Geçtiğimiz günlerde Habertürk yazarı Nagehan Alçı’nın Ukrayna’da eski Devlet Başkanı Petro Proşenko ile yaptığı röportajdan paylaştığı fotoğraf karesi bir hayli tartışma yaratmış durumda. Alçı, bu fotoğrafta Ukrayna ordusunun üniformasını giyip, kolunda Ukrayna bayrağıyla poz verdi. Öncelikle bir şeyi belirteyim; bu yazının konusu Nagehan Alçı’nın şahsı ve ne denli “gazeteci” olduğu değil, kendisi benim açımdan bir gazeteci değildir, geçmişindeki mesleki pratiği ortada ve gerisi kamuoyunun taktirindedir. Bu yazıda amacım Savaş Muhabirliği olgusu üzerine bir şeyler aktarmak.
Önce Nagehan Alçı’nın eleştirilere verdiği yanıtlara bir göz atalım. Alçı, “Üşüdüğüm için askeri montu giydim, üniformayla gezmiyorum” dedi. Varsayalım ki kendisi üşüdüğü için montu giydi; ancak kolunda Ukrayna bayrağı bulunan resmî askeri parkayla poz verip fotoğrafını yayınlamak sadece “üşümekle” açıklanamaz. Ayrıca eleştirilere yanıt verdikten sonra aynı kareleri bir de İngilizce iletiler olarak tekrar paylaştı ve asıl amacını da ortaya koymuş oldu. Burada net bir taraf olma durumu ve gazetecilik meslek ilkeleri bağlamında büyük bir hata var. Zaten sonrasında Nagehan Alçı, “Ben asla tarafsız değilim, gazeteci işgal karşısında tarafsız olamaz. Fakat haberlerimi ve röportajlarımı da objektif yaparım, haber yansız, yorum hürdür” diyerek mevzisini net bir şekilde ortaya koyuyor. Gazeteciler de insandır; ideolojileri vardır, siyasi aidiyetleri vardır, ancak gazeteciler sadece “gerçeklerden” yana taraf olabilirler. Tekrar belirteyim; gazeteci doğrulardan (Thrurts) yana değil, gerçeklerden (Facts) yana taraftır. Bir gazetecinin savaşa dair perspektifini Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi şöyle ortaya koyuyor:
– Gazeteci; şiddeti haklı gösterici, özendirici ve savaşı kışkırtıcı yayın yapamaz.
– Gazeteci; insanlar, uluslar ve topluluklar arasında nefreti ve düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır.
Şimdi Nagehan Alçı’nın “Haber yansız, yorum hürdür” söylemine geri dönelim. Gazetecilik öğrencilerine lisans birinci sınıftaki Haber Toplama ve Yazma derslerinde öğretilen ilk şey “Haber, tarafsız ve nesnel olarak verilir. Bir gazeteci veya muhabir yaptığı habere kendi kişisel yorumunu katamaz” ilkesidir. Burada savaş bölgelerinde “hangi sıfatla” bulunulduğu belirleyici oluyor. Eğer kişi bir “gazeteci veya muhabir” olarak savaş bölgesinde bulunuyorsa orada olup bitenlere dair “sadece gerçek olguları” aktarmakla yükümlüdür, şahsi yorumunu verdiği haberin içine asla katamaz ve eğer bunu yaparsa mesleki bir etik ihlalinde bulunmuş olur. Ama eğer kişi orada “gözlemci bir köşe yazarı” olarak buluyorsa zaten gazeteci/muhabir olmadığı için kendisinden “haber” geçmesi beklenmez ve kişisel yorumunu aktarabilir. Şunu unutmamak gerekir; haber, profesyonelce yazım kuralları olan, unsurları olan(6N+1K), dolayımdan geçirilen bir iletidir. Yani her söylenen veya her yazılan ileti haber değildir, köşe yazıları haber değildir, röportaj ve söyleşiler haber değildir. Bir “gazeteci/muhabir” ile bir “köşe yazarı” arasındaki farkı bilmek önemlidir çünkü her birinin aktardığı bilginin “tanımı” birbirinden çok farklıdır.
Eğer bir gazeteci veya muhabir savaş alanında kendisini “tarafım” şeklinde tanımlarsa yaptığı işin adı da bellidir: İliştirilmiş Gazetecilik (Embedded Journalism). Embedded kelimesi İngilizce kaynaklarda “Fix firmly in surrounding mass” olarak, yani “çevredeki kütleye sağlam bir şekilde sabitlenmiş” şeklinde açıklanır. Etimolojik kökeni de “Bed (yatak)” kelimesinden türetilmiştir ve embedded “Yatırılmış, yatağın içine gömülmüş” anlamına da geliyor. Aslında gazetecilik meslek etiği bağlamında İliştirilmiş Gazeteciliğin anlamı nettir: Savaşın sadece tek bir tarafıyla yatağa giren ve sadece tek bir tarafının objektifinden olanlara bakan gazetecilik!
