Yaz Aşkım

0
374

“Başlamam

Gideceğini bile bile bu aşka başlamam

Ne seni ne de kendimi ateşe atamam

Anla beni, yaz aşkım

Amma da kafa ütülediniz arkadaş! Tamam deniz kıyısındayız, anladık. Tamam uzanmışım kumsala, güneş damlıyor içime. Tamam hakkınız var, müzik ruhun gıdası. Tamam “vallahi biz de normal insanız”, ortama uyacağız. Ama birader bu kadar da dayamanıza ne gerek var!

Bangır bangır sesler zihnimde uçuşuyor. Ben böyle aşkın…

Seninki de iş mi aslanım? Yanmışsın sere serpe hayattan çalıyorsun. Kafayı yorduğun konulara bak… Hem sana ne? Sen ne anlarsın yazdan, aşktan?

Aşk dediğin sınıfsal bir konu değil mi sonuçta? Şimdi düşün hele bir. Her sınıftan herkese aynı şeyi mi ifade eder aşk? Karnı doymayanın aşkı nedir ki! Şu yukarıdaki büfenin köşesinde altı kardeş tek tencereye kaşık sallayan midyeci çocuğun yaz aşkı nasıldır mesela. Ya da şu kumsalda çöpleri toplayan, getir götür işleri yapan gencin…

“Kül Kedisi” hikayeleriyle ne kadar oyalamaya çalışırsan çalış olmuyor işte… Gelip geçici aşk mı olur bir kere? Dedim ya, bu konu beni aşar diye. Bunu rahatı yerinde olanlara sormalı.

Ne kadar saçma gelirse gelsin ne kadar anlamsız bulursan bul var. Var işte… Anlatanlar sallamıyor herhalde. Belki de aşkları gelip geçici düşünen, hatta bunu bilerek yaşayanlar da olabilir bu alemde. Kabullenmeyebilir, “hadi canım” diyebilirsin ama olabilir. Bir aylık, iki aylık, üç aylık aşklar. Kış aşkı, yaz aşkı, ilkbahar ya da sonbahar aşkı mesela… Hatta ısmarlama yaşayanlar bile olabilir.

“Bu yaz boş musun?”

“Evet.”

“İki ay Bodrum’dayım. Ne dersin, oradan da Yunan adalarına kaçarız?”

“Hımm, cazip görünüyor. Biraz düşüneyim.”

“Ama çabuk ol, bekletme. Yaz başlamadan planımı kesinleştirmem lazım.”

Yaşıtlarımdan bazılarının gençlik anlatılarını düşününce, neden olmasın? Herkes çay şeker çuvalı taşıyacak değil herhalde…

İlk, ilk değil ki bu başıma gelen.

“Ooo üstat nasıl yakaladın onu öyle?”

“Sorma. Ben de tahmin etmiyordum. Kerata oltaya takıldı desem yeridir.”

“Burada balık çıkıyor mu?”

“Bak şu kayalık tarafta denedim.”

“Yahu altı üstü bir tane balık. Keşke geri bıraksaydın.”

“Tekir sevinecek, boşa gitmez.”

Kumları da gözüme sokaydın… Boynundaki zincire, vücudunu öne yatıran göbeğine bakılırsa pek bir ehli keyif. Bir gün de balığın gözünden bu dünyayı gör be birader. Bir gün de balığın halini anla…

Bunu benden isteme!

“Dolar aldı başını gidiyor şekerim.”

“Ay bilemiyorum. Çok fena.”

“Daha geçen yıl bizim kıza buradan bir yazlık almıştık. Fiyatlar ikiye üçe katlamış.”

“Aman sana ne. Seninki dolarla iş yapmıyor mu?”

“Öyle deme. Bak şurada bir hamburger bir patates kızartma aldım. Beş yüz lira.”

“Bodrum’dasın şekerim, buralar böyle…”

“Tamam iyi de şunun içindeki malzemelere bir baksana. Domates desen domates değil, turşuya bak, iki gram köfte. Patateslerin suyu çıkmış.”

“Of sen de! Biraz keyfini çıkar yahu.”

Ama benim keyfimi kaçırdığın kesin. Sanki “Avrupa Yakası” dizisindeki “Şahika” çıkmış gelmiş… O domatesi, patatesi, o turşuyu zor bulursun artık. Tarım mı kaldı ülkede? Köylü ormanını çiftçi toprağını korumaya çalışırken neredeydin? Ya su kaynakları, doğa, dağlar tepeler altıncıların uğruna tahrip olurken…

Dönemem verdiğim sözden. Böyle çabuk dönemem.

“Burası bizim sitenin plajı değil mi?”

“Evet, ne oldu?”

“Ne bileyim, güvenlik ne yapıyor acaba?”

“Ya ne oldu?”

“Bak şu tiplere. Daha önce gördün mü hiç onları? Araplara benziyor?”

“Belki siteden ev kiralamışlardır?”

“Paranın gözü çıksın. Millet iyice bozdu.”

Evet ne demezsin. Millet iyice bozdu. “Deniz kıyılarını, sahilleri ne de güzel işgal ettik” demiyorsun da… Mahallene kadar gelmişler iki gözümün çiçeği. Hayırlı uğurlu olsun…

Artık seni sevemem!

“Bence canını sıkma. Sonuçta sınavlar ölçü değil.”

“İyi de güzelim devlet okuluna kaydettirmem ben. İmam hatip mi okuyacak?”

“Eh sana ne kuzum. Sizin imkânınız var, neden dert ediniyorsun?”

“Okul ücretlerinin ne olduğundan haberin var mı?”

Tıpış tıpış oy vermeye gider gibi tıpış tıpış okul ücretlerini de vermeye de gidersin artık. Hiç öyle mızmızlanmak yok. Bir vakitler “parasız eğitim” diye yürüyen gençler vardı, hani bir temiz dayak yemişlerdi bu yüzden. Hatırladın mı?

Ne seni ne de kendimi ateşe atamam.

“Senin oğlan İtalya’daydı en son. Ne yaptı?”

“Üniversiteyi bitirdi. Şimdi yüksek için başvurmuş birkaç yere.”

“Türkiye’de mi?”

“Yok ya, buralarda ne yapacak? İngiltere’den kabul almış. Bir de Hollanda’dan. Karar vermesini bekliyoruz.”

“Gönderecek misiniz?”

“Ne yapacağız? Burada işin başına geçer nasılsa, ama baksana ülkenin haline.”

“Eninde sonunda dönmeyecek mi?”

“Bilmiyorum. Burada yaşamak istemiyor.”

“Gençler gidiyor desene.”

Bunları dinleyen de gençlerin hepsi gidiyor zanneder. Sanki her genç gidebiliyor, sanki hepsine dünyanın kapıları açık. Hem size ne bundan? Giden ülkenin geleceği, sizinki değil ki!

Of be kardeşim, resmen şişirdiniz kafamı. Ne güzel “uzanmıştım kumsala, yaşıyordum aheste”. İçine ettiniz keyfimin.

Hay sizin yaz aşkınızın… Kendime yeni bir yer bulayım en iyisi…

Anla beni yaz aşkım…