“Geldi bahar ayları gevşer gönül yayları” deriz. Ilık hava, masmavi gökyüzü ve kuşların şarkıları kalbimizdeki gerilimi gevşetir. Gözlerimize bir perde iner; bahar tanrıçası sanki elindeki fırçayla dünyayı yeniden renklendirir. Evde durduğumuz için vicdan azabı çekeriz. Dünya sokaktan bağırıp bizi top oynamaya davet eden arkadaşımız gibi bize seslenir. Bitki örtüsü geçici olarak öldüğü ve insanlar kara kışta hareketsiz bir şekilde evde bekledikleri için geleneksel kültürde kış ile ölüm birbirine benzetilir. Canımız yakan doğalgaz faturaları haricinde birçoğumuz kış ölümünü bu kadar ağır bir şekilde hissetmiyor artık. Bu yazıyı okuyacak olan çoğu insan kentlerdeki apartman dairelerinde yaşıyor, tarlada çalışmıyor, kilerde depolanan yiyeceği yok çünkü semtinde kocaman süper marketler var. Fakat bir zamanlar kışı atlatmak çok daha zordu ve bugün hâlâ bazı kırsal toplumlar için öyledir.
Mihail Bahtin François Rabelais ve Ortaçağ-Rönesans Halk Kültürü kitabında devletin ve dini otoritenin belirlediği resmi bayramların yüzünün geçmişe dönük olduğunu söyler. Resmi bayramda zaman dondurulur, geçmişteki kutsal bir insanı ya da devlet adamını yüceltir. Ciddidir ve neşeye yer yoktur. Resmi bayram çoğu zaman gelecekle ilgilenmez. Geçmişteki mitik ya da gerçek bir olayı/kişiyi anıp mevcut rejimin sarsılmamasını hedefler. Ama gayrıresmi halk bayramının gözü geleceğe bakar. Baharın gelişi kutlanır, dünyanın yeniden canlanması umutla karşılanır. Geçmişe bakmaz halk bayramı, kendini hep yenileyen evrenin ritmine eşlik etmeye çalışır. Dilekler tutulur, temenniler kağıtlara yazılır, baharın müjdecisi göçmen kuşlar sevinçle karşılanır.
Üretimden kendini muaf tutan üst sınıftan değildir çiftçi; bizzat toprağın içindedir. Köylünün gözü doğadadır. Hava durumuna, hayvanlara, göçmen kuşlara, suya bakar. Çobanlar yıldızlara bakıp ne zaman yola çıkacaklarını belirler. Aklı tarlada, tohumlarda, ahır hayvanlarında, hasattadır. Kışı atlatabilmek için sonbaharda yiyecek depolamanın derdindedir. Bir fırtına ya da don ekinleri mahvedebilir, yanlış zamanda dışarı çıkarılan hayvanlar ölebilir, kıtlık yaşayabilir. Çeşitli inançlarla, tabularla ve iyi bir gelecek beklentisiyle dolu bir dünyadır bu. Minik bir tomurcuktan, aylardır belirmeyen bir kuşun görülmesinden, ağaçların ilk kıpırdanmasından mevsimlerin döngüsünü anlar. Binlerce yıl boyunca dilden dile aktarılmış ata mirası bir bilgi birikimidir bu. Martın ortasında bastıran soğuklara “Kocakarı soğukları” deriz. Hikâyeye göre yaşlı bir kadın soğukların bitip baharın gelmesine sevinir. Oğlaklarını otlatmaya çıkarır. Soğuğa lanet eder. Bunun üzerine mart ayı, şubattan birkaç gün ödünç alıp soğuğu geri getirir. Kadının oğlakları soğuktan ölür. Bu halk hikâyesi baharın gelişine hemen aldanmamak gerektiğine karşı bir uyarıdır.
Sonbaharda depoladığı yiyecekle kışı atlatmaya çalışan çiftçinin gözü cemrededir. Persephone’nin yeraltından çıkıp doğaya yaşam öpücüğü vermesini bekler. Havanın, toprağın, suyun ısınmaya başlamasına “cemre düştü” denilir. Cemrenin yere düştüğünde toprağın “nefes aldığına” inanılır. Anadolu’nun bazı bölgelerinde kor halindeki bir ateş olarak kabul edilen cemrelerin yıldızlarla akraba olduğuna inanılır. Tokat yöresinde anlatılan bir hikâyeye göre cemre gökte yaşayan yiğit bir delikanlıdır. Uzaktan gördüğü dünyaya karşı merak duymaya başlar. Toprak Ananın kızlarından birine âşık olur. Gökten suya düşüp yıkanır ve sevgilisine kavuşur. Eril gök ile dişi toprağın birbirine kavuşması çok kadim ve yaygın bir inançtır. Eski Yunanlar Zeus ile Hera’nın evliliğini bir ritüelde kutlardı. Eski inançlar çoğu zaman ölmez, kılık değiştirir sadece. Zeus’un yerine delikanlı kılığında bir cemre gelmiştir artık.
