Richard Sugg, Periler – Tehlikeli Bir Tarih kitabında şöyle der: “Bir zamanlar perilere inanmamak tehlikeliydi. Sonrasındaysa perilere inanmak tehlikeli oldu. E.T.A. Hoffmann’ın bir hikâyesinde aydınlanma çağının ardından periler toplumdan kovulur. Kalan son birkaç peri kimliklerini gizleyerek halkın içinde yaşamaya devam eder. Devran artık değişmiştir. Bir zamanlar her yerde periler vardı, insanlar onlardan korkuyorlardı. Törpülenip çocukların eğlence dünyasına sürgüne gönderilen periler eskiden yetişkinleri korkutuyordu. Periler insanlar için korkunç, tehlikeli ve şaşılasıydı.
Hoffmann’ın hikâyesinde bu kültürel değişimin yansıması vardır. On dokuzuncu yüzyılda başlayan süreçle periler git gide çocuk masallarının dünyasına indirgendi. Yirminci yüzyılda o meşhur ve sevimli Disney perisiyle bu süreç son şeklini aldı. Eskiden perilere korkuyla karışık saygı duyulurdu. Sonra parıltılı ve gökkuşağına tonlarındaki renklere boyanıp ellerine asa tutuşturuldu ve küçük çocukların süs mankenleri oldular. Çizgi filmlere ve oyuncak dükkanlarına sürgün edilen periler bir zamanlar her yerdeydi. Çimlerde, ağaçlarda, kilerde, ev diplerinde… Adımlarınıza dikkat etmeniz gerekiyordu. Bir periye yapılacak saygısızlık hastalık ve kötü şans demekti. Geçen yıl bir antik kentin kalıntılarında arkadaşımla mitolojiyi, ritüelleri ve inançları konuştuk. Dostum bana çocukluğunda köyde şahit olduğu bir olayı anlattı. Bir çocuk epilepsi nöbetleri geçirmeye başlamıştı. Yetişkinlerden bazıları bunu perilere bağlamıştı. Etrafta koşuşturan çocuğun “peri yuvasına” bastığı ve bu nedenle hastalandığına kanaat getirilmişti. O anda o eski perilerin bazı yerlerde hâlâ kültürel olarak yaşadığını anladım.
İlyada Apollon’un öfkesiyle başlar. Tapınağındaki rahip ve kızına saygısızlık yapıldığı için Apollon Akha ordusunun üstüne salgın hastalık salar. Halk inançlarında da periler tanrılar gibi hastalığın kaynağı olarak görülüyordu. Kızdırılmış periler sadece ölüm değil hem zihinsel hem de fiziksel hastalıkları insanlara musallat ediyorlardı. İrlandalı yaşlı bir adam olan Neil Colton şöyle diyordu: “Eski zamanlarda periler genç insanları yakalayıp tüm enerjileri bedenlerinden çıkarırlardı.” 13 yaşlarındaki Mary bir yaz gününde bahçedeki çalıların altında uyuyakaldıktan sonra zihinsel rahatsızlıklar yaşamaya başlar ve ardından felç geçirip ölür. Kız kardeşi yıllar sonra, 1859’da yaptığı açıklamada olayı perilere bağlar. Ona göre o gün Mary izinsiz bir şekilde “peri çalılıklarına” girmiş ve bu nedenle hastalanmıştı.
İngilizcede Away with the Fairies tabiri “Perilerle uzakta” anlamına gelir. Aklını kaçırmayı ve hayaller alemine dalmayı ifade eder. Periler de antik tanrılar gibi, fanilerin akıllarını alabiliyorlardı. Halk geleneğinde onlara inanmamak, saygı duymamak ve ciddiye almamak tehlikeliydi. İnsanlar perilerden bahsederken örtmece isimler kullanıyorlardı. Nasıl tanrının ismini doğrudan ağza almak tabuysa perilerden bahsedilirken de aynı korku yüzeye çıkıyordu. Periler çocukları çalıyor, insanları ve ahır hayvanlarını hasta ediyor, süt ve tereyağının bereketini kaçırıyorlardı. Güçlü etkileri vardı, halkın gözünde adeta tanrısal bir kudretle donatılmışlardı.
Kont John de Salis atalarının yurdu olan Lough Gur (İrlanda) köylüleri için şöyle diyordu: “Normal koşullar altında yaşlılar azizlere dua eder. Ama olur da bu tür dualar cevapsız kalırsa o zaman başka güçlere başvururlar: Periler, tanrıça Aine ve Fennel veya diğer pagan tanrılar. Onlar gelenek yoluyla belirsiz bir bilinçaltında hatırlanıyor gibi görünüyor.” Peri hikâyeleri okuryazar olmayan halk içindi. Pek çok peri masalına “halk masalı” denir ve bunlar doğrudan sözlü geleneğe bağlıdır. Kitabi dinlerin soyut ve karmaşık teolojisi köylüler için değildi. Onlar bu dünyanın içinde geçim ve sağlık derdiyle boğuşuyordu. Etraflarında gördükleri doğadan yola çıkarak kendi halk teolojilerini yarattılar. Politik bakımdan güçsüz bu halk kitlesi resmi din tarafından tanınmayan kendi kozmolojilerini yarattı. Bu herhangi bir pagan ya da tektanrılı din kadar karmaşık ve yoğun bir dünya görüşüydü.
