Bilmiyorum ki?…

0
210

Dev hizmet! Bu kez ayağınıza Deniz Arcak‘ı getirdim. 90’larda hayatımıza girmiş müthiş bir vokal. Gözümüzün önünde olmayınca, kendini gözümüze sokmadığı için ne yaptığından bihaberiz. İşte bu röportaj Deniz Arcak’ı yeniden tanımak için bir fırsat. Dünyanın böyle insanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu kadar çok “Bilmiyorum ki!” diyen ama bu kadar bilen bir insanı zor bulursunuz. 
Deniz, adı gibi bir deniz ve hatta okyanus. Buluşmamız bile o kadar olaylı oldu ki sohbetimizi varın siz tahmin edin. Öyle uzun uzun giriş yapamayacağım, buyrun okuyun.
Röportaj: Bilge Kocaefe
Kapak Fotoğrafı: Boğaç Dalkıran
Fotoğraflar: Bilge Kocaefe

Bilge Kocaefe: Nerelerdesin?

Deniz Arcak: Şimdi bak, bir okulda öğretmenlik yapıyorum, Tan Sağtürk Akademi‘de performans hocalığı yapıyorum. Bunun dışında Deniz Arcak ve Yol Arkadaşları diye bir proje yaptık. Çıkıyoruz şarkı söylüyoruz, grubumuz çok acayip. Turgut Alp Bekoğlu davul; Akın Eldes, Bora Çeliker gitar çalıyor. Biri synthesizer gibi çalıyor gitarı feci donanımlı. Argun Erişçi bas çalıyor, Toplamda çift gitar, bir bas, bir davul. Çok acayip müzisyenlerle çalışmanın zevkinin dibine vurmakla meşgulüm anlayacağın. 
O esnada masamıza çantasını emanet eden bir teyzeye de laf yetiştiriyor. “Dursun, gözümüz orda bakıyoruz ablacım.”
Ondan sonra Celal Kadri Kınoğlu ile bir tiyatro projesi yaptık; sponsor bulamadık. Sponsor bulup hayata geçirme derdindeyiz. Tüm bunların dışında Üf Noktası diye bir geyik çekiyoruz.
Bilge Kocaefe: Evet, biliyorum onu. Çok eğlenceli ve faydalı.
Deniz Arcak: (Gülüyor) Çok saçma.
Bilge Kocaefe: Çok faydalı bilgiler var, ben deniyorum. Yumurtayı denemiştim mesela.
Deniz Arcak: Evet çok işlevsel bilgilerimiz var orada, geyiğin dibine vurma konusunda kendimizden geçiyoruz. Öyle yani, hayat dolu. Bir yandan da babacığımız var, ablamda yük daha çok. Yük demek çok ayıp tabii. Ablam tıpçı ve mükemmeliyetçi bir insan. Eğer babama ben bakıyor olsaydım, ben sakarlıktan babam da bakımsızlıktan ölmüş olurdu. Böylelikle hepimiz yaşıyoruz ablam sayesinde.
Bilge Kocaefe: Tiyatroya nasıl başladın?
Deniz Arcak: 1987’de başladım. Mimar Sinan’da Fotoğraf Bölümü’nde misafir öğrenciydim ve orada tiyatro kulübümüz vardı. Yok ondan önce “Konstans Gölü’nden Atla Geçiş”le, Nur Subaşı‘nın yönettiği bir oyunla başladım, Henry Porter diye şizofren bir karakteri oynayarak. Ve çok korkuyordum sahneye çıkmaktan. Arkadaşım beni arkamdan itti de çıktım sahneye. Sahneye çıkınca da çok lezzetli geldi. Ben sahne sanatlarını çok seviyorum, severek bulunduğum bir mekan sahne.
Bilge Kocaefe: Başka bir kafa değil mi oyunculuk, cesaretin ve özgüvenin dışında?
Deniz Arcak: Evet. Düşünsene, çıkıp başkalarını canlandırıyorsun. Çok zevkli bir şey. Normalde şizofren değilsin mesela. Genç kral oynadım, oğlan çocuğu oynadım ben çocuk tiyatrosunda. Erkek değilsin. Başka kafaları tanımak kendini okumanın başka bir yolu; kendindeki başka kafaları tanımakla ilgili çok zevkli bir kafa bu. Ne bileyim, orospu değilsin ama orospuyu oynuyorsun. Çok zevkli, bildiğin gibi değil. Tiyatro eğlenceli bir iş. 
Bilge Kocaefe: Çok fazla şey yapıyorsun, boş durmuyorsun. Öğretmenliğin de var. Biraz ondan konuşalım mı?
Deniz Arcak: Evet. Şarkı söylemeyi öğretmeye çalışıyorum ve çok eğleniyoruz. Öğrenci skalası 8-50 yaş.
Bilge Kocaefe: Peki hangi yaş aralığına öğretmek daha kolay? Fark var mı gençler ve yaşlılar arasında?
Deniz Arcak: İnsanların kapasitelerine bağlı Bilge, kişisel kapasiteye bağlı. Hoş, okul arkadaşımın olduğu için arkadaşım bana kıyak yaptı; seçiyorum öğrencilerimi. Bunun için de hepsiyle ders yapmak çok zevkli. Küçüklerin dünyası bambaşka, onlardan çok farklı şeyler öğreniyorsun. Büyüklerin dünyası da bambaşka, onlarla başka şeyler paylaşıyorsun. Yani çok zevkli.
Bilge Kocaefe: Öğretirken öğreniyorsun?
Deniz Arcak: “Bir şeyi öğrenmek istiyorsan öğretmeye kalk” lafı boşa değilmiş.
Bilge Kocaefe: Boşa yaşamaktan çok korkuyorum demişsin bir yerde. 
Deniz Arcak: Evet. Boşu boşuna yaşamaktan hakikaten korkuyorum ama yaşıyorum da aynı zamanda.(Güler) 
Bilge Kocaefe: Ama anlattıkların hiç öyle söylemiyor.