Bingöl, Erzincan ve Muş yörelerinde Mart ayının ilk çarşamba gününe “kara çarşamba” denilir. O gün erkekler alınlarına is sürer, ırmağa gidip bu lekeyi temizler ve suya dua eder. Ayrıca esnek ağaç dallarından bir halka yapılıp hastalar bu çemberden geçirilir. Her bahar yeniden yeşillenip çiçeklenen ağaç yeniden doğuşun simgesidir. Ağaç dallarından yapılan çemberden geçirilen hastanın da sanki ana rahminden yeniden doğuyormuş gibi iyileşmesi istenir. Slav halklarında 1 Mart günü çocuklar ve genç kızlar yüksek yerlere çıkıp “Bahar, güzel bahar! Mutlulukla, büyük nimetlerle gel!” diyerek baharı davet eder. 9 Mart’ta tarla kuşları gelmeye başlayınca evlerde kuş şeklinde çörekler pişirildikten sonra kırlara kuşları karşılamaya gidilir. Bu hafta boyunca yapılan ve yenilen fazla yemekler bereketi temsil eder. Evlerin içi ağaç dallarıyla süpürülür. Gaziantep ve çevresinde 22 Mart gününe “Sultan Navrız” adı verilir. İnanca göre 21 Mart’ı 22 Mart’a bağlayan gece Sultan Navrız ayaklarındaki halkaları gıcırdatarak batıdan doğuya göç eden güzel bir kızdır. Başka bir inanca göre ise kuş kılığına girmiş bir ermiştir. Nevruz gecesi Sultan Navrız’ın geçtiği saatte uyanık olanların bütün dileklerinin gerçekleşeceğine inanılır. Tahtacı Yörükler Nevruz zamanının ölülerin yedirilip içirildiği gün olarak kabul eder. O gün çamaşırlar yıkanır, yemekler hazırlanır. 23 Mart sabahı erkenden kalkılır, yeni ve temiz elbiseler giyildikten sonra mezarlara gidilir. Mezarlıkların başında bulunan ocaklarda kahveler içilip sohbet edilir. Kimi araştırmacılara göre bu gelenekte eski Türk inanç sistemindeki atalar kültünün izleri vardır.
Ben bu yazıyı yazarken balkonun önündeki ağaçta bir serçe cikleyerek çalı çırpı topluyor. Çünkü Nisan sonu serçelerin yavrulama zamanıdır. Doğadaki her hareket adeta zincirleme bir şekilde birbirine bağlıdır. Bir işaret başka bir gelişmenin habercisidir. Birini anlayınca neyin gelmekte olduğunu anlayabiliyorsunuz.
Şarkışlalı Âşık Serdari bir dörtlüğünde şöyle seslenir:
Sekiz ay kışımız, dört ay yazımız
Açlıktan telef oldu bazımız
Kasım demeden buz tutuyor özümüz
Mayısta çözülür gönlümüz bizim
Zordur kışı atlatmak. Âşık Serdari’nin dediği gibi bazen baharı göremez bazı insanlar. Anadolu’nun kimi yörelerinde kışın ardından çiğdem çiçekleri ele alınıp koklanır, yüze sürülerek “Bu sene gördüm seneye de nasip et” diye dua edilir. Halkın gözü hep Gaia’nın gönderdiği işaretlerdedir. Cahit Sıtkı Tarancı “İlk Cemre” şiirinde “Kuşlar gibi azadolmuş sular / Toprağa düşer düşmez ilk cemre” der. Kara kış bitince canlanır doğa, sular özgür kalır.
Gökyüzü de canlanır. Baharla beraber gökte leylekler belirir. Sıcak yerleri severler. Ağustos sonuna kadar Anadolu’da kalırlar. Mart ortası gibi kırlangıçlar gelir. Karakteristik uçuşlarıyla gökyüzüne bir düğün eğlencesi getirirler. John Fowles Büyücü romanında onları oyun oynayan çocuklara benzetir. Anadolu’da kırlangıçların bir altta bir üstten uçuşları yağmurun habercisi olarak kabul edilir. Yaygın bir inanca göre nisan yağmuru şifalıdır. Kimi yerlerde göz ağrısına iyi geldiğine inanılır. Ya da bir kapta toplanıp şifa niyetine içilir. Eskişehirli yazar Ergün Veren annesinin nisan ritüelini şöyle anlatır: “Eskişehir’de nisan ayında ilk gök gürlemesi işitildiğinde annem eline bir demir parçası alır ve evde kim varsa herkesin vücuduna baştan ayağa kadar küçük vuruşlar yaparak ‘çelikler’ ve ‘artık bu yıl hasta olmazsınız’” der. Kuzey ikliminde ise bazen yağmur yerine güneş istenir. Karadeniz’in bitmek bilmeyen yağmurlarından bıkan halk güneş isteme duasına çıkar. Bu ritüel Hemşin’de “bubrik”, “bubirdak”, “ablik bublik”, Trabzon’da “gusgusdera” olarak bilinir. Çalı çırpıdan yapılan bir kuklaya elbise giydirilir. Elbisenin özellikle kırmızı renkte olmasına dikkat edilir (kırmızı renk güneşin simgesidir). Çocuklar maniler eşliğinde kuklayı gezdirir. “Allahım yarın kırmızı güneş ver” diye dualar edilir.