Halk geleneğinde tanrısal güçlerle donatılmış periler bazen insanlara yetenek de bahşedebiliyordu. Hikâyeye göre on üçüncü yüzyılda Thomas adlı bir adam dik bir tepenin yamacında uyurken karşısına bir kadın çıkar. Arkasından gelen tazılarla ve elindeki okla dünyalar güzeli bir kadındır bu. Thomas onu önce Bakire Meryem sanır. Ona övgüler yağdırıp bağlılık yemini eder. Kadın ilk başta adamı tersler, ama Thomas ısrar eder. Kadın onu eğer yanına alırsa, kendisinin kölesi olacağı yönünde uyarır ve tam o sırada kadın çirkin bir kocakarıya dönüşür. Fakat artık çok geçtir; Thomas kadına teslim olmuştur. Periler Kraliçesi adamı çeşitli büyülü diyarlarda gezdirir. Tam yedi yıl boyunca Thomas kraliçenin yanında kalır. Sürenin sonunda Periler Kraliçesi Thomas’ı özgür bırakır. Kraliçe ona büyük bir armağan verir; Thomas artık olağanüstü hikâyeler anlatabilen bir şair olmuştur. Böylece İngiliz edebiyatının ilk şairi, “Uyakçı Thomas” olur.
Tanrıların şairlere, bilicilere yetenek bağışladığı o eski hikâyenin bir nevi Hıristiyanlaştırılmış versiyonudur bu efsane. Ayrıca Periler Kraliçesi tazılarla ve oklarla dolaşmaktadır. Bunlar antikçağda Artemis’in en popüler simgeleriydi. Paganizmin Artemis’i ortaçağda periler kraliçesine dönüşmüştü.
Halka göre her yer perilerin eviydi. Hava, su ve toprak perileri vardı. Yerden çember şeklinde çıkmış mantarlarda bile perileri görüyorlardı. “Peri Halkası” diyorlardı ona. İnsanlar uyurken gece dans eden perilerin iziydi bu mantarlar. Modern peri imgesinin aksine çoğu kanatsız varlıklardı. Mağaralarda, yeraltında, ağaçlarda, çimlerde, denizde yaşıyorlardı. Özellikle yeraltı dünyası perilerle en sık özdeşleştirilen kısımdı. Toprağın altı dinler tarihi boyunca metafizik bir âlem olarak kabul edildi. Orası Toprak Ana Gaia’nın ya da ölülerin kraliçesi Persephone’nin mekânıydı. Madenciler yerin altına inmeden önce çeşitli ritüeller düzenlerdi. Tanrılar, tanrıçalar ve ruhlarla dolu bir dünyaydı orası. Mircea Eliade Demirciler ve Simyacılar kitabında, Asya’daki Müslüman madencilerin hâlâ pagan ritüelleri nasıl yaşatmaya devam ettirdiklerini anlatır. Madenciler yeraltında yaşadığına inandıkları ilahları kızdırmamak için önce çeşitli ayinler düzenler.
Yeni dinler ve inançlar geldikten sonra bile bazı eski imgeler halkın bilincinde yaşamaya devam etti. Hıristiyan köylüler artık gökteki yüce tanrıya inanıyorlardı, Gaia’yı ve diğer toprak ilahlarını unutmuşlardı ama onların yerine perileri getirdiler. 1700’lü yıllarda yaşamış Britanyalı bir entelektüel, büyükannesinin perilerin yeraltında yaşadığına ve genellikle bir köstebek yuvasından çıktıklarına inandığını söylüyordu. Demir çağından kalma mezar höyükleri de halkın gözünde perilerin yuvasıydı. Halk bunlara “peri kaleleri” diyordu. İrlandacada “sidhe” sözcüğü hem tepe hem de peri anlamına geliyordu. Toprağı sürerken buldukları Roma sikkelerine “peri parası” diyorlardı. Taş Devri’nde kalma ok uçları ise onların gözünde “peri okları”ydı. Perilerin fırlattıkları bu oklarla hastalık yaydıklarına inanıyorlardı.
