Antropolojiyle tanışana dek sünnetin tarihine dair bilgim Ortadoğu, Yahudi ve İslam geleneğiniyle sınırlıydı. Afrika ve Avustralya’daki yerli kültürlerin dünyasına girmemin ardından sünnetin avcı-toplayıcı kökeniyle tanıştım. Mircea Eliade’nin İnisiyasyon, Ayinler, Gizli Cemiyetler kitabını okumak ise beni derinden etkiledi. Eliade bu kitapta kabile toplumlarının sünnet ritüelindeki en arkaik motiflere dikkat çekiyor.
Sünnet bıçağı, Kongo, 19. Yüzyıl.
Afrikalı avcı-toplayıcılarda sünnet ölümle eşdeğerdir ve ameliyatı gerçekleştirenlerin üzerlerinde aslan veya leopar kürkü vardır. Kılık değiştirmiş bu sünnetçi mitik zamanda erginleyici cinayeti ilk kez gerçekleştiren hayvan biçimli ilahı temsil eder. Sünnetçiler yırtıcı hayvan pençeleri taşırlar. Sünnet olmaya gelmiş erkek çömezlerin cinsel organlarına saldırırlar. Sünnetçi cerrahlara “aslan” denilir ve sünnet de “öldürmek” fiiliyle ifade edilir. Sünnetin ardından çömezlere leopar ya da aslan kürkü giydirilir. Yani böylece hayvan formundaki ilahın özünü benimsemiş ve onda yeniden dirilmişlerdir. Avustralya yerlilerinde ise sünnet sırasında büyük ruh Twanyirrika gelir. Ritüel sırasında boğa sesi çıkaran (churina) bir alet kullanılır ve bu boğa sesi yüce ruhu temsil etmektedir. Twanyirrika’nın sünnet olan gençlerin başlarını koparıp onlara yeni başlar verdiği kabul edilir. Eliade bu arkaik sünnetteki dört noktaya dikkat çekiyor:
- Sünnetçiler hayvan formunda ilahlardır. Bu da ritüelin yapısal olarak arkaik avcı kültürüne ait olduğu varsayımını güçlendiriyor.
- Çömezleri sünnet ederek “öldüren” sünnetçi, hayvan biçimli ilahın reekanasyonudur.
- Bu cinayet (sünnet) insanları yepyeni bir şekilde diriltmek için öldüren ilahın edimidir. Yani o meşhur ve kadim inancın izi vardır: Yeniden doğmak için önce ölmek gerekir.
- Yırtıcı hayvan ilah tarafından öldürülen çömez bu hayvanın kürkünü giyerek ilahın özüyle bütünleşir.
Bu kabile toplumları için yırtıcı hayvan etkileyici bir güç sembolüdür. Bu hayvanların inançlarda ve sembolizmde doğaüstü dünyayla bağlantıları vardır, ki Paleolitik mağara resimlerinde insan temsillerinin çok az olması ve yaban hayvanlarının baskın olmasının nedenini bu mantıkta bağdaştıran araştırmacılar var. Yırtıcı hayvan ilah tarafından sünnet edilme aslında bir erginlenme ritüelidir. Erkek çömez çocukluğu geride bırakır ve yetişkin erkeklerin dünyasına girer. Penis derisinin koparılmasından ibaret bir işlem değil bu, derin bir sembolizm var. Sünnetçi her şeyden önce saldırgan bir profile sahip. Genital bölgeye pençeleriyle saldıran vahşi hayvanın öldürme niyeti var. Ama modern çağın anladığı şekilde salt olumsuz bir öldürme değil. Arkaik mantıkta ölüm son değildir, her ölüm aynı zamanda yeni bir başlangıçtır, hayat çizgisel değil döngüsel ilerler. Sünnet sırasında öldürülen genç yeniden doğar. Polisiye bir cinayet yerine manevi bir yükselme var bu işlemde. İlah kendisiyle bütünleşip yeniden doğması için öldürür genci. Yeniden doğan gencin artık yeni hayatı başlar.