Deniz Arcak: Ya sen beni evde gör. Kucağıma alıyorum “pad”i saçma sapan oyunlar oynuyorum ama herhalde ona da ihtiyacı var insanın.
Bu arada çantasını emanet eden teyze yanımıza oturmuş bir süredir bizi dinliyormuş, lafa girince fark ediyoruz. “Kardeşim çok neşelisin çok şükür.” deme ihtiyacı duyuyor ki Deniz’in neşesi canlılığı dillere destan. Karşılaştığınız an iyi hissetmenize neden olanlardan.
Deniz Arcak: Sağ ol, o senin güzelliğin ablacım.
TEYZE:  Ben dadaşım kardeşim.
Deniz Arcak: Vay dadaş, çok şekersin. Dadaşımızın yareni geldi.
Sohbetimize misafir olan teyze beklediği kişi gelince iyi günler deyip yanımızdan ayrılıyor ve biz kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Deniz Arcak: İnsanlara dokunmak zevkli geliyor. Çünkü herkes okunmayı bekleyen birer kitap gibi. Herkes bir sürü şey yaşamış ve herkes okunmaya değer. Onun için aşırı da sosyalim Bilge ben, feci sosyalim. (Güler)
Bilge Kocaefe: Evet, şurada iki dakikada vegan bir bireyle sohbet ettik; dadaş teyze ile muhabbet ettik sayende. (Güler)
Deniz Arcak: Evet, küçüklüğümden beri böyleyim.
Bilge Kocaefe: Peki bu nereden geliyor? Hiperaktifliğinden mi, insan sevginden mi?
Deniz Arcak: Ben de hiperaktivite bozukluğu, dikkat eksikliği, disleksi var. Onun için okuma yazmam da tam değil ama olsun idare ediyorsun. Yani yakıştırıyorsun kendine göre. Ama bilmiyorum, ben çocukken de gençken de bir yere gittiğimizde arkadaşlarım “Git şu şarkıyı söyle; Toto’dan Afrika’yı çalsınlar.” derdi. Ben de hemen gidip “Abi n’aber?” deyip konuya girerdim. Yani evet, grup sözcüsü hep ben olurdum aşırı sosyallikten dolayı. Ben kendimi yavşak buluyordum, meğer aşırı sosyalmişim.
Bilge Kocaefe: Popülerdin o zaman okul hayatında?
Deniz Arcak: Ya popülerlik mi, onu bilmiyorum. Sadece herkesle konuşabilmekle ilgili hiçbir çekincem olmaması galiba.
Bilge Kocaefe: Az önce de dediğim gibi insanlara iyi hissettiren birisin. Her görüşmemizde öyle hissediyorum ki ilk tanıştığımızda da öyle hissettirdin bana. Nasıl oluyor da yapıyorsun bunu?
Deniz Arcak: Ne güzel. Çünkü ben kötü hissedersem intihar edecek tiplerdenim, kötü hissetmeyle aram iyi değil. Kötü hissetmek benim için yok olmak. Onun için iyi hissetme yöntemleri geliştiriyorum galiba farkında olmadan. Kendim iyi hissettiğim için etrafımdaki insanlar da iyi hissediyorlardır belki.
Bilge Kocaefe: Savunma mekanizman mı bu senin?
Deniz Arcak: Aslında ben çocukluğumdan beri geyik potansiyeli yüksek biriydim. Hep “eheheheheh”  idim. Arkadaşının suratına bakıp sürekli gülesin gelir ya, hep öyle boş boş yani. Hatta annem derdi ki “Hayat hep eğlenerek geçmez, her şeyle eğlenemezsin.” ama sonra dedi ki “Hep eğlen, tamam mı?”. 
Bilge Kocaefe: Ne değiştirdi annenin fikrini?
Deniz Arcak: Bilmiyorum ki. Eğlenmediğim bir zamana denk gelmiştir belki. (Gülüyor) Ama çocukken çok gıcık oluyordu çünkü ben ilkokul üçte söktüm okumayı. Sen de takdir edersen ki anne baba için hiç eğlenceli bir şey değil. Acaba bu çocuk moron mu diye zeka testlerine falan götürdüler, o derece. Sonra doktora götürdüler, hiperaktivite var dediler ama bundan 40 yıl önce hiperaktivite ne ki? O zaman keşfedilmemiş, bazı ilaçlar (Straterra) allahtan çıkmamış. Üniversiteyi bitirmeye karar verip sınava girdim. Yetmedi, bir de ALES’e girmeye karar verdim; “kendini bilmez, kıçına don giymez.” derler ya. Neyse sonra arkadaşım “Al bak, bu hiperaktivite ilacını kullan.” dedi.  Abi bende inanılmaz bir taşikardi, kusma ve ayılıp bayılmaca yaptı. Allahtan çocukken o ilaçlara  uyanmamışlar. Neyse sınava ilaçsız girdim. Rezalet tabii, 63 aldım. Gene çok da rezalet değil. Sınava girdim, kakam geldi o derece psikolojik… (Gülüyor) Baktım yapamayacağım sadece sözelleri çözdüm; matematiklere gelince baktım beni çok aşmış matematik dünyası ki çocukken çok severdim matematiği ama çocukluğumuzun matematiği ile alakası olmayan Ayşe’nin kombinasyon gömlekleri sorusuyla karşılaşınca vazgeçtim. ALES hayalim de suya düştü. Nereden ALES’e geldik biz hayatım?
Bilge Kocefe: Ben de anlamadım. Seninle sohbetin nereye uzanacağı belli olmuyor.
Deniz Arcak: İşte hiperaktivite bozukluğunun defektif etkisi yüzünden bana ve çevreme hem iyi hem kötü gelen tarafı var. Hani bu aşırılıklardan bahsediyorduk ya, aşırılıkların farkındayım.  Artık kendi velim olmak istiyorum; başkaları “Deniz dur, yapma, sus.” diyeceğine kendi kendime diyeyim bari diyorum ve diyebildiğim kadar diyorum.