Olgusal olarak her zaman var olsa da İliştirilmiş Gazetecilik (Embedded Journalism) aslında 2. Körfez Savaşı esnasında ABD Savunma Bakanlığı (PENTAGON)’un sistematikleştirdiği bir yöntemdi. Amaç savaş bölgesine sadece “makbul” gazetecileri sokmak, sadece ABD kaynaklarının istediği ve onayladığı bilgilerin aktarımını sağlamak ve savaşta algıyı medya üzerinden yönetebilmekti. Bu sistemi dönemin PENTAGON Sözcüsü Victoria Clarke geliştirdi, gazetecilerin uyması gereken usul ve esaslar PENTAGON yetkilileriyle çeşitli medya temsilcilerinin müzakereleri sonucunda ortaya çıktı ve bu sistemin uygulanmasını onaylayan da Donald Rumsfeld’di. Haber takibi için başvuran 3 bin gazeteciden sadece 500’ünün 2. Körfez Savaşı’nı sahadan izlemesine izin verildi ve bu gazeteciler PENTAGON tarafından belirli bir süre eğitime tâbi tutuldular. Bu eğitimlerin sonunda her gazeteci 50 maddeden ve 20 sayfadan oluşan ve yaptırımları olan bir anlaşma metnini imzaladı. Bu anlaşmada gazetecilere neleri haber yapabilecekleri ve neleri haber yapamayacakları PENTAGON tarafından dayatıldı.
Günümüzde artık savaş bölgelerine gitmek için devletler ile gazeteciler arasında herhangi bir anlaşma yapmaya da gerek kalmadı çünkü kendine gazeteci veya köşe yazarı diyen kişiler zaten “taraf” olduklarını açıkça beyan ediyorlar. Yani “savaşın bir tarafıyla yatağa girdikleri (embedded)” gerçeğini kendileri ikrar ediyorlar. İşin mesleki etik ve ahlak yönünden öte savaş meydanlarında bir gazeteci/muhabirin can güvenliğini korumak için uyması gereken “teknik” kurallar da vardır. Bu kurallardan en önemlisi de asla askeri üniforma veya kamuflaj giymemektir çünkü bu durum hem gazetecinin hem de yanında kameraman veya mihmandar olarak bulunan diğer ekip üyelerinin hayatını tehlikeye sokar. Bir gazeteci/muhabir savaş alanında kendisinin askerlerle karıştırılmaması için bırakın kamuflaj giymeyi haki renkli veya koyu yeşil kıyafet bile giymemelidir, yanında casusluk şüphesi uyandırabilecek teçhizat veya savaşın taraflarına ait simge/aksesuar taşımamalıdır, kendisini alanda savaşın taraflarından biriymiş gibi göstermemelidir ve tüm bunları öncelikli olarak savaş alanında kendisini öldürtmemek için yapmalıdır.
Günümüzde savaşın konvansiyonel cephesinin dışında artık sosyal medya ve yeni medya cephesi de var. Tüm sosyal medya aktiviteleri artık ülkelerin istihbarat ve güvenlik birimleri tarafından sanal devriyeler atılarak izleniyor. Savaş sahasında bulunan bir gazeteci/muhabir özellikle savaşın taraflarının bölgeye dair her nevi paylaşımı derinlemesine izlediğini akıldan çıkarmamalıdır ve buna göre paylaşım yapmalıdır. Savaşın bir tarafına yönelik yapılan ve özellikle de tanınmış kişiler üzerinden sosyal medyada hızla yaygınlaşan bir ileti bir gazeteci/muhabirin savaşın diğer tarafının hışmına uğramasına ve hatta hedef haline gelerek hayatının savaş alanında tehlikeye girmesine sebep olabilir.
Özetlemek gerekirse eğer; kendi ülkesinin resmî mevzisine uymak ve “algı yönetimi aparatı olarak” bir yerlere yaranmak üzere savaş bölgesine giden kişilerin paylaşımları sadece medya düzleminde kalmaz ve hayatlarını hiç beklenmedik biçimde tehlikeye sokabilir. Sıcak çatışma bölgelerindeki Savaş Muhabirliği çok özel bir mesleki uzmanlığı ve uzun yılları gerektiren bir deneyimi gerektirir. Nepotizmin ve ahbap çavuş ilişkilerinin hakim olduğu Türkiye’de hiçbir alan artık liyakati gerektirmiyor ve medya kuruluşları etkileşim için sansasyonel kişilerin eline mikrofonu verip sahaya gönderebiliyor ama Savaş Muhabirliği’ndeki liyakat kriteri başka alanlara benzemez; gerekli donanım ve tecrübeye sahip olmayan kişilerin hayatına mal olabilir.