“O kadar güzelsin ki, yağmur başladı.”
Richard Brautigan (1935, Washington, Tacoma – 1984, Bolinas, Marin County). Amerikalı hakikat avcısı. Avın anlamını tuttuklarının toplamında aramadı. Avcılığı “başarı”yla ölçmedi. Avlanmak, yalnızca bir yaşama biçimiydi. Irmaktan ırmağa, balıktan balığa, günlüğünü tuttuğu avı bir hayat topografyası oldu çıktı, kendisi de avının avladığı avcı, bir hayat balığı.
Sonra… “Yeşil bir balçık küvetin kenarlarında büyüyordu, etrafta yüzen düzinelerce ölü balık vardı. Gövdeleri ölüm nedeniyle beyaza dönüşmüştü, tıpkı demir kapılardaki buz gibi. Gözleri iri ve sabitti. Balıklar çaydan aşağıya doğru çok fazla yüzme hatasına düşmüş, ‘Paranı kaybedince, kaybetmeyi öğren’ şarkısını söyleyerek kendilerini sıcak suda bulmuşlardı”(1). Ya da, (aslında her Brautigan kitabında olduğu gibi) bir başka alternatif son: ırmağı fazla yukarı çıkan bir balık kaynağında vecd haline geçmiş, kalıbını bırakıp göçmüştür. Ya da, kaynağa ulaştığında artık gereksinim duymadığı ölü gövdesi kendi kendine aşağıya, insan çamurunun radyoaktif çözülümüyle ısınan sığ sulara sürüklenmiştir, kim bilir?
Bu satırlar, Brautigan’ın Kürtaj: Tarihi Bir Romans’da (2) (The Abortion: An Historical Romance) anlattığı, insanların gecenin üçünde bile zili çalıp, “Otel Odalarında Mum Işığıyla Büyüyen Çiçekler”, “Deri Giysiler ve İnsanlığın Tarihi” ya da “İki Kere Yumurtlanan Yumurta” gibi başlıklar taşıyan elyazmalarını, fotokopilerini, özel basımlarını bıraktıkları Kütüphane’ye teslim edilebilecek bir “Alternatif Hayat Hikayeleri Sözlüğü”nden alınmış olabilirdi. “Gerçek” Amerikalı yazar Brautigan, 1954′de, 19 yaşındayken San Fransisco’ya yerleşmiş, kendisini, Beat Kuşağı diye adlandırılan yazarların arasında bulmuş, Edebiyat tarihine “San Fransisco Rönesansı” olarak geçecek sanatsal üretim sürecine katılmıştır. Beat Kuşağı, Anatole Broyard’ın, Büyük Depresyon yıllarının “Kayıp Kuşağı’nın gayri meşru oğlu”, Norman Mailer’ın, “toplumsal gövdedeki asi hücre”, “beyaz zenci”, “psişik yasadışı” olarak nitelediği “hipster”lardan oluştu (3). Hipster prototiplerine, Brautigan’ı da hayli etkilemiş olan Nelson Algreen’in Neon Çölü (Neon Wilderness-1947), Vahşi Tarafta Bir Yürüyüş (A Walk on the Wild Side-1956) gibi kitaplarındaki, Chicago ve New Orleans barlarının, genelevlerinin ayyaş, pezevenk, uyuşturucu düşkünü, işsiz taifesi arasında sıklıkla rastlanır. Büyük Depresyon yıllarının ortalama, düzene saygılı, anti-komünist Amerikan yurttaşının tiksinti ve korkuyla bucak bucak kaçtığı bir “mikrop”, işçi sınıfı hareketinin “ihmal edilmiş piç kardeşi”dir. Celine ve Genet gibi Avrupalı kardeşlerinden ayrı düşünülmemesi gereken hipster, “mistik ve romantik bir muhalefet”i temsil eder (4). Allen Ginsberg, New York’daki San Remo barında bir araya gelen ve aralarında, Julian Beck, John Cage, Gregory Corso, Merce Cunningham, Miles Davis, Dorothy Day, Paul Goodman, Jack Kerouac, Judith Malina, Jackson Pollock, Gore Vidal gibi müdavimlerin bulunduğu hipster‘ları “yeraltından gelenler” (subterraneans) diye adlandırdı (5). Malina ve Beck’in the Living Theater gösterimleri, Miles’ın ve diğer uçuk cazcıların konserleri, Goodman’ın grup terapileri sonrası barda toplanılıyor, Pollock ve Cage ses ve form hakkında tartışırlarken, Reich’ın “ogon kuramı”ndan alıntılar, eşcinsel özgürlük sloganları, cazla uyuşturucu ilişkileri üzerine varoluşçu söylevler araya karışıyordu. Bu ekibin bir kısmı, Beat’in yolcu ruhuyla Güney’in sıcaklığına doğru göçtüler. Onları çeken yalnızca sıcak iklim, okyanus ve rehavet vaadi değildi. San Fransisco’da da bir şeyler oluyordu.