Bilge Kocaefe: Faydasını bulup çıkarıyorsun bu özelliğinin yaptığın bunca iş için. Üşengeçliğin yok.
Deniz Arcak: Bende var üşengeçlik. Kışları üşengeç ve tembelim, yazları daha dinamik ve aktifim. Mevsime göre, fotosentez çocuğuyum ben. İyi ki yazın doğmuşum. Böylelikle kışın da ölsem yazla kışı eşit yaşamış olacağım. Yazın ölsem iki yaz fazla yaşamış olacağım. 
Bilge Kocaefe: Çok acayip hesaplar yapıyorsun kafam karıştı.
DA: (Gülüyor) Esnafım ben.
BK: Hadi, biraz müzikten konuşalım seninle. Nasıl başladın? Ben müzisyen olacağım diye mi çıktın yola?
Deniz Arcak: Yoo, çaresizlikten. Aslında sistem bana müzikle ilgili bir kapasite vermemiş olsaydı ben bunu kendi kendime keşfedebilecek bir tip değildim. Hep çok meraklıydım ama küçüklükteki meraklarım hep boklaraydı. Şimdi şimdi daha manalı şeylere merak sarmaya başladım.
Bilge Kocaefe: Ne oldu da başladın peki?
Deniz Arcak: Ne bileyim? Sürekli şarkı söylüyordum zaten. Banyonun kapısında “Yeter artık çık!” diye bağırırdı aile fertleri. Bizim küçüklüğümüzde Ankara’da sıcak su haftada iki gün gelirdi; haftada bir gün de annem bizi hamama götürürdü, çok zevkliydi. Bizim çocukluğumuz böyleydi; yeni jenerasyon bilmez bunları. Banyo günleri ben banyoyu ipoteklerdim ve bütün şarkıları kıçımdan uydurup “Deri kuul deri kuul!” diye bağıra bağıra söylerdim. Ablamın dinlediği müzikleri katlederek başladım müzik hayatıma. İlk kasetimi de şöyle doldurdum, ablam benim için bir beste yaptı ve söyletti. “Ben bir küçük aptal eşeğim. Ben bir küçük aptal eşeğim.” İlk eserim buydu. (Gülüyor) Hap kadarken başladım işte. Çocukken Muzaffer Arkanhocamız oldu. Hazırlıkta bizi bir bir dinlerken beni de seçti. Ankara Çok Sesli Çocuk Korosu’na seçildim. Orada beş sesli aryalar söylemeye başladık. O beş sesli aryalar müzikal anlamda hayatımın en önemli mihenk taşıdır; onları duymak meğer ne mühimmiş. İnsan küçükken anlamıyor tabii.
Bilge Kocaefe: Ne öğretti sana beş sesli aryalar? Sesini kullanmayı mı öğrendin?
Deniz Arcak: Sesini kullanmayı bir kenara koy. Hayır, sesimi kullanmayı hâlâ öğreniyorum; o başka bir şey, çok organik bir şey sesini kullanmak. Seninle birlikte ölüp doğan bir sistem o. Her nefeste yeniden doğuyoruz, her verişte yeniden ölüyoruz. Vücudumuzda bilmem kaç bin hücre ölüp diriliyor. Büyüdükçe bu oran değişiyor ama sonuçta insan her an doğan ve ölen bir varlık türü ya, ses kullanmak da çok organik. Yani onu öğrenmeye devam ediyorum hâlâ. Bu beş sesli aryalar da çok başka bir şey. Biri başka bir sesten söylerken sen başka bir sesten şarkı söylüyorsun. Armoni duymana, çok seslilik duymana yarıyor. Başkalarıyla birlikte bir ahengi başka şeyler söyleyerek yakalamanın zevki çok müthişmiş. Tıpkı dünya gibi aslında. “Sen benim gibi değilsin geber!” demek yerine “Gel bu şarkıyı birlikte söyleyelim.” demeyi öğrenmek. Hayat çok armonik bir sistem aslına bakarsan, bütün ahenk bu armoniden kaynaklanıyor. Şimdi bu tatlı bir kız, biz ona başörtülü olduğu için götün teki diye baksak ayıp etmiş oluruz çünkü onun bu armoniye katkısını bilmiyoruz. Anlatabiliyor muyum?
Bilge Kocaefe: Evet. İnsanları okumak dedin ya, o da okunmayı hak ediyor. 

Deniz Arcak: Aynen. Kafadan yargı yerine, kafadan yargılayıp tükürülmek yerine. Çünkü ben hiperaktivite bozukluğumdan dolayı öğretmenleri tarafından hep tükürülmüş bir çocuk oldum.  Bu tükürülmenin acısını bilirim yani. Sen başkasın, işe yaramazsın demeyeceksin. Hepimizin kendine göre var olabileceği alanlar var; herkese de bunun tanınması lazım. Kendim de öğrencilerim dediğim asıl öğretmenlerimle birlikte bunu yaşamaya ve yaşatmaya çalışıyorum.
Bilge Kocaefe: Albüm yapmaya nasıl karar verdin?
Deniz Arcak: 90’larda Altın Anten Müzik Yarışması’na katıldık Ersoy ile. O zamanlarda da Marmara Müzik’teydim zaten. Orada da çok sempatik bulunduk ikimiz de, baya ilgilendiler. O yarışmada mansiyon aldık. O dönem ilgilenmeye başladılar benimle. Nina Varol vardı, Dağhan Baydur vardı; düşünür müsün böyle şeyler dediler. Ben de blues, caz gırtlakların hastasıyım. Rockcu bluescu cazcı bir skalam vardı ve öyle şeyler söylüyordum. 1988’de Star88 diye bir yer vardı. Orada Orhan Atasoy, Kerim Çaplı, basçı Ayhan, tonmayster İskender ve Gür Akad ile ben de solisttik. O kafada gidiyorduk, pop mop benim için bir şey ifade etmiyordu. Sonra işte kader ağlarını ördü, bir şeyler yaptık ama bana uygun şeyler çıkmadı fazla. Sonrasında Erol Köse, mahalleden çocukluk arkadaşım gel beraber girelim bu sulara dedi. Erol da hindir, süper taklaya getiren bir arkadaşımızdır fakat çok komiktir; şeytan tüyü olan birisidir.
