Şu İstanbul trafiği yok mu, öldürür insanı. Geç kalırım endişesiyle bir buçuk saat önce yola çıkmışım. Gele gele ancak bu kadar. Yine aynı köprü, yine aynı trafik… Ben de yıllardır aynı umutla nasıl yaşıyorum anlamadım gitti.
Belki beş on dakika gecikmeyle yetişirim… Hem neden olmasın, büyük olasılıkla köprüyü geçince yol açılır, daha hızlı giderim. Bak navigasyona. İlerisi açık, o da aynı şeyi söylüyor…
Yahu biraz geciksek ne olur yani? Anladık, canlı yayın. Ama nihayetinde dijital platformdan olacak, bildiğimiz televizyon değil ya!
Benim ki de laf işte, amma dert ettim kendi kendime. Gevşe biraz, boşver. Şu hayatta biraz da bizi idare etsinler.
Konuya da bak. Dön dolaş aynı şeyleri konuş. Neymiş, yaratıcı endüstriler. Kimin umurunda arkadaş… Gel şu şehri konuşalım. Şu çarpık yapılaşmayı, şu nefes alınmaz havasını, şu yol boyunca muntazam aralıklarla dizilmiş mendil satan, simit satan, su satan ne varsa çarpık ama reel ekonomiyi… Şu biçimsiz üst geçitleri, köprü geçişlerinde alınan saçma sapan ücretleri… Şu bilmem kaç model arabasının camını açmış bangır bangır müziği dinlerken elinde tespihi, sigarasını yola fırlatan, olmadı adeta tükürmekten zevk alırcasına kendini tutamayan, gitmeyen trafikte korna sezonu açılmış gibi önüne gelene taciz yaşatan pespaye insanları… Gerçeklik mi, al sana gerçeklik, konu mu al sana konu!
Aşağı yukarı onbeş yıl olmuş o makaleyi yazalı. Bak o günden bugüne ne olmuş ki! Sanki çok önemli. Vakti zamanında yazdığımda yayınlatacak yer bile bulamamıştım. Belki birkaç yıl sonra olabilir, üniversitenin eksik yayınlarını tamamlama telaşına düşmüş bir dergisi için “hadi bunu da koyalım” türünden bir kabul almıştım. Eminim o vakitler kimse de okumamıştır. Zaten okunsa şaşardım…
Sonra muhtemelen zaruretten olacak ilerleyen yıllarda daha çok dile gelmeye başlamıştı. Öyle ya artık uluslararası literatürde, Avrupa’daki akademisyenlerin yazılarında, ekonomide “Yaratıcı Endüstriler” daha bir ilgi görüyordu. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD) gibi kurumlar ülkelerin yaratıcı ekonomilerine ilişkin verilerini toplamaya başlamış, bu alanda yatırım, kredi, iş gücü gelişimi kapsamında uluslararası fon ve kredi kuruluşlarından destekler verilmeye başlanmıştı. O zaman doğal olarak önem kazanacak ama, değil mi?
Ne önem? AB’den, Dünya Bankası’ndan, uluslararası fon kuruluşlarından kredi gelsin, borç gelsin. Para gelsin de nasıl gelirse gelsin. Adamlar madem yaratıcı endüstriler alanında para verecekler o zaman biz de yaratırız bir şeyler abi…
Akademisyenler de bazen saf salak oluyorlar galiba. Kalkınma ajansları yaratıcı endüstriler üzerine destek üzerine destek açıklıyor, AB proje çağrıları yapıyor ya! Üniversiteler de proje yapacağım diye bunların peşinde. Hocalar da projeleri yapma derdine düşmüş bu üniversitelerin hazır ve nazır elemanları zaten. Sonra gelsin şov… Salla babam salla… “Türkiye orta gelir tuzağından kurtulacak, yeni ekonomi vizyonuyla her şey değişecek, gençler bilgi ekonomisiyle kazanacak” türünden tumturaklı konuşmalar, nutuklar, yazılar…
Ortada bir ekonomi yoktu ama hatırladığım kadarıyla iyi bir gürültü vardı.