Deniz, göl ve ırmaklar da perilerin cirit attığı yerlerdi. Uçsuz bucaksız deniz insanlık tarihi boyunca korkutucu kabul edildi. Sabit manzara ve belirsizlik insan zihnini denizde korkular doldurdu. Paganizmin deniz ilahları ölünce yerine periler geldi. İskoç folkloru deniz adamları ve deniz kızlarıyla doluydu. İskoçya, Man Adası ve Galler’de foklara peri gözüyle bakılıyordu. Onlar bazen deri değiştirip insan kılığına giren gizemli perilerdi. Fokların o insansı ve etkileyici gözleri halk imgeleminde perileri yansıtıyordu. Meşhur bir hikâyeye göre bir adam, okyanus rengindeki derisini bir yerde sakladığı sürece fok karısını karada tutabiliyordu. Başka bir su kaynağı olan göllerde peri ülkeleri vardı. Antropolog Evans-Wentz 1910 yılında şöyle diyordu: “Lough Gur civarında yaşayan köylüler gölün sularının altında İrlanda’daki Tîr-na-nog’a, Gençlik Ülkesine, Peri Diyarına ana girişlerden birinin olduğuna inanıyor.” Deniz, yeraltı, göl dibi ya da orman… Tüm bu alanlarda sembolik bir gönderme vardır: Buralar insanların çevreye tam hâkim olamadığı yerlerdir. Periler bu bölgelerde doğanın gücünü ve kontrol edilemezliğini temsil ederler.
Çoğumuz artık araba ve inşaat gürültüsünün hâkim olduğu kentlerde yaşıyor. Ya da şehir ortamından geçici olarak çıkılsa bile insanların zihnine kulaklıklardan akan şarkı melodileri giriyor. Geçmişte kırsal kesimde yaşamış ve perilere inanmış bu insanlara nazaran dünyanın sesini daha az duyuyoruz. Evlerimizdeki beton duvarlar ahşap gibi gıcırdamıyor. Pimapen pencerelerimizden ıslık sesi çıkaran rüzgâr girmiyor. Modern kentlerde duyamadığım bu eski sesler de insanın hayal gücünü etkileyen olgulardı. Gece duyulan bir gıcırtı veya ıslık sesi periler evrenini açan bir boyut kapısıydı.
Modern sağlık teknolojisinin olmadığı çağlarda Kilise’nin acı çeken köylülere dünyevi anlamda önerecek pek bir şeyi yoktu. Fransız tarihçi Jules Michelet şöyle diyordu:
Pazar günleri ekmek ve şarap ayininden sonra çok sayıda hasta gelir ve yardım isterdi. Aldıkları tek cevap şuydu: “Günah işlemişsin ve Tanrı seni acıyla cezalandırıyor. Ona şükret, ölümden sonraki hayatta çok daha az eza çekeceksin. Sabret, acını çek, öl.”
Kilise dünyadaki dertlere çözüm olarak soyut bir “öteki dünya”yı işaret ediyordu. Politik ve ekonomik olarak ezilen köylüler için dünyevi bir teori lazımdı. Salgın hastalıklar, ölen inekler, mahsulleri mahveden fırtınalar ile periler arasında ilişki kuruldu böylece. Bu aslında kadim çağlardaki animist dünya görüşüne benziyordu; insanlara kötülük ya da iyilik yapabilecek ruhlar, yani periler her yerdeydi. Bir halk efsanesine göre periler Havva’nın tanrıdan sakladığı çocuklardı. Bir gün Tanrı dünyayı dolaşarak Havva’yı çağırdı ve ondan çocuklarını kendisine göstermesini istedi. Havva’nın o kadar çok çocuğu vardı ki onlardan utanıyordu. Havva çocuklarının yarısını sakladı. Tanrıya sadece eli yüzü düzgün olan çocukları gösterdi. Ama tanrıyı aldatamadı. Tanrı “Benden gizlenen herkesten gizlensin.” dedi. Böylece tüm evren görünmez perilerle doldu.
Yaşamın ve doğanın belirsiz hareketleri karşısında peri inancı köylülere teorik bir açıklama getirdi. Kıtlığın, kuraklığın, bir gecede ürünleri mahveden hava koşullarının, doğar doğmaz ölen bebeklerin, zihinsel rahatsızlıkların bir açıklaması olmalıydı. Kilisenin tedavi yerine öteki alemi işaret ettiği bu dünyada köylüler kendi teolojilerini kurup bir açıklama ve çare aradılar. Topluluğun içinden “peri doktorları” çıkardılar. Bu “doktorlar” perilerle tanıştıklarını veya bizzat periler diyarına gittiklerini söylüyordu. Ellerinde perilerden aldıkları ilaçlar olduğunu iddia ettiler. Halk geleneğindeki peri masalları aslında aynı zamanda geçmiş insanların hayatını anlatıyor. Acılarını, korkularını, ezilmişliklerini, umutlarını…
Kaynakça
Ehrenreich, B. & English, D. Cadılar, Ebeler ve Hemşireler. Çev. Gökçen İleri. Pinhan Yayıncılık.
Sugg, R. Periler – Tehlikeli Bir Tarih. Çev. Cemal Tarımcıoğlu. Fol Kitap.
Warner, M. Bir Zamanlar Bir Ülkede… Çev. Güven Turan. Yapı Kredi Yayınları.