Bilge Kocaefe: Seni de mi taklaya getirdi?
Deniz Arcak: Taklaya getirmediği kimse yok sen de takdir edersin ki. Erol Köse’ye denk gelip de taklaya gelmemiş kimseye rastladın mı? Ama adam zeki, komik, şeytan tüyü olan ve yanında eğlendiğin de bir arkadaşındır bir yandan. Ama Erol Köse’nin de bedeli pek ağırdır.
Bilge Kocaefe: Nasıl bir dünyaya atılıyorum ben diye bir endişen oldu mu?
Deniz Arcak: Hiç panik falan yaşamadım. Bu bence hayatımdaki en acayip hediyem. Benim hayattaki en büyük hediyem, bulunduğum anın tadını çıkarabilmek.  Yaşadığım her şeyin, her anın tadını çıkarıyorum; o dönemin de tadını çıkardım.
Bilge Kocaefe: Müziğe neden uzun bir ara verdin?
Deniz Arcak: Ne bileyim. Hayat başka bir yere akmıştır; bilerek yapmadım.
Bilge Kocaefe: Ne yaptın o sürede?
Deniz Arcak: Öğretmenlikler, tiyatrolar, kendi kendine bir şey üretmeler; insan yaşadıkça kendince bir şeyler yapıyor. Herhalde dönemler oluyor. İnsanlar seni özledik diyorlar; ben de aslında şarkı söylemeyi özledim ve bana şarkı söyleten bir grubum oldu şimdi. İşte şimdi çok istiyorum, özlemim yerini şimdi dolduracak. Hayat nereye denk gelirse oraya gidiyorum.
Bilge Kocaefe: O dönemde müzik yok muydu hayatında?
Deniz Arcak: Vardı, hep vardı. Ama piyasada tutacak şeyler yapmıyorum galiba Bilgecim. Piyasada olmanın çok değerli olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Bilge Kocaefe:Bu kadar piyasaya oynamamana rağmen çok popüler olmuş şarkıların var. İnsanlar iyiyi de ayırt edebiliyor demek ki bazen.
Deniz Arcak: Bilmiyorum ki ben. Mutlaka ayırt ediyorlar, mutlaka. Hepimiz öyle değil miyiz? Hepimiz kendimize göre iyi şeyleri tutup seçiyoruz. Kendi hayatımız da öyle seçerek ilerliyor; hele biraz büyüyünce daha böyle koalifikasyonu yüksek, daha demlenmiş şeyleri seçiyoruz. Çünkü anlıyoruz ki vakit çok önemli morukum. Kaybedecek vakit yok; biz de iyi olanı seçiyoruz. Yani kendine göre ne kadar kalifiye adam varsa onlarla takılmaya başlıyorsun hayatın içinde, kendine göre.
Bilge Kocaefe: Bir bombardımana tutuluyor kitle ama onun arasından bile bulabiliyor demek insanlar değerli olanı.
Deniz Arcak: Bence de. Değerli azdır çok olsaydı değerli olmazdı. Aslında piyasada çok değerli işler var, belki arada kaynayıp gidiyorlar. Eğer kalırsak, bir şeylerle kalmayı becerirsek gerçekten değerli bir iş yapmışız demektir herhalde.
Bilge Kocaefe: Senin de bu yüzden hâlâ akıllarda olan, duyduğumuzda sevindiğimiz şarkıların var.
Deniz Arcak: Hiçbir şarkı benim değil ki, ben sadece yorumcusuyum o şarkıların
Bilge Kocaefe: Şarkı kadar yorumlamak da önemli değil mi?
Deniz Arcak: Bilmiyorum ki. Benimki şans, ben bir şey yapmadım. Bana verilen hediyenin tadını çıkardım.
Bilge Kocaefe: Söz yazmadın, beste yapmadın yani? Ama denemelerin var sanırım?
Deniz Arcak: Benim yazdığım hiçbir şey tutmuyor. (Gülüyor) Yazmaya giriştim, hâlâ da girişiyorum utanmadan. Onlar tutmuyor abi. Ama devam edeceğim. Niye ya bi dakka, çıkmadık candan umut kesilir mi? Devam edeceğim. Belli mi olur? Benim gibi düşünen birileri vardır illa ki.
Bilge Kocefe: İstiyor musun güzel besteler yapmak?

Deniz Arcak: İstiyorum. İstiyorum. Yazık değil mi? Vah! Kıyamam. Ben, esen rüzgarla yelken nereye giderse oraya gidiyorum. Alesta tramola deyip yelkenin yönünü değiştirmekle ilgili üşengecim yani. Nereye eserse oraya doğru gidiyorum. Birinin ensemden tutup “gel çocuğum” demesi lazım. Plan program yapamıyorum ki Bilge, kafada öyle bir çip yok.
Bilge Kocaefe: Tasavvufa yöneldin, ne yöneltti seni? 
Deniz Arcak: O olay çok tuhaf bir şekilde gelişti. Ortaokuldan çok sevdiğim bir arkadaşım sebep olmuştur. Dayısının muayenehanesine hırsız giriyor ve hırsız mesnevi çalıyor; Tâhir’ül Mevlevî‘nin mesnevilerini çalıyor. Hırsıza bakar mısın? Sonra hırsız bulunuyor, nereye sattığını söylüyor. Dayı da gidip sahaftan mesnevilerini istiyor. Sahaf da diyor ki “Bunlar biraz daha bende dursun, onun öğrencisi Şefik Can bir mesnevi şerh etti.” deyip onları veriyor. Ve böylelikle bizim elimize Şefik Can dedemin mesnevileri geçiyor. Arkadaşım “Bak bunlar çok acayip okusan uçarsın.” dedi. Ben de hepsini elime alıp vapura bindim, naylonu yırttım okumaya başladım. Vapur geri dönerken çımacı “Kızım kızım, kalk geri mi döneceksin?” diye beni uyardı. Öyle bir acıkmışım meğer ve kaptırıp gitmişim. Halbuki dili mili de anlamıyorsun, gönülce yani. Biz gönülceyi mönülceyi unutmuşuz, başka bir dil var orada. Zamanla adapte oluyorsun fakat kendi hikayeni okuman lazım. Sen nesin sorusunun cevabını bulman lazım. Kendi kendimi okumam için bana vesile olan mesnevi ve Şefik Can’dır.
