Yersiz Yurtsuz

0
192

Bir yerde okumuştum sanırım ya da bir dost sohbetinden bu kadarı aklımda kaldı; “sadece birini düşünerek yaşamak çok zor, hiç kimsenin düşünmediği biri olarak yaşamak ise imkânsızdır”. Zamana, yola, hayata, insanlara rağmen birini düşünde ve düşünerek sevmek yaşatmak zor evet, fakat bir de hiç kimsenin düşünmediği biri olarak yaşadığınızı düşünün, nasıl büyük, nasıl uçsuz bucaksız bir karanlıktır.

Her ne kadar insanın yalnızken de mutlu, güçlü ve iyi olduğu söylense de hayatın aslı astarı böyle değildir. Başınızı yaslayacak bir dostunuz, dizlerine yatacağınız bir anneniz, koluna gireceğiniz bir babanız, sarılacağınız bir sevgiliniz varsa yalnızlık güzeldir. Bunlar yoksa azap. Demem o ki bir insan yok sayıldığında, değer görmediğinde, kendisinden tümüyle vazgeçildiğinde, kimsesi kalmadığında tükenir. Buradaki kimseden kastım aile, akraba değil, hiç kimsesi olmamaktan bahsediyorum ve bu hiç kimse içine kamu kuruluşlarını da dahil ediyorum.

Bir yıldan fazla bir zamandır hayatımıza aniden giren Covid-19 virüsü yüzünden araba farı görmüş tavşan şaşkınlığı ve tedirginliği ile yaşıyoruz. “Alıştık”, “bize bir şey olmaz”, “biraz da abartılıyor” dediğimiz anda en yakınlarımızdan birinin kötü haberiyle sarsılıyoruz. Hayatını kaybedenlerin sayısı arttıkça kaygımızın yerine ferahlık koymakta zorlanıyoruz. Ve hiç birimizin hayatı bundan 18 ay önceki gibi değil. En iyi ihtimalle maske takıyor, sarılmıyor, mümkün olduğunca temastan kaçınıyoruz. Bunlar sağlığımızı korumak için yaptıklarımız ve aslında hâlâ sadece bunları dert edebilenlerimizin tuzu biraz kuru. Yani çalışabildiği ve sonunda maaşını aldığı bir işi, barınabildiği bir evi ve kaybetmediği yakınları olanlar şanslı.

Pandemiden çıkarılacak dersler üzerine binlerce söz söylendi, yazıldı çizildi, hala söyleniyor. Pandemi asıl olarak bu coğrafyada yaşayan milyonlarca insanın aslında kimsesiz ve yersiz yurtsuz olduğunu gösterdi. Çünkü yüzbinlerce insan iki yıl önce yaşadığı hayatın çok ötesinde bir hayat yaşıyor. İşi yok, faturalarını ödeyemiyor ve evi yok. Mülkü kendisine ait olan bir evden bahsetmiyorum; yaşanabilir, kirası makul olan bir evi yok. En iyi ihtimalle geliriyle gideri arasında muazzam fark var.  Bu insanların bazılarının bir de çocukları var. Üniversite öğrencisi olan çocukları. Hani yıllar boyu iyi bir bölüm kazansın diye uğraşıp didindikleri… Sonra son bir yılda ne olacak, nasıl olacak acaba diye dertlendikleri… O çocuklar sınavdan istedikleri sonucu alıp yaz ortasında hem kendileri sevindi hem de ailelerine büyük bir gurur yaşattı. Sonra? Sonra, eğer şehir dışında bir okulu kazandılarsa hele ki bu şehir İstanbul ise nerede nasıl barınacakları kaygısı aldı yürüdü. Kaç uykusuz gece geçirdiler, kaç insana ricacı oldular, kaç yere başvurdular yaşayanlar, tanık olanlar, kulak misafiri olanlar bilir.

Yukarıdaki kimsesizlik sözlerine tekrar dönecek olursak; bazen dostlarınızın, ailenizin, sevgilinizin sizi düşünmesi, dert etmesi de yetmez. Yaşadığınız sorunları çözemeye, derman olmaz. İşte tam burada vergi ödediğiniz, tüm yurttaşlık koşullarını yerine getirdiğiniz devletin sizi düşünmesi gerekir. Ve bu aslında ‘ama’sız, ‘fakat’sız görevdir. Sosyal devlet dediğimiz şey her Cumhuriyet Bayramı’nda bütün siyasetçilerin ağzından eksik etmediği Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” sözüdür. İşi olmayana destek olmaktır, evi olmayana çare bulmak, hasta olana ilaç…

Vatan dediğimiz yerden bahsediyorum. Yeri geldiğinde tüm iktidarların, tüm siyasetçilerin gençlerden canını feda etmesini istediği yerden. İşte bu vatan parçasında üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelen gençlerin başlarını sokacakları bir yurt ya da bir evleri yok. Kimsesiz kaldılar. Aileleri var, akrabaları, arkadaşları var ama yine de yersiz yurtsuzlar. Çünkü onların bu derdini umursayan bir kamu anlayışı, bir iktidar ne yazık ki yok.

İstanbul’a gelmek için havalimanları, koca koca köprüler ve güzelim yollar yaptılar ama İstanbul’da okuyacak 1,5 milyon gencin barınabileceği yurt yapmadılar. KYK’ya bağlı yurt sayısı resmi verilere göre 26. İstanbul’daki en düşük yurt ücreti aylık 900 lira ve bu yurtlar da dolu. En yüksek aylık yurt fiyatından tadımız daha fazla kaçmasın diye hiç bahsetmiyorum. Yani hayatın çemberinden henüz geçmemiş, bir ideali, gelecek için bir yaşından büyük hayalleri olan hamaset yapmaya gelince “gelecek” denilen insanlara “yolun açık olsun” demek yerine yersizlik yurtsuzluk sorunundan bahsettikleri için “yalancı” deniyor.

Hayat karşısında hazırlıksız, deneyimsiz yani kırılgan olan gençlerin bu kadar “kimsesiz” kalması seçimlerin ne zaman yapılacağı, kimin kiminle ittifak olduğu ya da olacağından daha önemli. Çünkü bu kimsesizlik yaşamlarında koca bir yara olarak tüm iz bırakacak. O gençler her şeye rağmen o okullarda okuyacaklar belki ama parklarda yattıklarını, sokak sokak ev arayıp bulamadıklarını, yurtların kapılarının kendilerine kapandığını unutmayacaklar. Keşke herkes seçimleri, ittifakları, yol haritalarını gündemde tutmak yerine binlerce gencin başının üzerinde bir çatının olması için konuşmak yerine bir şeyler yapsa. Hem de hemen şimdi…

Kargo: Buraya bir kitap bırakıyorum klasiklerden Lev Tolstoy’un İnsan Ne İle Yaşar? isimli öykü kitabı. Daha fazla para, daha fazla toprak, daha şöhret isterken neleri yitirdiğimizi anlatıyor.

Buraya bir şarkı koyuyorum Umay Umay ve Cem Adrian söylüyor. “Bir Şarkı Tut’da  “Ellerimi al üşüyorsun, ağır ağır düşüyorsun/ Kaybetmeyi anlatma bana bilmiyorsun, bilmiyorsun” diyor.