Cemrelerden sonra ağaç dalları yeşermeye başlar, yani ağaçlara “su yürür”. Kışın ölüp baharda canlanan ağaçlar yaşamın ve uzun ömrün sembolüdür. Mersin, Anamur’daki Tahtacı Yörükler ağaç kesmeden önce “Allahım, bu ağacı kesmek zorundayım, ekmeğim ağaçtan, yaşamak için buna mecburum.” derdi. Anadolu’da dahil olmak üzere birçok kültürde genç ağaçların kesilmesi tabudur. Çocuğun yaşamıyla özdeşleştirilir. Yaş ağaç konan eve uğursuzluk geleceğine inanılır. Sonra Mayıs’ın başında Hıdırellez gelir. Yazın müjdeleyicisidir. Kağıtlara dilekler yazılır ve suya atılır. Suyun kenarında arzulanan şeyin resmi taşa çizilir. Bazı bölgelerde resmin ortasına mum dikilip dilek tutulur ve yanan mum bitene kadar başında beklenir. Gece yatarken de aynı dilek tutulur. Bazen de dilek kağıtları gül ağacına asılır ya da karınca yuvalarından toplanan toprakla beraber kırmızı bir kesenin içine konulur.
Avrupa’da ise 1 Mayıs’ta köy meydanına Mayıs Ağacı/Direği dikilir. 1 Mayıs günü Alman ve İrlandalı köylüler ahırların kapılarına Mayıs ağaçları diker. Bunun ineklere daha fazla süt verdireceğine inanılır. Bazı yerlerde ise köy meydanına dikilen meşe ağacının etrafında halk dans eder, daha sağlıklı olmaları için sığırları bu ağacın etrafında koşturur. Kimi yerlerde ise köylü gençler şarkılar eşliğinde ormana gidip ağaç keser ve bunu köye getirir. Ağaçtan koparılan dallar evlere asılır. Baharda yeşillenip yeniden doğan ağacın yaşam gücünü evlere aktarma inancı vardır bu gelenekte.
Havanın, ekinlerin, hayvanların durumunun gelecekte nasıl olduğunu merak eden halkın dünyası ritüellerle doludur. Bu evrende uğurlu günler inancı, bereket beklentisi ve kıtlık korkusu vardır. Hıristiyan köylülerin pazar gününü ibadete ayırıp iş yapmaması gibi, İslam’ın hâkim olduğu Anadolu’da cuma günlerine dair tabular vardır. Bir rivayete göre İslam öncesi Arabistan’da cuma günü Kureyşlilerin toplanıp önemli konular tartıştıkları gündü. Cuma namazı vaktine kadar temizlik yapılmaz. Süpürülenlerle beraber evin bereketinin kaçacağına inanılır. İbadete ayrılan cuma gününde dünyevi işleri yapmak uğursuz kabul edilir.
Trabzon’un Akçaabat ve Akçaköy yörelerinde sabah uyanınca yapılacak ilk iş kapıyı açmaktır. İnanca göre bu saatler herkesin rızkının dağıtıldığı saatlerdir. Günün erken saatinde dış kapı açılmazsa evin bereketi kaçar. Kuşların şafakta ötmeye başladığı an kapıyı açmak için en uygun saattir. Akşam vaktinden sonra ise kapının açık bulundurulmaması gerekir. Karanlığın çöktüğü gece vakti cinlerin, ruhların ve canavarların havada cirit attığı zamandır. Eğer kapı açık unutulursa şeytanlar eve girer. Evin bereketi ve uğuru kaçar. Uşak yöresinde akşam sakız çiğnendiğinde ölü eti çiğnenmiş olabileceği söylenir. Elbiselik kumaşlar her istenildiği anda biçilmez. Belli günler uğursuz kabul edilir. Biçme işi mutlaka gündüz yapılır. Gece biçilen elbisenin erken yırtılacağına inanılır. Elbiseyi ilk kez giyme anı da önemlidir; yeni elbise hiçbir zaman öğleden sonra ya da geceleyin giyilmez. En iyi giyme zamanı sabahtır. Geleneksel kültürde insan doğa fenomenleri ile kendisi arasında özdeşlik kurar. Güneşin batmaya başladığı an ölümü simgeler. Sabah yeni doğmuş güneşin ışınları ise bereketi ve canlılığı simgeler. Yine güneşin batmaya başladığı anda uyumamak gerektiğine inanılır. Bu saatlerde uyuyanın ömrünün kısalacağına inanılır. Sivas Şarkışlı’da ikindi ile gün batımı arasına Cançıktı denilir. Bu saatte yemek yenmez, yiyenin ömrünün kısalacağına inanılır.