Bilge Kocaefe: Bir arayış içinde değildin yani? Tamamen tesadüf mü?
Deniz Arcak: Hayatım, taklaya gelmiştim. Çok depresif çok mutsuzdum, hayatın içinden çıkamadığım bir süreçti. O sürece denk geldi ve ilacım tam da o imiş. Çok acayip. Diyoruz ya herkes okunmaya muhtaç birer kitap. Sen? Kendine dair bir fikrin var mı? 
Bilge Kocaefe: Yok. 
Deniz Arcak: Hah. Önce kendini okuyacaksın. Ben kendimi okumaya başladım ama disleksiyim ya. (Güler) Hâlâ devam ediyorum.
Bilge Kocaefe: İnsanın kendini okuması ölünceye kadar sürüyor.
Deniz Arcak: Herhalde. Zaten kendini okuman için burada oyalandığımızı düşünüyorum. 
Bilge Kocaefe: Tasavvufa daldıktan sonra önceki ve sonraki Deniz diye bir ayrım oldu mu? Ne değişti sende? 
Deniz Arcak: Bilmiyorum ki Bilge. Ben ne bileyim? Önceki Deniz sonraki Deniz; şöyle oldu. Bak çok spesifik bir şey, ilk defa keşfediyorum sayende. Eskiden yediğim boklarla da övünürken hayatıma mesnevi girdikten sonra bunların övünülecek şeyler olmadığını anladım, bu bir. O da bir şey mi? Boktan boktan şeyler anlatırız birbirimize ve övünürüz ya, oradan yırtıp bunların övünülecek şeyler olmadığını keşfedip güvenilir, inanılır, doğru dürüst bir insan olma hevesi kapladı içimi. Birine verdiğin sözü tutmak, biri kendini kötü hissettiğinde seni aradığında iyi hissedeceğini düşünmesine sebep olabilecek bir insan olabilmek için yatırım yapmaya başladım kendime. Fark bu olmuş olabilir. Eskiden çok “tümbede tüm dinle götümdü” herhalde, şimdi daha güvenilir, inanılır, cici bir insan olmak istiyorum.
Bilge Kocaefe: Sonrasında müziğinde de etkisi oldu mu bu halinin?
Deniz Arcak: Tabii olmuştur, olmaz mı abi.
Bilge Kocaefe: Mesela Korkma şarkını Mesnevi rubailerinden derledin. Müzikte de bir fark var sanırım.
Deniz Arcak: Evet evet. Mesnevi rubailerinden derledim. Müzikteki fark aranjör arkadaşın marifetiydi.
Bilge Kocaefe: Ney üflemeye bu süreçten sonra mı başladın? Üflüyorsun değil mi?
Deniz Arcak: Yok be, 2-3 notayı üfleyebiliyorum ondan başka bir şey üfleyebildiğim yok. Evde ney var, ilk 3 notayı üflüyorum, dördüncüyü de beşinciyi de ama altıncıyı kapatınca ses çıkmıyor.
Bilge Kocaefe: O da çıkar elbet.
Deniz Arcak: Bir de ben üşengecim. Senede bir kez falan elime alıyorum, o da arkadaşlarıma, bak ses çıkarabiliyorum diyebilmek için. Tamamen neyin felsefesine ters bir şey aslında. (Güler)
Bilge Kocaefe: Peki tasavvufa yöneldiğinde Deniz nasıl bir yola girdi diye çevrenden tepki aldın mı?
Deniz Arcak: Çooook. Annem babam falan kafayı yediler nereye gidiyor bu diye ama dedemle bir tanıştılar… Bir gün bayramda annemleri aradım, bayramınız kutlu olsun öpüyorum sizi ama ben bugün dedeme gideceğim dedim, annem taş oldu karşımda.
Bilge Kocaefe: Her zaman beraber mi geçirirsiniz bayramları?
Deniz Arcak: Tabii annen baban İstanbul’a gelmiş, eşek değilsin ya gideceksin. Annemle babam aralarında konuştular galiba, aradıktan beş dakika sonra geri arayıp “Amcanlarla beraber biz de seninle geliyoruz.” dediler. Amcam, yengem, babam ve annem maaile dedemlere gittik. Ben çok da cahilimdir; aktüaliteye dair bana bir soru sor şok geçirirsin, feciyimdir. Millet beni politik falan zannediyor. Ben insanların ölmesine üzüldüğüm için yazıyorum o tweetleri. Benim bu konulara hiç kafam basmaz. Amcam dedi ki, “Kızım sen utanmıyor musun? Bir de meşhursun. Millet gelse sana bir şey sorsa bilmiyorum mu diyeceksin?”, “Tabii amca.” dedim ben de; “Bilmiyorum.” diyeceğim. Sonuçta gittik dedemin yanına. Amcam sağcıdır, babam solcu ve senelerdir bununla ilgili tartışma vardır sofralarımızda. Neyse girdik dedemin yanına, abi dedem bir konu anlatmaya başladı; dedem öyle bir adamdı ki yani o kadar şeffaflaşmış ki insanları okuyor. Adam online, ana trafo ile online bir hale geliyorsun. Bize görünmeyen duyulmayan şey onlara aşikarlaşıyor, ayan oluyor hesabı. Dedem bizimkilere sağcılıkla solculukla ilgili bir hikaye anlatıyor; keşke genel kültürüm, tarih bilgim yetseydi de hatırlasaydım mevzuu. Bak son kareyi anlatıyorum; amcam dedemim bir dizinde babam dedemin bir dizinde, ikisi de 70 yaşlarında insanlar, sus pus dedeme bakıyorlar. Dedem onları inanılmaz acayip büyüledi. Adam büyülemek maksadıyla yapmıyor, o bir denizdi. Ve öyle bir deniz ki ona girdiğin zaman yıkanmamana imkan yok, oradan pis çıkmana imkan yok. Babamla amcam dumur oldular. Sonra çıktık dışarıya amcam dedi ki “Boş ver aktüaliteyi, sen ne biçim bir okula gidiyormuşsun ver elini öpeyim.” düşün artık. Yani böyle bir kısmet oldu. Siz rezalet bir şey de  olabilirsiniz, hayatınız boyunca hiç onaylanmamış bir şey de olabilirsiniz ama lütuf dediğin gelip sizi bulabilir. Hayata güvenmek lazım, hayatın sürprizlerine açık olmak lazım, hastası olmak lazım ki ben hastasıyım. Zevkli bir düzenek o.
