Menemeni çok severim arkadaş. Hele biberleri domatesin içinde erimişse, hani bir de güzel yapan olursa, ekmeği bandıra bandıra parmaklarımı yerim. Değme keyfime… Hiç mütevazi olmaya gerek yok iyi de yaparım ha. Bu yüzden yapılanı da zor beğenirim, böyle de biline… Uzun bir aradan sonra şu güzelim havada, bir Pazar sabahı toplaşmışız. Ne derdiniz var be birader? Huysuz ihtiyarlar gibi. Açılacak konu mu kalmadı? Neymiş bu ülke insanı değişime hazır değilmiş, neymiş batıyla aramızda 300 yıl varmış, neymiş halk tebaa olmaktan çıkamamış, neymiş iyi şarap için üzümün olgunlaşmasını beklemek gerekirmiş. “Eh tamam olgunlaşmadı, ne olacak öylece bekleyecek miyiz?” diyorum. “Olgunlaşır, olgunlaşır, insanlık tarihi hep ileri gitmiştir. Öyle umutsuz bakmak olmaz” diye cevap geliyor anında. “Yaban üzümü bunlar” diyor beriki.
Bu kadar bakımsız, ilgisiz kalırsa ne olacak, yaban üzümü olur tabi.
“Kendi kendine üzüm bile yetişmez hocam. Gübre vermelisin, su vermelisin, ne bileyim anlamam bu işlerden amma çapa yapmalısın. Yani illaki bir şeyler yapmalısın. Biz ne yapıyoruz? Üzümler yabanileşirken oturmuş burada konuşup, söylenip duruyoruz.”
“He gülüm hala bekliyoruz olmasını beklediğimiz şeyleri.”
“Vay doktor hoş geldin. Gel otur hele, söyle bir menemen!”
“Hep aynı terane gidiyorsunuz abi, sanki kendi kendine her şey olacakmış gibi konuşup duruyorsunuz.”
Değişim Kimin İşi?
Doktorun girişini bölerek konuşmaya yeniden girmek istiyor. Kalın ensesinden olacak başını çevirmekte zorlandığından sağında solunda oturanlara hakimiyet kurmak istercesine sandalyesiyle birlikte biraz geriye doğru gidiyor. Kaşlarını çatıyor. Heyecanını açık verecek bir ses tonunda ama tane tane konuşuyor.
“Yok abiler. Durun hele bir. O işler öyle düşündüğünüz gibi değil bir kere… Kafadan sallayıp konuşmayın. Bak bir topluma yüklenemeyeceği bir yükü veremezsin. Sen biliyor musun ki bu ülkede 10 milyona yakın insan okuma yazma bilmiyor ya da okuma yazma biliyor ama ilk okul diploması dahi yok. Ne diyorum dikkatli dinle. Nüfusun neredeyse yüzde 15’i… Şimdi kalkmış bu toplumdan bir değişim bekliyorsun.”
“İyi de abi değişimi zaten toplumun önünde olanlar yapar.”
“Ya arkadaş ne önü ne arkası. Okumuşlar sanki allame-i cihan. Sersefil olmuş eğitim kurumları, üniversiteler propaganda düzeni. Çocuklar buralarda okusa ne yazar.”
“Öyle deme. Bak bizim çocuklar şimdiki Boğaziçi’ni kazansa üzülür ama iktidarın destekçisi o toplumsal kesimler için durum aynı değil. Onlar için kabuklarından çıkmak anlamına geliyor bu dönem.”
“Yahu konudan sapmayın, rakamın büyüklüğünü anlıyor musunuz? Hem de bu devirde. Bir yere çalışmak için başvursalar işe alınamazlar. İlkokul diploması dahi yok diyorum, anlıyor musunuz? Yani ülke nüfusunun yüzde 15’ine yakını senin öyle sandığın gibi anlayacak, dinleyecek, yorumlayacak kapasiteden külliyen uzak… Elifi görse mertek sanır. Mültecileri saymıyorum bile. Bakın biliyor musunuz, 2.8 milyon kadın okuma yazma bilmiyor, 3 milyon kadın diplomasız. Aha bunlar resmi rakamlar. Bir de bu kadınlar çocuk büyütecekler! Zaman lazım zaman. Öyle devrimle, ben yaptım oldu bitti yöntemleriyle, kökten çözümle o işler olmaz. Onlar geçmişte kaldı. Değişim diyorsan zamana ihtiyacı var. Üzüm olgunlaşmak için zaman ister.”
“İyi de abi böyle otura otura kendiliğinden olmasını mı bekleyeceğiz? Bak bu duvarların arkasında kurduğumuz konforlu yaşam içinde elimizdeki olanakları kaybetmemek adına hiçbir şey yapmazsak nasıl olacak bu işler? De bir şeyler…”
Sabırsızca araya giriyor.
