biz uyanmıyor, uyumaya devam ediyoruz, nasılsa olmuyor olmayacak bu deprem…

Arkadaşım, hemşerim Funda Çetintaş, 6 Şubat depreminde depremde hayatını kaybeden araştırmacı Mehmet Tekin’den aktarıyor (***):

“Antakya, tarih boyunca defalarca yıkılmış yeniden kurulmuş bir şehir. Bu tarihsel bilgiyi yok saymanın, bu tarih bilinciyle şehre sahip çıkmamanın bedeli çok ağır;

Tarihte Antakya Depremleri;

M.Ö. 148, 130

M.Ö. 83 – 69 arası

M.S. 35, 37

M.S. 41-45 arası

M.S. 115 (7.5 şiddetinde çok büyük bir deprem, 260 bin kayıp)

M.S. 341, 365, 396

M.S. 458

M.S. 526, 528 ( Mayıs 526’da meydana gelen deprem tarihin en büyük depremlerinden biri olarak kayda geçmiş. Şehirde festival için toplanmış çok sayıda ziyaretçi bulunuyormuş. Hemen hemen tüm halk akşam yemeğindeyken 250 bin kişinin öldüğü depremde şehir yer bir olmuş. Bu depremden 2 yıl sonra 528 yılında yaşanan deprem kısmen kurulan şehri tekrar yerle bir etmiş. Bugün müze oteldeki izini gördüğümüz deprem 526 depremi. Bu depremden sonra 500 yılı boyunca sürekli depremler yaşanıyor)

M.S. 531 – 534 arası

M.S. 542, 551, 557, 560, 577, 588, 589

M.S. 1054 (Antakya ve çevresinde şiddetli deprem meydana geldi. 10000 kişi öldü)

M.S. 1090-1092 ( Antakya ve çevresinde büyük hasar meydana geldi, surların büyük bir kısmı ve kuleler temelden kopup gitti)

M.S. 1169 (25 gün süren depremde şehir yerle bir oldu)

M.S. 1615

M.S. 1822 (1615’teki kadar şiddetli olan deprem İskenderun ve çevresinde büyük yıkıma yol açtı, Antakya’da birçok ev zarar gördü)

M.S. 1835 (Antakya ve çevresinde meydana gelen deprem çok büyük hasara yol açtı)

M.S. 1872 (16 Nisan’da meydana gelen ve 12 gün süren şiddetli deprem, özellikle Antakya ve köylerinde büyük tahribat yaptı, şehrin üçte biri harap oldu. Civardaki 38 köy ve kasaba harabeye döndü.”

Marquez’in kült romanı “Kırmızı Pazartesi” herkesin olacağını bildiği ama engellemediği bir cinayeti anlatır. Bu deprem çocukluğumun şehirlerinin Kırmızı Pazartesi’sidir. Herkes biliyor, bilmezden geliyor. Kader planı yok edilmiyor onun yerine yüzyıllar boyunca onunla yaşanıyor. Bugün binlerce rapor sayfası, dilinde tüy biten yetkin bilim insanlarının sesleri depremin enkazında uçuşuyor…

Evet sonunda olacak olan oldu, çok büyük, bir değil iki depremle geldi. Kardeşime yaşlı bir kadın şöyle tarif etti “Oğlum, yerin altından çıkmaya çalışan bir canavar vardı, bir sağa bir sola döndü…”

Başta iktidar mensupları olmak üzere, bürokratları, yerel yönetimleri ve birlikte nemalandıkları müteahhitleri bu denli pervasızlaştıran bizim “Kırmızı Pazartesi” sendromumuzdu. Oysa kader planımızı yırtıp atabilirdik bunun yerine hırsıza, uğursuza yol gösterdik, onlar da gelip hem bugünümüz hem de yarınımızı çaldı. On binlerce can yitip gitti. Şehirlerin hikayeleri toprağa karıştı.

Evet, olacak olan oldu, çocuklar şehirlerini, biz büyükler çocukluğumuzu kaybettik…

(*) Süvari: Çok kavrulmuş ve bol kaynatılmış Türk kahvesidir, çay bardağında servis edilir.

(**) Afet Yönetimi ve Planlaması Perspektifinden Türkiye Afet Müdahale Planının Değerlendirilmesi

(***)Mehmet Tekin, Hatay Tarihi, Hatay Kültür Turizm ve Sanat Vakfı : Antakya Gazeteciler Cemiyeti, 1993.