Frisco Bohemya’sı daha 1946′larda oluşmaya başlamıştı. Liberter Çevre adı altında bir araya gelen pasifist-anarşist bir grup, Emma Goldman, uluslararası anarşist örgütlenme, Stalinizmin çöküşü gibi konuların yanısıra sanat hakkında da tartışıyordu. Kenneth Rexroth, Robert Duncan, Philip Lamantia, Jack Spicer, Muriel Rukeyser, William Everson gibi “yerel şairler” bu Çevre toplantılarına katılmaya ve giderek bir tür “şairler tarikatı”na dönüşmeye başladılar. Rexroth’un çıkardığı The Ark adlı derginin etrafında toplandılar ve William Carlos Williams, James Laughlin, Paul Goodman gibi “dışardan” gelen katılımlarla güçlenerek Körfez Topluluğu”nun çekirdeğini oluşturdular. Blake, Baudelaire, Rimbaud, Artaud’nun yanısıra, Stein, Joyce, Whitman, Pound, Lawrence gibi “modern ustalar”ın seslendirildiği “session”lar yapılıyor, marihuana gırla gidiyor, caz, blues dinleniyor, eşcinsellik dünyanın en doğal davranışı olarak görülüyordu. Paris’den, Sorbonne tahsilinden dönen Lawrence Ferlinghetti ve New York’tan gelen Ginsberg ve Kerouac gibileriyle, Black Mountain College’da toplanan Cage, Cunningham, Monte Young, Robert Creeley, Charles Olson’ların yakın etkisi bir araya gelince neşeli ve patlayıcı bir karışım çıktı ortaya ve Beat Kuşağı’nın “San Fransisco Rönesansı” başladı. Artık Frisco, sürekli yaşanmasa da mutlaka uğranılması ve feyz alınması gereken bir “yuva” haline gelmişti: Anarşizm, Zen Budizm, Varoluşçuluk, Kabbala, Dada, Caz, Homeros, Marihuana, Rock’n Roll, otomatik yazım, performans sanatı, herşey füzyona uğruyordu. Ve kuşkusuz, bir de Kaliforniya şarabı. Bu yuvanın iki bekçisi vardı ki, herkes bir biçimde onların mekanından geçiyordu. Biri, Al Capone’un Chicago’da kendisine hediye ettiği ceketle dolaşmayı pek seven, “egomanyak bir empreseryo” olmanın yanısıra ender rastlanan bir şair de olan Rexroth’un evi ve kurduğu Six Gallery, diğeri Ferlinghetti’nin, Amerika’nın ilk “paperback” kitap basan yayınevi, Beat edebiyatının “fener”i, halen hafta içi 24:00, hafta sonu 02:00′ye kadar mesai yapan ve Charlie Chaplin’e atfen City Lights adını alan kitabevi… Rönesans’ın doruğu Ginsberg’in Uluma’sıyla (Howl) tarihlendirilir. İlk kez Six Gallery‘de şairin kendisi tarafından okundu ve City Lights‘ın “cep şairleri” dizisinin dördüncü kitabı olarak basıldı (1956). Brautigan Uluma‘yı Ginsberg’den dinledi ve taze basımından okudu. Amerika’da Alabalık Avı‘nın (Trout Fishing in America) anlatıcısının, “hayatı Dostoyevski ve fahişelerden öğrenen” kitapçının pişirdiği kahveyi içip, kitap okuyup, “iğrenç 1959 yılının bitmesini beklediği” dükkân, Ferlinghetti ve City Lights‘a bir şeyler borçludur. Aynı