Bilge Kocaefe: Şarkı sözlerin o zamanki psikolojin hakkında ipuçları veriyor mu? Mesela Korkma şarkını yazdığında kendine mi korkma dedin? 
Deniz Arcak: Tabii ki. Korku çünkü çok ket vurucu bir şey. Mesela bizim şu anki Türkiye Cumhuriyeti’nin hali aslında tamamen  korku cumhuriyeti oldu. Herkes kilitli, kimse kendini yaşamıyor, herkes bastırılmış vaziyette. Herkes panikle yaşıyor şu anda. Halbuki korkusuz olsa, kafalar hür olsa, herkes kendi cinsini kendi halini istediği gibi yaşayabilse o zaman armoni çıkacak. Şu anda armoni çıkmasın diye kafamızdan bastırılıp baskılandığımız bir süreç yaşıyoruz.
Bilge Kocaefe: Peki bunun çıkışı nasıl olacak? Seninle benim aramızda bir armoni oluyor ama bunu genele nasıl yayacağız?
Deniz Arcak: Bir şey baskı altında olamaz. Düdüklü tencereyi düşün; bu sıcaklıkta gidilemez soğuması lazım. Ya bundan vazgeçilecek, o baskı basınç bitecek ya da o sıcaklıkta kapağını açarsan tavana çakacak. Şu anda da görüyoruz, kendi içinde dahi patlıyor. Birbirine inananlar güvenenler bile ayrıştırıp öbürküleştirerek bakmaya başladı. O taraf da kendi içinde parçalanıyor; bir şekilde bir patlama olacak bence yani. Her gün şehit var. Düşünsene o tarafta mecburi askerlik yapmaya gittin, geri dönmeme ihtimalin var hep.  Ya da burada bile bomba patlayabilir. Ya da apartmanda birisi aktroldür, troliçedir, gıcık olmuştur. Asıl zararlılarla ilgilenilmiyor. Kim kime gıcık olduysa onun peşinde koşuyor. Kardeşim memleket uçuyor, kişisel davanın sırası mı? Neden birbirimizi zehirleyerek gidiyoruz? Neden ben o kıza yargılayarak bakayım, neden sakallı biri benden ya da ben ondan nefret edeyim? Neden küçücük insanların kafası zehirlensin? Öbür tarafta terörist dediğin çocuk, o çocuk da bir anne babanın çocuğu. Niye onun kafası zehirlensin de gitsin kardeşini öldürsün? Niye, niye, niye? Tahir Elçi’nin ölümünü falan aklım almıyor biliyor musun? Bugün televizyon açıyorsun yine şehit, yine ölüm. Lan neden ecelimizle ölmeyelim? Zaten ölmeyecek miyiz?
Bilge Kocaefe: Sistem. Olan hep halka oluyor.
Deniz Arcak: Para. Para ne kadar güçlü bir şey değil mi? Ne kadar yalan bir şeyin bu kadar güçlü olması çok acı değil mi? Tamamen bir kağıt parçası. Yaksan yanar, ağzına soksan karnını doyurmaz. Ne saçma değil mi? Ne zavallıyız değil mi? Vah!
Bilge Kocaefe: İnsan yok olduğu zaman evren rahatlayacak sanırım. Kendi sonumuzu hazırlıyoruz.
Deniz Arcak: Tabii elimizden geleni yapıyoruz. Ne koltuğu? Al ben vereyim sana git otur. Sen benim gönlümdeki baş köşeye geçemedikten sonra götünü koyacağın koltuğun ne önemi var. Ben ölümün kötü bir şey olduğuna inanmıyorum. Bir kere ölmek güzel bir şey fakat insanların birbirine yaptığı muamele ve bir hayat.. Mesela sen şimdi birisi gelse para ver dese verirsin, ceketini ver dese verirsin. Ama canını ver dese o; o kadar kolay verilecek bir şey değil. İnsanların algısı çok vahim.
Bilge Kocaefe: Buna göz yumanlar yüzünden mi oluyor?
Deniz Arcak: Bunu fiştikleyenler yüzünden. Fiştikleniyor. Gençliğini düşün. Kendini adayacağın bir şey olmasını istemez miydin? Al, buluyorlar kendilerini adayacak bir şey. Şans abi, geliyor onları buluyor. Öbür tarafı boş ver. Bir şişe suya, bir sandviçe tav olup onun bunun götünün kılıyız diyebiliyor insanlar. Onların algısı da o. Ama belli ki bu insanlar geliştirilmeye, taşınmaya, ellerinden tutulmaya, başka ufuklar görmeye muhtaç. Aslında bu, bunun çağrısı. Kimseyi hor görmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu hali aşağılık kompleksinden böyle. Bize öyle dediniz, böyle dediniz, görün bakın bugün de biz size bunları yapıyoruz; kafa bu. Bir aşağılık kompleksi süreci ürünü bu. Haklılar da. Kimse kimseyi aşağılayamaz. Bir kere işe yaramaz dediğinde sen ne kadar işe yarayabilirsin onu düşün. Senin işlevselliğin yaradığın, dokunduğun yer kadardır. Sen bir tek buraya dokunup ben işe yarıyorum dersen olmaz. Peki ya geri kalan? İşe mi yaradın şimdi sen? Sıçtın, birinin kafasını daha zehirledin. Kimse kimseyi aşağılayarak bir yere varamaz. Şu anda da kompleks yönetiyor memleketi; adı üstünde karışık.