“Yahu değişiyor diyorum ya. Bak gençlere. Sizin sandığınız gibi değil onlar. Senin oğlun benim kız bize mi benzeyecek sanıyorsun? ‘Tamam ekmeğimi verebilirsin ama yanlış düşünüyorsun, benim yaşamımı şekillendiremezsin’ diyorlar. ‘Benimkine ben karar veririm’ diyor. İtiraz ediyorlar.”
“Abi ne itirazı ya. İtiraz edelim dediler ülkeden gitmek zorunda kaldılar. Bak okumuş çocuklar gidiyor geri dönmüyor. Bir de ülkenin bütün gençleri dediğin gibi mi sanıyorsun? Her yer tarikat kaynıyor. Gençlerin tümü düşündüğün gibi değil bir kere.”
“Ya öyle kazalara bakma. Eninde sonunda değişirler, ileriye gider her şey. Bize bak bir. Böyle miydi? Cumhuriyet kurulduğunda bu muydu hallerimiz?”
“Abi neyinize bakayım? Biz toplumda ne kadarı temsil ediyoruz. Yapma Allah aşkına. Hem hepiniz maşallah epey semirmiş, düzenden beslenmişsiniz. Ne yani kazanımlarınızdan vazgeçebilir misiniz şimdi? Göze alabilir misiniz? Söyle şimdi bana abi, şu duvarların dışında en ufak bir muhalefet yapabilir misin? Tıs… Yalnızca tıs. Böyle ortamlarda konuşmayla neyi değiştirebilirsin?”
“Öyle deme, hiçbir şey yapmıyor değiliz herhalde.”
Temizlersen Solcuları, Ararsın Şimdi Dünü!
Göğüs kafesini doldururcasına nefesini çekerken donuk gözlerle bana baktığını fark ettim. Ardından bir sigara yaktı. Epey dolmuş olduğunu hissetmemek mümkün değildi.
“Ne yani şimdi bu ülkede adaletin, özgürlüğün, insan haklarının olduğundan söz edebilir misiniz? Bugün koşulları 12 Eylül’den beter yahu. Görmüyor musunuz olan biteni? O beğenmediğimiz Kenan Evren bile, askerler bile kanunlara dikkat ederek hareket ederdi. Şimdi ortada kanunları takan mı kaldı?”
“İyi de kime ne? Bak Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi var. Bu iktidara oy veren toplumsal kesimler henüz karnını doyurma, belki bir ev alma hayalini yaşayan ihtiyaçlar hiyerarşisinin alt basamağında duran kesimler. O konulara çok uzaklar bir kere. Onlara bu kadar demokrasi yetiyor. Hem sen bunca yıldır bu kesimleri dışlarsan, ekonomiden, sosyal hayattan dışlarsan ne olacaktı? Adamın köyünde önceden demokrasi var mıydı? Yani zaten demokrasiden anladığı ne ki? Senin benim anladığımı mı anlıyor? Üniversitelerden hocalar atılmış, yazar, gazeteciler tutuklanmış umurunda mı sanıyorsun? Bak şu arka mahalledeki insanlara. Şimdi şakır şakır okey taşlarını döndürüyorlar. İşçiden bahsediyorum işçiden. Sanıyor musun o eski işçiler kaldı? Siyah iki gelse de okey dışarı yapsam hayalinden başka bir şey düşünmüyor şu anda. Sonra sen bu kitleden ileri demokrasi bekliyorsun. Yok artık daha neler!”
“Abi onlardan beklemiyoruz zaten, toplumun önünde olduğunu, okumuş etmiş, olan bitenin farkında olduğunu düşündüğümüz kesimlerden bekliyoruz. Daha kaç kere söyleyeceğim. Ama görüyorum ki ilişmeyin bize diyorsun.”
“Bizim kuşak başarısız kardeşim. Biz 12 Eylül’de teslim ettik her şeyi. Gerçeği konuşalım. Hiçbir şey yapmadık. Kepçeyle kazanma yarışına katılmanın dışında hiçbir şey umurumuzda olmadı. Faşizm bütün gücüyle çullanırken görmezden geldik, mal mülkün peşine düştük. Ne varsa teslim ettik.”
“Ha şunu diyeydin. Temizlediniz solcuları, ararsınız şimdi dünü.”
“Hocam sen bu konulara karışma bence. Sen Allah bir desen kimse inanmaz. Bir kere solcusun. Bu halkın gözünde marazsın.”
Şurada, şu güzelim havada menemenin keyfini sürecektim. İçine ettiniz. Yaban üzümü de yaban kalsın. Sanki üzüme ihtiyacınız var, derdiniz bağcıyı dövmek…