evi paylaştığı “Kırmızı kulaklı Buda” Philip Whalen ve dost olduğu Michael McClure, Gary Snyder sayesinde Beat’lerin ortasına daldı. “O günlerde yalnızca şiir yazıyordu. Kendi parasıyla yayınlattığı şiir kitaplarını sokaklarda satıyor, bazen de yoldan geçenlere armağan ediyordu. Brautigan, şiiri düzgün cümleler kurabilmek, romanları için ön çalışma ve ‘ev ödevi’ yapmak için yazdığını söyleyecekti” (6). McClure’un deyimiyle, “San Fransisco, ‘alabalık bakınmak’ için zengin bir akıntılar ağıydı”(7). O da, her rönesans gibi bu canlanma da sönmeye yüz tutuncaya kadar, orada hakikat avı temrin etti. Uluma‘nın sansüre uğraması, Ferlinghetti’nin tutuklanması ve 1957 yazında her ikisinin de beraat etmesinin ardından, Bohemya’nın yavaş yavaş “temiz” Amerika’nın kolluk kuvvetleri tarafından kuşatılması operasyonu başladı. “Polisler, burada Rönesans’a falan izin vermeyecek” diye manşet atıyordu bir gazete. Uyuşturucu kullanımı ve eşcinsellik baskının görünür nedenleri oldu. Bu arada “iç” çatışmalar da hızlandı. “Eskiler” ve “yeniler”, “yerliler” ve “dışarlıklılar”, ihanetler ve boşanmalar, kıskançlıklar derken, önce Rexroth ile Kerouac ve Ginsberg’in araları açıldı, sonra da genel bir dağılma gözlendi. Haziran 1960′da topluluk New York’a, Kuzey Kaliforniya’daki Balinas’a, Big Sur’e, Venice Beach’e ya da daha uzaklara, Oregon’a, Meksika’ya, ya da daha da uzağa, Paris Beat Hotel’e, Tanca’ya vb. “taşınmaya” başladı. Frisco’ya yine de arada sırada uğranıyordu gerçi, ama “doğuş” bitmişti.
Brautigan, 1961′de karısını, bebeğini ve daktilosunu alıp “ava” çıktı. Idaho ırmakları boyunca elden düşme Plymouth’unu sürdü. Kendi “Yol(un)da”, Huckleberry Finn ya da Neal Cassady’yle aynı soydan kahramanı, Amerika’da Alabalık Avı‘nın serüvenlerini yazdı. Evet, avcı avlanma süreciyle aynı adı taşıyordu. Olağanüstü keyifli bir kitaptı bu. Ama bir ırmak kadar da tekinsiz. Girdaplar da vardı. Blues gibi akan huzur ve hüzün ırmakları da, kan kokan “orospu çocuğu çay”lar da. Alternatif Amerika’nın simgesi Koyote’lerin kafasını siyanür kapsülleriyle uçurmaktan ve üç kitap yazıp idam cezasına karşı mücadelenin simgesi haline gelen Caryl Chessman’ı St. Quentin’de gaz odasına göndermekten haz duyan orospu çocuklarını hatırlatan “tuzlu” çaylar. Burroughs’un deyimiyle Pis Ruh’un keyifle yüzdüğü “barsak çamuru”nun aktığı çaylar. (Joseph Beuys Amerika’ya geldiğinde yalnız Koyote’yle konuşmayı seçmişti. Chessman’la da konuşmanın tek yolu buydu belki de.) Çocukluğundan beri bir “Amerika’da Alabalık Avı teröristi” olan Brautigan, yanında kadını, kucağında bebeği temiz su arıyordu, onu kaynağa götürecek akıntıyı.