İlk makaleyi yazdığım yıllar 2006 ya da 2007 olabilir. İnternet ortamında görmüştüm kavramı. Henüz fazla bilen eden de yok. 2005 yılı AB Lizbon Toplum Programı için yazılmış bir makaleydi sanırım. Medya endüstrisi üzerine çalıştığımdan olacak yazıya bu yüzden denk gelmiştim, ilgimi çekmişti. Çalışma “yaratıcı sektör” kavramını kullanmıştı hatırladığım kadarıyla. Medya ve kültürün nasıl katkı sağlayabileceğini değerlendiriyordu.
Ama yazıda asıl ilgimi çeken ise bu konunun 1990’lı yıllara kadar gitmesiydi. İngiltere’de uzun yıllar süren muhafazakar Thatcher ve halefi John Mayor iktidarının egemenliğine son veren yeni solun temsilcisi Tony Blair hükümeti “Yaratıcı Endüstriler Görev Gücü” adıyla bir şeyler oluşturmuş, Kültür, Medya ve Spor Departmanı adıyla bir birim (bizde bakanlığa denk gelen birim) kurmuş, yaratıcı haritalama çalışması yaparak, yaratıcı iş gücü kavramını kullanmıştı. İngiltere sağlam bir şekilde hazırlanıyordu. Bugünden bakınca dünyanın en büyük bilgi ve yaratıcı ekonomilerinden biri olmasına şaşmamak lazım.
Endüstrinin bileşenlerinde neler yoktu ki? Reklam ve Pazarlama, Mimarlık, El Sanatları, Tasarım, Grafik ve Moda, Film, TV, Video, Radyo ve Fotoğraf, Bilgi Teknolojileri, Yazılım ve Bilgisayar Hizmetleri, Yayımcılık, Müze, Galeri ve Kütüphaneler, Müzik, Performans ve Gösteri Sanatları…
Sonra birçok uluslararası kuruluş fili tarif eder gibi Yaratıcı Endüstrileri tarif etmeye, sınıflandırmaya ve ölçümlemeye başladı.
Taksim Divan’a 25 dakika gösteriyor. Arkadaş adamlar ne yaratmış işte. Bak işte dijital teknolojilerine. Cep telefonuna bakıyorsun sana gideceğin yere kaç dakikada varacağını söylüyor. Sıradan bir işlem gibi duruyor değil mi? Yok öyle sıradanlık. Milyonlarca insan kullanıyor, milyonlarca veri. Sonra bu verilere göre pazarlama, yeni işler, yeni ekonomi. De bakayım sen mi yazdın bunu? Hayır. Google tüm verilerini topluyor mu? Topluyor. Sen ne topluyorsun? Nal…
Şimdi kadına ne anlatacağım? Bunları söylesem olmaz. Hep iyi şeyler duymak isterler. “Hocam bize biraz umut verin, iyi şeyler söyleyin. Bakın ülkede insanlar, gençler çok karamsar. Hiç mi iyi bir şey yok?”
Hep aynı laflar. Neyin umudunu vereyim arkadaş? Ülkenin politikacısı, bürokratı, oy veren boyunu aşmış insanı, geçtim bunları bilim insanları gerçeklikten, zamanın ruhundan kopmuş. Kimsenin işine gelmiyor bir gram yerinden oynamak, değişmek… Herkes yaşadığı alışkanlıkların esiri. Kurdukları o küçük dünyalarında geleceğin “pigme”leri olmaya namzet olmuş her biri… İşin kötüsü halkında bundan bihaber olduğu açık.
Bak ne diyeceğim… Yıl 2011. Ülkede yaratıcı endüstrilerde çalışan sayısının toplam istihdam sayısına oranı yüzde iki. Nasıl rakam ama… Yanlış görmedin. Yalnızca yüzde iki. Üstelik reklamcılık ve pazarlama gibi bir istihdam alanını, yani istihdam verileri muğlak ve şişirme potansiyeli yüksek bir alanı da bu istihdam rakamlarına kattığın halde ancak bu yüzde dilime erişiyorsun. Aradan biraz zaman geçiyor TOSYÖV bir rapor açıklıyor. 2019 yılı itibariyle bu oran kaç mı? Yüzde 2,15. Ne gelişme ama ne kalkınma!
