“Bir Şahane Adam…”

0
339

“Analog, digitalin önünde düşünülse de, digitalin gelecekteki hakimiyeti kaçınılmaz olacak…”

Sinan: Ben çok soru soruyorum ama gerçekten hiç bir şey bilmediğim için, çok yabancısıyım konunun… Mesela şimdiki dijital kayıtlarla o eski plak kayıtlarının arasında çok ciddi bir kalite farkı olduğunu aslında onun şimdi dijital kayıtlarda o plak tadını yakalamayı çalıştıklarını söylüyorlar? Doğru mu bu gerçekten?

Orhan Topçuoğlu:Şimdi tabi ben bu konuda uzman değilim ama şunu söyleyebilirim ki analog kayıtlar her zaman için dijital kayıtların önünde düşünülüyor.

Sinan: Müzikte de mi bu böyle?

Orhan Topçuoğlu: Müzikte müzikte! Özellikle müzikte! Hatta zaten günümüzde o vinillerin falan tekrar ortaya çıkması… Ya birazcık işin içinde o pompalanmış nostalji tabi ki var, reklamı yapılmış nostalji…

Ama yani ben şunu biliyorum ki, dijital kayıt çıktıktan bir süre sonra kayıt firmaları eski analog makinelerini tekrar çıkarıp devreye soktular. Tabi, kulak o kadarını fark edemeyebiliyor dijital ile analog kayıt arasında.  Ama genelde senin fark edemediğin bir milyon tane parametre var bir şeye iyi ya da kötü demeni sağlayan… Adını koyamıyorsun bir filme gidiyorsun mesela, “kötü film” diyorsun! O “kötü filmde” aslında bir sıralayabilsen, altında zaaaart diye nasıl bir liste çıkar! Nelerin kötü olduğunu profesyonel bir kulak ya da profesyonel bir göz sıralayıverir, sen de normal bir seyirci olarak “adam haklı” dersin “bak doğru bak”! Haa evet ama normal seyrettiğin zaman onları farketmezsin. Dijitalle bence analog arasındaki kayıp da o. Yani filmde de öyle yapıyorlar artık. En sonunda analoğa basıyor adam! Her şeyi yapıyor, sonunda analoğa basıyor! Zaten büyük ihtimalle çok yakın bir tarihte bu analog kopya da kalkacak. Bence kalkacak. Nasıl CD kalkmaya başladı artık, plastik bitti… Artık indiriyorsun her şeyi… Prodüktörler oradan para kazanmaya başlayacaklar artık…  Plastikten para kazanmıyor kimse. İnternetten şimdi yasak ama  yavaş yavaş çözecekler bunu… “Bir parça var” diyecek 50 cent verip dinleyeceksin mesela… Ya da reklam alacak? Siteye reklam alacak, reklam gösterecek vesaire vesaire! Oradan para kazanacak. Buradan kimsenin para kazandığı yok ve sinemada da böyle olacak… yani sen sinema sahibi olarak, Sinema sahibi olarak, salon sahibi olarak, gireceksin internete hangi filmi istiyorsan; gireceksin passwordu, yatıracaksın parayı bankaya, transfer edeceksin diyelim ki 12 bin doları… 3 kopya mı istiyorsun sen? Gideceksin hooop indireceksin onu, sen de sinemada öyle oynatacaksın!

Ulvi: Zaten bir süre sonra oraya doğru gidecek iş…

Orhan Topçuoğlu: Kodak ve Fuji gibi, analogdan para kazanan firmalar karşı çıkıyordur bunlara… E düşünsene bir filmin Amerika’da kaç bin kopyayla girdiğini.

Ulvi: Sinan biliyor, ben arşivciyimdir. Hadi kitaplar değişmedi onlar duruyor. Buldukça internetten de indiriyorum ama şimdi benim evde plaklarım var ama pikabım yok mesela? Nereden baksan bin beş yüz iki bin tane kasetim var ama kasetçalarım yok? Gerçi kasetçalarım var artık. Bir süre yoktu ama onlar da bir işe yarasın diye edindim yeniden. Çünkü bazılarını hala aktaramadım elektronik ortama.  Hani zaten insanın anıları oluyor ya? Şöyle almışsın, şurada dinlemişsin falan… Şimdi kasetler duruyor yarısı kutularda yarısı çekmecelerde… En sevdiklerim, arada dinleyeceklerim… Onları da indirmiyorum ki ya da CD sini almıyorum ki kasetten dinleyeyim…  İşte bilmem kaç yıl önce para vermişim, almışım, özel bir şekilde almışım, işte onlar duruyor. Arkasından ÇD ler duruyor, bir de hard diskte mp3ler duruyor… Şimdi onun arkasından bilmem ne çıkıyor, bilmem ne çıkıyor! Eh ben 75 yaşında değilim, bu kadar kısa sürede böyle bir şey var hayatımda plak almışım, plak koleksiyonu yapmışım, kıyamamışım atamamışım ama duruyor.   Ama şöyle bir şey var yani hani reyting sınırları gibi bizler de mesela diyelim ki müzikte de sınıflandırılıyoruz galiba? Çünkü çok çabuk tüketiciler var, tok tok tok! Onlar için çok ideal sorun yok yani zaten onlara yönelik bir şey biz de kıyısından köşesinden yararlanıyoruz. Bir de bizim gibi mesela arada bir hani bu cast var ki o nedir işte? the others! Müzikteki “the others”! Müzikteki “the others”ında ihtiyaçları var, yani onlarada bir şey yapmak lazım, arşivcimisindir abi, varmıdır böyle bir şey?

Orhan Topçuoğlu: Maalesef değilim, ne yazık ki değilimdir… Tam bir Türk’üm o açıdan. Yani belleksiz!

Ulvi: Benim içinde tam tersi yani, benim için olmak zorunda! Yani dinlemesem bile… İşte Atilla abi ile konuşuyorduk yani işte o caz programı falan yapıyordu, arşivinin çoğunu dağıtmış durumda.

Orhan Topçuoğlu: Yapmıyor mu artık?

Ulvi: Bayağı bir vermiş CD’lerini falan… Sadece çok sevdiklerini ayırmış, onları toparlıyor…

Orhan Topçuoğlu: Yani program yapmıyor mu?

Ulvi: Yok yapmıyor.

Orhan Topçuoğlu: Öyle mi?

Ulvi: En son Açık Radyo ‘da yapıyordu. Bu bizim kişilik özelliğimiz galiba? Bilmiyorum sende var mı? Zor elde ediyorduk ya bir dönem bir şeyleri dinlemesem bile olsun. Arşivimde olsun! Nereden baksan şimdi 2 terrabytlık müzik var, cazdı, klasikti, rocktu…  Hayatım boyunca dinlesem, bugün başlasam, 24 saat dinlesem hepsini dinleyemem…

Orhan Topçuoğlu: Anladım

Ulvi: Ama o illa ki  “bende olsun” duygusu var ya… O garip bir açlık galiba..  Müziğe girmeyelim dedik ama müzik nasıl başladı?

Orhan Topçuoğlu: Kendi kendine başladı! (Gülüşmeler) Vallahi! Bir şeyler koyayım da şimdi, müzik deyince…(CD değiştirir) Ya ben şanslı azınlıktanım. Çünkü aklımın erdiği andan itibaren yapmak istediklerimi yaptım. Yani “bu benim sadece hobim ve ne kadar güzel bir şey, ben bunları yapıyorum” dan çıktı, hayatımı öyle kazanmaya başladım. O kadar az insanda görüyorum ve şahit oluyorum ki buna…