Ayın evreleri yapılacak işlerin gününü belirlemede başka önemli bir andır. Ayın on birinci ve on ikinci günleri gökteki ayın dolunaya yakın olup parladığı zamanlardır. Bugünlerde iş yapmak uğurlu sayılır. Hayvancılar “Aysız koyun kırpılmaz” der. Ayın gökyüzünde parlamadığı günlerde fidan dikilmez. Anadolu’da ayla ilgili şöyle inançlar ve deyişler vardır:
Ay yeniye geçmeden tohum ekilmez.
Ay yeniye geçmeden tarla biçilmez.
Aysız ağaç kesilmez, kesilirse kereste olmaz.
Aysız tarla gübrelenmez.
Bu inançlar sadece Anadolu’da değil tüm kültürlerde evrenseldir. Ayın doğuşundan dolunaya kadar geçen süre uğurlu kabul edilir. Git gide parlamaya başlayan ayla beraber yapılan işin de hayırlı olacağına inanılır. Dolunayın azalmaya başlayıp sonunda ayın kaybolduğu evre ise ölümü simgeler. Bu sırada yapılan işlerin bereketsiz olacağına inanılır.
Gökte süzülen kuşlar da halk bayramlarında sahneye çıkar. Baharın müjdecisi guguk kuşu Doğu Avrupa’nın bahar kutlamalarında neşeyle karşılanır. Kadınlar ormanda toplanır, bez parçalarından yaptıkları kuş figürlerini ağaç dallarına asıp üzerlerine haç takar. Kadınlar şarkı söyleyip guguk kuşlarını çağırır. Guguk kuşu aynı zamanda bir kehanet simgesidir. Köylüler kuşun ötüş tınısına göre gelecek hasat hakkında tahminler yürütür; güneşin doğuşundan önce ve yeşil bir ağaçta öterse yıl verimli geçecektir, gece yarısı çıplak bir ağaçta öterse açlık ve sefaletle dolu bir yıl geliyor demektir. Danimarka’da bekar kadınlar guguk kuşunu ilk kez duyduklarında ellerini öper, “Guguk kuşu, guguk kuşu, ben ne zaman evleneceğim?” diye sorar. Kuş kaç defa öterse kadınlar o kadar yıl beklemek zorundadır. İskoçya’da kahvaltıdan önce guguk kuşu sesi duyulursa kötü şansın geleceğine, tok karınla duyulursa her şeyin güzel olacağına inanılır. Başka bir inanca göre cebinde para varken guguk kuşunu duyan insanın fakirlikten korkmasına gerek yoktur.
Toprağı ekip biçen insanlar için doğa görsel bir takvimdir. Her hareket her çevrim bir takvim yaprağına denk gelir. Tarlalarda salyangozların ortaya çıkması toprağın yumuşadığına ve kazılmaya elverişli olduğuna işarettir. Göçmen kuşların bölgeyi terk etmeye başlamasına “Kuş Gündönümü” denir. Sığırcık sürüleri bir bulut gibi gökyüzünde süzülür. Köylüler bugün ekim yapmaz, çünkü kuşların tohumları toplayıp ekinleri azaltma ihtimali vardır. Ama yine de tohum saçılırken onların payı da hesaba katılır; “Şu kurtlara, şu kuşlara” denilir. 16 Kasım günü börtü böcek soğuktan gizlenmeye başlar. Artık kara kışın ayak sesleri yaklaşmaya başlar. Mircea Eliade Avrupa kırsalındaki inançların Klasik Yunan mitolojisinden daha arkaik bir katmanda olduğunu söylüyordu. Atalarımızın korkularını, ümitlerini ve mitolojilerini anlatır.
Kaynakça
Mihail Bahtin, François Rabelais ve Ortaçağ-Rönesans Halk Kültürü, çev. Sabri Gürses, Alfa Yayınları, 2016.
Ergün Veren, Anadolu Halk Takvimi, Doğan Kitap, 2019.
Ulaş Tanrıkul, Kuş Mitolojisi, Karakum, 2022.