Romanın dokuz bölümü ünlü Beat dergisi Evergreen Review’de, üçü City Lights Journal‘da, tamamı da Four Season Foundations tarafından yayınlandıktan sonra, Brautigan artık karşı-kültürün gözde yazarlarından biri haline gelmeye başlamıştı. Beat Kuşağı’ndan, Amerikan yayıncılık endüstrisinin ve genelde medyanın “Sputnik” misali türettiği Beatnik’ler sarmıştı ortalığı. Ginsberg, bunu Frankestein’ın doğuşuna benzetiyordu. Öte yandan Hippie’ler ve Yeni Sol geliyordu, daha derinden. Woodstock yaklaşıyordu. Merry Pranksters, sonra da Grateful Dead yola koyulmak üzereydi. Yeni Sol kuşkuyla karşılasa da, Hippi’ler Brautigan’ı çok sevdiler. Öfkeli bir şiddetin izi yoktu onda. Herşey pespembe de değildi. Hakikati arıyordu, ama onu zorla yaratmayı düşünmüyordu. Yolda karşısına çıkarsa şanslı sayacaktı kendini.
Kitapları ardı sıra yayınlandıkça, okuyucu kitlesi de hızla artıyordu. Bütün bir Woodstock tayfası potansiyel okuruydu neredeyse. Big Sur’ün Güneyli Generali (A Confederate General from Big Sur), Kerouac’ın Cassady’si gibi bir tiple, Thomas Wolfe’un hemşehrisi Lee Mellon’la, Frisco’dan Big Sur’e doğru yapılan bir yolculuğun öyküsüdür. Yalın, gündelik hayatın şiiriyle yüklü. Politik değildir, çünkü politika “saldırgan bir biçimde orada”dır hep. Yazıldıktan dört yıl sonra, 1968′de yayınlanan Karpuz Şekerinde (8) (In Watermelon Sugar), en çok sevilen, en keyifle okunan kitaplarından biri oldu. Hemen herşeyin karpuz şekerinden yapıldığı, uçucu, parlak, duyusal değişime uğramış, içgörüyle davranan ve bunu büyük bir doğallıkla yapan, ailesini parçalayan kaplanlarla karşılıklı anlayışa dayalı bir sohbete girebilen insanların yaşadığı bir dünya anlatılır bu kitapta. Satırlar, ses-imgelerden örülü bir iç müzikle akar. Aşk ve çiçek çocuklarının istediği, iyimserlik ve LSD’yle gördüğü herşey… Kürtaj‘dan sonra Hawkline Canavarı: Bir Gotik Western (9) geldi. Tam bir “Beat kimyasallar karışımı”. Shelley ve Poe, Blake ve Wolfe karışımı bir “Gotik Western” (Jim Jarmousch’un Dead Man‘i bana fena halde bu kitabı hatırlatmıştı).
68 Ruhu kırılmaya, ortalık kararmaya, artık yollar tehlikeli olmaya, otostopçulara ateş edilmeye başlamıştı. Willard ve Bowling Kupaları: Sapkın Bir Giz (Willard and His Bowling Trophies: A Perverse Mystery), Sombrero’nun Düşüşü: Bir Japon Öyküsü (Sombrero Fallout: A Japanese Novel), Babil’i Düşlemek: Bir Dedektif Öyküsü-1942 (Dreaming of Babylon: A Private Eye Novel 1942), Artık Onu Rüzgar Alıp Götürmeyecek (So the Wind Won’t Blow it All Away), Tokyo-Montana Ekspresi (The Tokyo-Montana Express), 1970-80′lerin ruh karartıcı ortamında yavaş yavaş, sessiz sedasız yayımlandı.