Bilge Kocaefe: Sinirlendik, politikaya girdik. Sözüm ona apolitiğiz.
Deniz Arcak: Neyse. Apolitiğiz. Politikadan anlamak değil ki bu, insani olarak yaşadığımız hal. Biz şu an psikoloji çözüyoruz. Olan bitenin psikolojik metnini kendimizce okuduğumuz zaman üzülüyoruz. Sonuçta birbirimizden ayrı gayrı da değiliz. Hepimiz bir vücudun bir uzvu gibiyiz. Nasıl parmağımız kanadığında orada toplanır canımız; böyle bir durum. Nasırlaşıyoruz. Demek ki uzuvlarımızı kaybediyoruz ve bir şey hissetmiyoruz artık, işin kötü tarafı bu. Gittikçe güdülüyoruz, budanıyoruz yani. Yazık. Canımız yansın ki orası tekrar canlansın.
Bilge Kocaefe: Hiç bu ülkeyi terk etmeyi düşündün mü?
Deniz Arcak: Düşünüyordum bu ülkeden gideyim diye ama artık düşünmüyorum çünkü bizim gidecek bir yerimiz yok ki. Burası bizim de memleketimiz ve kendimiz gibilere elimizden geldiğince sahip çıkmamız lazım. Hepimiz birbirimizi tutmaya çalışacağız. Birbirimizi nasıl kollayacağımızı da bilmiyoruz ki. Önüne gelene iyi tohum ekmek. Bence bugünlerde yapabileceğimiz en iyi şey ne biliyor musun? Sırıtmak abi; içten. Belki biri kafası bozuk geliyor, gidip büyük bir kavga çıkaracak. Sen o sırıtışla o kavgayı engelleyebiliyorsun. Bugün yapabileceğimiz en büyük şey sırıtabildiğimiz kadar sırıtmak Bilge. İçten iyi günler demek, tanımadığımız birine.
Bilge Kocaefe: Ben de bunu yapmayı çok seviyorum ama moralim bozuluyor tepki alamayınca.
Deniz Arcak: Hiç aldırmıyorum ben tepkiye biliyor musun? Ben çocukluğumdan beri öyle büyüdüm, öyle gördüm. Annem de babam da tanımadığımız insanlara selam verirlerdi. Ben de asansörde, kapıda karşılaştığım insanlara iyi günler dilerim ve gülerim; aldırmam karşıdaki ne düşünüyor, deli mi lan bu dese de. Deliyim, var mı diyeceğin. Deliyim canım benim.
Bilge Kocaefe: Güvensizlikten dolayı mı insanlar bireyselleştiler? Gülümsemene karşılık vermekten bile çekiniyorlar.
Deniz Arcak: Korkuyorlar herhalde. Hiç aldırmamak lazım. Tasavvuftan öğrendiğim, mümkün olduğunca her şeyi kucaklamaya çalışmak. Her şeyi kucaklamak derken de bazı şeyleri ayırt etmek lazım. Sır da ehline verilirmiş. Herkesi her şeyi kucaklamaya çalışmak da boş olabilir ama sonuçta açık birisi olursam ve kimin gelebileceğine biraz da ben karar verebilirsem çok iyi olur.
Bilge Kocaefe: Kucağını o kadar da açmayacaksın yani?

Deniz Arcak: Evet. Eskiden çok açıyordum kucağımı, bok içinde kaldı. Onun için biraz da dikkatli açmak lazım. Habil ile Kabil birbirini öldürerek başlıyor zaten. İnsan var oldu olalı savaşlar var, bir şeyleri paylaşamama var ama bir şey paylaşmak ya da paylaşmamak gibi bir derdimizin olmaması hediye olabilir. Su damlası gibi; bu su sana damlıyor ve sonra pıt pıt çevrene. Şefik Can dedemin bana damlaması, sonra da aileme yayılması da öyle oldu. Sen sonuçta  korkuyla değil de, güzel bir geçişe inanarak yaşarsan hayatta gerisi gelir. Mesela erkek arkadaşım diyor ki markette “Sen şu kadarcıksın.”; bir teyze de diyor ki “Şu rafa uzanır mısın?”. Orada selvi boylu görevli çocuklara demiyor da gelip yerden bitme mum bacaklı Mickey’e söylüyor mesela. Ya da şunun fiyatını göremiyorum sen bakar mısın diyor. Demek ki bir şey görüyor bende. (Gülüyor)
Bilge Kocaefe: Çekiyorsun kendine. Benimde market hikayelerim vardır teyzelerle.
Deniz Arcak: Bilerek isteyerek yapmıyorum işte bunu, bu bana hediye. İyi hissetmeye çalışmak, kendini iyi hissetmek. Her şey bu kadar boktanken bunun mutlaka bir çıkışı var, en kötü ölürüz abi. Bir canımız var verecek, onu da mutlu mu vermek istersin mutsuz mu vermek istersin? Öleceksem de mutlu öleyim, kârda gideyim yani.
Bilge Kocaefe: Hayallerini gerçekleştiriyor musun?
Deniz Arcak: Hep hayalimin ötesi gerçekleşiyor ya biraz zaman tanımak lazım sadece. Ben de sabırsızım, nasıl oluyor bilmiyorum. Bir sabırsızım bir de çok sabırlı bir tarafım var. Daha doğrusu isyan etmiyorum galiba, olan tamamdır diyorum sonra bir bakıyorum istediğimin ötesi olmuş. Düşünce ve söz tohummuş. Bu tohumları atıyorsun, ara ara sularsan oradan çıkıveriyor zaten. Düşünce tohumu, çok acayip.