Semele Zeus’tan hamile kalınca Hera kıskanıp yaşlı bir kadın kılığına girer ve Semele’nin aklını çeler. Zeus’un kudretli tanrısal yönünü kendisine görünmesini istemesi için Semele’yi ikna eder. Zeus bu isteği kabul eder, yıldırımlarının gücü Semele’yi yakıp kül eder. Zeus doğacak çocuğu küllerin arasından kurtarır, baldırına koyar ve zamanı gelince Dionysos babasının baldırından doğar. Anne devre dışı kalmakta ve Zeus’un bedeni adeta eril bir ana rahmine dönüşmektedir bu mitte. Bu hikâyede aslında avcı-toplayıcıların erginlenme ritüellerindeki mantığın izleri vardır. Sünnet Afrika ve Avustralya yerlileri için kolektif bir yeniden doğumdur. Baba ve kabilenin diğer erkekleri sünnet olan delikanlıyı yeniden doğururlar. Bu kültürel bir doğumdur. Çömeze kabilenin kutsal nesneleri gösterilir ve bazı özel mitler anlatılır. Sünnet sırasında yaşanan fiziksel acı bir imtihandır. Bunu geçen genç sadece fiziki değil kültürel bir eşiği de aşmış olur. Ayrıca delikanlının artık cinsel dünyaya girdiği de kabilece kabul edilir. Bir nevi arkaik bir üniversite sınavıdır. Aday yetişkinlik hayatının sorumluluklarına hazırdır ve imtihanı geçen gence kabilenin manevi değerleri öğretilir. Toplumsal yetişkinliğe adım atar.
Sünnet imtihanını geçen gencin annesiyle olan ilişkisi de değişir. Bu andan itibaren anne ile oğul arasına resmiyet girer, delikanlı artık annesine mesafeli davranmaya başlar. Dolayısıyla sünnet aynı zamanda erkeği anneden koparma ritüelidir. Simgesel olarak öldürülen genç yeniden doğar. Annesinin memesini emerek geçtiği o rahat dönem biter. Yetişkin kabile erkekleri onun kültürel annesi olmuşlardır. Aiskhylos’un Eumenidler (MÖ 458) eserinde bu düşünceye gönderme vardır. Apollon şöyle der:
Anne dediğin kadın, çocuğa hayat veren değildir, anne, babanın döllediğini, koruyup besler yalnızca. Kadın kısmı, erkeğin çocuğunu, geçici bir süre emanetçi gibi taşıyandır, çocuğu yapan ise erkek kısmıdır…
Kabile erkekleri tarafından anasının koynunun koparılan genç aday erkek dünyasına sokulur. Bazı kabilelerde bu kopuş anı bir tiyatro oyunu ciddiyetinde sahnelenir. Annesinin dibinde oturan oğlan ani bir şekilde kabile erkekleri tarafından kaçırılır. Erkekler anneye oğlunun artık öldüğünü söyler. Annesi sanki oğlu gerçekten ölmüş gibi ağıtlar yakar. Fiziki olmasa da bu psikolojik ve kültürel anlamda bir ölümdür gerçekten. Kadınların koruyucu anaç dünyasından koparılan genç erkek artık eril dünyaya adımını atar.
Birçok kabilede çocuklar tam anlamıyla insan olarak kabul edilmezler. Onlar ara formdur. Hatta bazı kabilelerde çocukların tanrılara yakın oldukları kabul edilir, tanrılar bazen sadece onlara görünürler. Bu mantıkta insanın ilahlara yakınlaşıp tinselleştiği iki dönem vardır: Çocukluk ve ölümün yaklaştığı yaşlılık. Bu inanç dünyasında sünnetin dönüştürücü etkisi bireyi çocukluktan koparır. Amazon yerlilerinden Tupi-Kawahib’lerde insanlar çocukluktan yeniyetmeliğe ve sonra yetişkinliğe geçişlerinde yeni adlar alırlar. Her erginlenme eşiği yeni bir doğuştur ve bu yeni insan için yeni isimler gerekir. Yine Amazon yerlilerinden Mbaya’larda çocuklar on dört yaşına gelinceye kadar, bütün vücutları ritüelistik olarak siyaha boyanıyordu. Ergenliğe girdiklerinde yıkanıyor ve özel bir saç tıraşı oluyorlardı.