Kaybolan umutlarla birlikte, Brautigan’ın okuyucuları da seyrelmeye yüz tuttu. Ama Amerika dışında, Japonya ve Avrupa’da zevkle okunuyordu. Özellikle Japonlar ondaki hayku tadını almışlardı, tıpkı onun da hayku’nun tadını aldığı gibi. Sık sık Tokyo’ya gitmeye başladı. Montana’daki bir çiftlik evinde yaşıyordu. Tokyo-Montana Ekspresi bu dönemin ürünüdür. Oltasına takılan hakikat, cüceleşen bir yıldız gibi giderek kendi içine doğru büzülmeye, o da daha sık depresyon geçirmeye başladı. Melankoli’nin Astro-Fiziği… Ve bol bol alkol…
“1984 yılında Bolinas’a döndü. Evine kapandı. Uykusuzluk çekiyor ve yakın dostu Thomas McGuane’nin kıyaslamasıyla ‘Dylan Thomas’dan bile daha çok içiyordu’. Her yerde ölümü görüyordu. Daha yerinde bir anlatımla, ölümün ona yüzünü gösterdiğini düşünüyordu. Duyarlılığı bu hayatı kaldıramayacak kadar keskinleşmişti. Evinin yarı açık penceresinden içeri girmeye çalışırken boynu kırılan bir kuşun uzun süre can çekiştikten sonra ölmesini günlerce unutamadı. Bir gün kumsalda yürürken, kıyıya vurmuş ölü bir fok balığı gördüğünde eğilip onun açık kalmış gözlerine uzun uzun baktı ve sonra hıçkırarak ağladı. Nihayet uzun bir av yolculuğuna çıkacağını söyleyerek dostlarıyla vedalaştı. Onun yine alabalık avına çıkacağını düşündüler. (…) Brautigan’ın cesedini ise ‘Ava çıkıyorum’ diyerek dostlarıyla vedalaşmasının üzerinden üç hafta geçtikten sonra, Bolinas’daki evde özel dedektif David Fechheimer buldu. Başına kurşun sıkarak intihar etmişti. Brautigan’ı anmak için bir araya gelen ve bol bol içen dostları, seçmiş olduğu intihar üslubundan dolayı Hemingway’i suçladılar. Belki de gerçekten alabalık avına çıkmak istemiş, ama son anda vazgeçmişti. Amerika’nın nehirlerinde artık alabalıkların yaşamadığını ve bütün akıntıların durduğunu anlamıştı belki de” (10).
Beat edebiyatı içinde bir çok ayrım yapıldı. Bunlardan biri, 1945 Sonbaharı’nda yaşandığı söylenen bir anekdota dayanır. Bir kulübede, bir yatakta Ginsberg ve Hal Chase, diğerinde Burroughs ve Kerouac yatıyorlarmış. Kerouac ve Chase, Thomas Wolfe soyundan geldiklerini (Wolfean), diğerleri de bu soya ait olmadıklarını (non-Wolfean) ilan etmişler (Ginsberg ve Burroughs’un, Eski Dünya’nın kozmopolit “occult” geleneğinden, “Baudelaire soyundan” geldikleri söylenir ve “Kara Papaz” diye adlandırılırlar). Bu, aslında oldukça işe yarar bir ayrımdır. Bu bakımdan, Brautigan’ın da, yeni ufukların vaadini dillendiren Amerikalı öncülerin epik geleneğinden, Wolfe soyundan geldiği söylenebilir. Bu kuşak hakikatin kaynağını ararken “yolda” ölmüş, yolun hakikatine göçmüştür. Kara papazlar ise, öfkeyi ve şiddeti hiç eksik etmemişlerdir içlerinden, savaştıkları tam da bu “Çirkin Ruh” olsa bile. Burroughs, bu “gerçekçi paranoyak” kendi içindeki yaratıkla nihayet yüzleştiğini ve Şaman’ın ona, artık bu ezeli korkudan kurtulduğuna göre, tipik Amerikalı’nın en alt düzeyde temsil ettiği kapitalist İğrenç Ruh’la daha etkili bir biçimde savaşabileceğini söylediğini ifade eder. Biri 49′unda, aradığı kırılgan hakikati incitmemek için kendi ruhunun uçurumuna eğilip baktı ve göçtü, diğeri 82’sinde, lemurların soyu tükenmesin diye gizli servislerle uğraşıyor ve hâlâ silah koleksiyonunu genişletip sahneye çıkıyor (1997′de göçene kadar). Hakikat avının iki yolu. Hassas denge. Ama bunun mutlaka bir “seçim sorunu” olması gerekmiyor. “Şeylerin hali” de olabilir. Sarkaç salınımı…
“Ölümü çalarsın çünkü
Canın sıkılmıştır
İyi Filmler gösterilmiyordur
San Fransisco’nun
sinemalarında
Hız yaparak dolaşırsın bir süre
dinlersin
radyoyu ve sonra ölümü terkeder
uzaklaşırsın
uzaklaşırsın, bırakırsın polis
bulsun…”R. Brautigan
Türkçesi: Halil Turhanlı
Özgür Uçkan’ın bu yazısı Aralık 1996’da Roll Dergisi’nde yayınlanmıştır. Roll Dergisi S.2
Notlar
(1) Richard Brautigan, Amerika’da Alabalık Avı, Türkçesi: Zekeriya Şen, Altıkırkbeş Yayın, 1995, sf. 56 (Aynı kitabı hemen hemen aynı tarihte Can Yayınları da yayınlamıştır. Kullandığımız 645 basımına, A.A.A.’nın sonradan bulunan kayıp iki bölümü de eklenmiştir.)