Al sana başka bir veri. İzmir Kalkınma Ajansı bulgusu… Belirli sayıda bazı iller için yaptığı bir çalışmadan. 2010 senesinde yaratıcı endüstriler alanında üretim 25 milyon 574 bin USD. 2017’de ise aynı iller için yine rakam açıklamışlar. Üretim 25 milyon 135 bin USD. Yani gelişirken yorulmuş olacak küt diye düşmüş.
Türkiye’nin toplam üretimi içinde yaratıcı endüstrilerin payı yüzde 3 iken imalat endüstrisinin payı yüzde 42. İnşaat yüzde 14, bilgi ve iletişimin payı ise yüzde 3. Bu da 2017 yılı verisi. Bildiğin el işçiliği, imalat, inşaat ülkesi. Düşük kazançlı amelelik ekonomisi… Buyur işte gençlerin ne olacağı bugünden belli. Bilgi ekonomisine fersah fersah uzaklarda bir yerlerde geziniyoruz.
Bu Birleşmiş Milletler’in UNCTAD’ı var ya onlar da bazı rakamlar açıklıyor her yıl. Gerçi devletlerin düzenlediği ve kendileriyle paylaştığı verilere göre açıklıyorlar bu rakamları ama güveneceğiz artık. Doğru kabul ettiğimizi varsayalım. Sonuç mu, durum yine vahim.
2015 verilerine göre yaratıcı mal ihracat verileri açıklamışlar. El sanatları alanında payımız fena değil. Zaten bir tek onda fena değil. Muhtemelen gelen turistlere olmadık fiyatlardan, bir daha almamaları için sattığımız, kakaladığımız mallardan olabilir. Görsel sanatlar mı dersin, gösteri sanatları mı dersin, görsel işitsel mallar mı dersin? Hepsi yerlerde sürünüyor. Zaten ülkeye bakınca resim ortada değil mi? Sanat mı var, bilim mi var, kültür mü var?
Hem neden sürünmesin? Çiçeği burnunda yeni bir üniversitede yeni bir hoca olarak başlamışım. Diyorlar ki, “hocam sen bu konuyla ilgilenmiş görünüyorsun, yayınların da var, gel şu merkeze sen müdür ol”. Ya olurum da ne merkezi? “Kreatif Ekonomi ve Araştırmalar Merkezi”… Ha diyorum “siz yaratıcı ekonomiyi kastediyorsunuz”. Yok diyor diğeri sözümü keserek. Kreatif diye tekrar ediyor. Kreatif…
Meğerse yaratıcı kelimesini kullanmak istememişler. Neymiş yaratmak Allah’a mahsus. Fesuphanallah…
Neyse on dakika gecikmeyle de olsa vardım. Hangi oda acaba? Şu giriştekiler de doğru yönlendirseler keşke…
Hepi topu 20 dakikalık program. Her şeyi söylemeye zaten zaman yetmez. Bu verileri anlatsam “of yine mi aynı şey” derler. Canlı yayını geçtim, muhtemel sonrasında dahi Youtube üzerinden izlemezler. Sonuçta “götür beni aya” demiyoruz ki birader…
Yapımcı da “gençlere tavsiyelerinizi söyler misiniz” deyip duruyordu. Ne diyeyim şimdi? Neyin tavsiyesi? Sanki dümenin başında ben varım. Hem bu gençlerin ne kadar umurunda ki bu konular. Varsa yoksa halden şikayet. Bir mızmızlık korosu gibiler…
Üstelik madem kısa yoldan büyük kazanç peşinde koşan şu malum iş dünyası dinleyecek beni. Madem ülkedeki karar vericilerin bu tür ekonomiye, katma değer yaratacak işlere ilgisi göstermelik. Madem yalanlarla bezenmiş, umut vaat eden ekonomi verilerinden, sözlerden herkes memnun. O vakit… Bana ne canım, vereyim coşkuyu gitsin…
Kapak Görseli: Green Chameleon/Unsplash