Bilge Kocaefe:Peki Deniz Arcak ve Yol Arkadaşları ile bir albüm yapma isteğin var mı?
Deniz Arcak: Var. Düşünüyorum ama daha yeniyiz, bu yolda anlayacağız ne yapacağımızı. Gittikçe de daha zevkli oluyor. Acayip bir durumumuz var sahnede çok eğleniyoruz ve feci eğlendiriyoruz. Millet ihya oluyor. Mesela prova yapamadan çıktık, sahnede yaptık provamızı ve utanmadan bir de sahnede söyledim provamıza hoş geldiniz diye. Aslında taşlanıp dayak yememiz gerekirdi ama dayak yemedik. Çok eğlenmekle kalmayıp bir de gitmediler, artık gidin de uyuyalım dedik de öyle gittiler.
Bilge Kocaefe:O zaman bu grubun sürekliliği olacak? Nerelerde izleyeceğiz sizi?
Deniz Arcak: Evet. Bir arada  olmak çok eğlenceli. 1C1K diye bir yerde çıkacağız, orada bir test sürüşü yapacağız. Orası bize göre mi, biz oraya göre miyiz ona bakacağız. Eğer öyle olduğunu düşünüp de mutabık kalırsak şayet, ayda iki kere orada olacağız. Bir de Salon İKSV’de Motto müzik ile 90’lar kafası diye bir program yapıyorum. 90’lar gene revaçta morukcum. 90’lardan insanlarla, ilk konuğumuz Emel Müftüoğlu oldu, ikinci konuğumuz Harun oldu. Üçüncü konuğumuz Grup Vitamin olacak, bizim Red Kitler. Böyle bir iş yapıyoruz. Bu işin birinci yılı sebebiyle salon İKSV’deyiz ve sanırım halka açık değil.
Bilge Kocaefe: 90’ları özlüyor musun? Farkı ne o yılların?
Deniz Arcak: Yoo. Şimdiki çocuklar 90’ların samimiliğini ve netliğini seviyor sanırım. O kafaları seviyorlar. O zaman yapılan müzikleri seviyorlar belki. Şimdi de güzel müzik yapılıyor tabii, tek tük de olsa var yani. Anladığım kadarıyla o zamanki samimiyetin hastası insanlar. Emel bir örnekleme yaptı “Bir bara gidiyorsun, hep bir ağızdan şarkını söylüyorlar. Ölmüşsün de şarkını ezberlemişler gibi.”. Çocuklar o kafayı, o zamanı seviyorlar herhalde. O zamanın bebeleri olmak iyi geliyor insanlara. Enteresan, ben de bilmiyorum. İçindeyken anlamıyorsun. Hepimiz üniversitedeyken okul arkadaşları gibi bir arada işler yapıyorduk ve çok eğleniyorduk. Ben yine kendi çevremi öyle kurdum, öyle yapıyoruz. Bir de şimdi daha tecrübelisin, daha ne istediğini biliyorsun, daha ne ile ne yapacağını biliyorsun. O zamanlar bilmiyorsun ki kendini. Büyüdükçe kendine dair fikrin artıyor. 
Bilge Kocaefe: Müziğimle bir şey anlatayım, mesaj vereyim diyor musun?
Deniz Arcak: Diyordum ille bir şeyler anlatayım ama şimdi ondan da vazgeçtim. Ben ille bir şey anlatayım diye yırtınırsam olmayacak belli ki. Ben bir şeyler anlatmaya çalışayım, nasibimizde varsa, orada olanların kaderinde varsa bir şeyler paylaşırız zaten. Bir şey yapayım diye kıçını yırtmanın anlamı yok galiba. Bir şeyler yapaduralım biz, oradan hepimizin payına bir şey düşecekse, bir payımız varsa alırız.
Bilge Kocaefe: Seni ne heyecanlandırır?
Deniz Arcak: Her şey. Mesela seni göreceğim için heyecanlandım bugün sevindim.
Bilge Kocaefe: Ben de.
Deniz Arcak: Sonra iş, sahne heyecanlandırıyor. Sevdiğim şeyleri yapmak heyecanlandırıyor. Her şey, ben heyecanlıyım zaten, coşmuş bir tavuk gibiyim. (Güler) Coşmuş tavuk iş başında.
Bilge Kocaefe: Söylemek istediğin bir şey var mı son olarak?
DA: Yerim ben seni. (Öpüşmeler) Çok sevindim seni gördüğüme. Reportare’ye çok teşekkür ederim. 
Bilge Kocaefe: Bahane oldu sohbet ettik ne güzel.
Deniz Arcak: Sanıyorsun ki hedef bu ama hedef başkaymış.
Bilge Kocaefe: Son olarak insanlığa bir mesajın var mı?
Deniz Arcak: (Kollarını iki yana açarak) Sevelim sevilelim abi gerisi gelir. (Melodili) “Sevil neşelen sevme yanarsın.”  Bu da çok fena bir eser.
Bilge Kocaefe ve Deniz Arcak: (Melodili) “Sevil de sevme, ağlama ağla.”
Bilge Kocaefe: O ne yahu?
Deniz Arcak: Korkunç. Hunhar birinin eseri. Sevelim sevilelim abi. Mümkün olduğunca kârda kalmaya bakmalı. Bir şeyi seversek yüzümüz güler, bizim yüzümüz gülerse sevdiklerimizin de yüzü güler. Gülelim güldürelim inşallah artık. Lütfen.
Bilge Kocaefe: Dileğimiz budur. Teşekkürler.
Deniz Arcak: Yerim seni ben.

Önceki İçerikHayata Aşina Zamana Hatıra: Aile Fotoğrafı
Sonraki İçerik“Bir Sofra Kursam Ahmet Kaya, Ahmed Arif Gelse Otursa…”
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project