(2) Bkz. Richard Brautigan, Kürtaj: Tarihi Bir Aşk Romanı, Çev. Belma Baş, Armoni, 1992 (”Romans”ın “Aşk Romanı”ıyla karşılanması gibi oldukça serbest bir yorumda bulunsa da, rahat okunur bir çeviri olduğunu belirtelim. Bu arada, kitaptaki “yayınlanmamış eserler için kütüphane” fikrinin, 1990 başlarında Vermont, Burlington’da hayata geçirildiği yolunda bir enformasyon aldık. Verilen adreste böyle bir kuruluşa rastlanmamış. 28 Ocak 1996 tarihli New York Times Magazine’e göre, kütüphane kapanmış ve “eserler” bir halk kütüphanesine devredilmiş. Bir İnternet şakası olup olmadığını bilmediğimiz bu söylentinin dışında, yine Burlington’da elyazmaları toplayan gerçek bir Kütüphane varmış: Fletcher Free Library. Brautigan’ın gözlükleri ve daktilosu da burada bulunuyormuş. Maalesef Kütüphane dolup taştığı için yeni elyazmalarını kabul etmiyorlarmış. Ama “mayonez”le biten Amerika’da Alabalık Avı‘na nazire olarak, bir kitabı okuyup bitirene mayonez servisi yapıldığı, yine internet söylentileri arasında.)
(3) Steven Watson, The Birth of the Beat Generation / Visionaries, rebels, and hipsters, 1944-1960, Pantheon Books, New York, 1995, sf. 121.
(4) Bkz. Halil Turhanlı, “Zenci, Hip ve Caz”, Müzik ve Muhalefet, Altıkırkbeş Yayın, 1996, sf. 123-129.
(5) Steven Watson, a.g.y., sf. 119-121 (San Fransisco Rönesansı’yla ilgili bilgi özellikle bu kaynaktan derlenmiştir).
(6) Halil Turhanlı, “Beat kuşağı’nın önde gelen yazarlarından Richard Brautigan dilimizde”, Amerika’da Alabalık Avı içinde, sf. 154.
(7) Aktaran: Steven Watson, a.g.y., sf. 193.
(8) Richard Brautigan, Karpuz Şekerinde, Çev. Ayşe Nihal Akbulut, YKY, 1994.
(9) Richard Brautigan, Hawkline Canavarı: Bir Gotik Western, Türkçesi: Şebnem Vitrinel, Altıkırkbeş Yayın, 1996 (Bu kitabın bir başka çevirisi, Türkçe’deki ilk Brautigan kitabı olma özelliği taşır. Adı, kitabın çekimini yoğunlaştırmayı hedefleyen bir romantik-pop müdaheleye uğramıştır: Şatodaki Canavar, çev. Nurten Arakon, Hürriyet Yayınları, 1979).
(10) Halil Turhanlı, Amerika’da Alabalık Avı içinde, sf. 157. (Ölümünden sonra çıkan bir Seattle gazetesinde, kesin ölüm tarihinin 25 Ekim 1984, kullandığı silahın bir 44′lük olduğu ve yazarın cesedinin yanında sonuna kadar içilmemiş bir şişe alkol bulunduğu yazıyor. Markası ve türü belirtilmemiş. Cesedi bulan özel dedektifin, sürekli düşlerinin Babil’ine uçtuğu için silahına mermi bile alamayan dedektifin öyküsünü okuyup okumadığını, okuduysa ne hissettiğini hep merak etmişimdir.)