Bu nedenle “ilkel” ya da yaban denilen toplumlarda yetişkinliğe atılan adıma bir ritüel eşlik ediyor. Sünnet bu adımın sadece bir çeşidi. Başka fiziki imtihanlar da var: Bazı Avustralya kabilelerinde adayların bir dişi sökülür. Annelerinden koparılan erkek adaylar ritüelin yapılacağı ıssız bir yere götürülürler. Kamp yerinde çömezler itaatkâr bir şekilde yere oturur ve başlarını kaldırmadan sadece ayak uçlarına bakarlar. Eğitmenler gözlerini kaldırmalarını emreder ve aniden maskeli erkekler kamp alanın ortasına gelir. Bir eğitmen elindeki çekiçle çömezlerin kesici dişlerini söker. Adayların kanı tükürmesine izin verilmez, yoksa başak şeklindeki yara iyi olmayacaktır. Aborijinlerin kutsal mitine göre yüce tanrı Daramulun erginlenme töreni boyunca erkek çocukları öldürdüğünü, onları parçalara ayırdığını, yaktığını ve sonra yeni varlıklar, ancak birer dişleri eksik olarak yaşama döndürdüğünü anlatır. Kesilen penis derisi yerine burada koparılan bir diş var, fakat ritüelin temelindeki mantık aynı: Vücuttan kesilen/koparılan bir parçanın ardından gençler manevi anlamda ontolojik bir değişim geçiriyorlar.
Antropolog Michêle Coquet bu ontolojik değişimin bir başka boyutuna, geleneksel toplumlarda takı takmanın anlamına dikkat çekiyor:
Kulaklar, dudaklar delinirdi, yani beden, takılarla bütünleşmesi için değişikliğe uğratılırdı. Demek ki takının başka bir işlevi vardı, insanlaştırma işlevi. Çünkü “başka bir yerden geliyor” gibi görünürdü insanlar: Ne insanlaştırılmışlardı, ne de doğuştan itibaren bir toplumsallığa sahiplerdi, dolayısıyla bedenin değişikliklere maruz bırakılması, bir tür uygarlaştırma sürecinin parçasıydı.
Coquet’nin belirttiği gibi, bedene yapılan bu kalıcı cerrahi müdahaleler bir “uygarlaştırma” sürecinin parçasıdır. Geleneksel düşüncede buna insanlığı simgeleyen bir nişan gözüyle bakılıyor. Vücutta geri döndürülemez bir değişiklik yaratan sünnet de avcı-toplayıcılarda genç erkekleri bir uygarlaştırma ve erkeklerin kültürel dünyasına sokma ritüelidir.
Afrikalı ve Avustralyalı avcı-toplayıcılarda sünnet bebekken yapılan ve bireyin asla hatırlayamayacağı erken bir işlem değil. Teatral bir şekilde korku unsurunun katıldığı bir ritüel sürecinden geçmek gerekiyor. Sünnet avcı-toplayıcı ergenlerin yetişkinliğe adım attığı bir sınav ve ritüel. Bu eğitim anını unutmamaları için düzenleniyor. Bu kabilelerin sünnet ritüelinde elinde çantasıyla sadece cerrahi bir işlem için gelen fani bir sünnetçi yok. İşlemi simgesel olarak ölümlü bir insanda vücut bulmuş bir ilah gerçekleştiriyor. Sünnet adeta metafizik bir boyut kapısını açıyor. Tanrı maskeleri ve danslar eşliğinde çömez ölüp yeniden diriliyor. Eliade bu ritüellerdeki vahşi hayvanlarda ve pençelerde avcı kültürünün arkaik katmanını görüyordu. Tarihöncesinde ne gibi erginlenme ritüelleri vardı bilmiyoruz. Fakat avcı-toplayıcıların ritüelleri hayal gücümüzün tarlasına bazı fikir tohumları ekmemize yardımcı olabilir.
Kaynakça
Cirotteau, T., Kerner, J., Pincas, E. Leydi Sapiens. Çev. Alara Çakmakçı. Say Yayınları.
Eliade, M. İnisiyasyon, Ayinler, Gizli Cemiyetler. Çev. Ayşe Meral. Doğu Batı Yayınları.
Eliade, M. Doğuş ve Yeniden Doğuş. Çev. Fuat Aydın. Kabalcı Yayıncılık.
Levi-Strauss, C. Hüzünlü Dönenceler. Çev. Ömer Bozkurt. Yapı Kredi Yayınları.
McClure, L. K. Klasik Antikitede Kadınlar. Çev. Gülşah Günata. Koç Üniversitesi Yayınları