Hayat anlık fotoğraf karelerinden ibaret. Fotoğraf çekmek, eskiden sadece fotoğraf sanatçılarının işiydi, onların karelerini hayran hayran seyreden biz amatörlere de takdir etmek düşerdi, aile karelerini babalar, olmadı arka fonları efsane olan stüdyolarda mahalle fotoğrafçısı çekerdi. Oysa şimdi, iyisiyle kötüsüyle, hayatı sabitleyip “ben buradayım” demek için, sosyal mecranın da etkisiyle sürekli bir fotoğraf yağmurunun altında oturuyoruz.
Artık “dijital fotoğraf özgürlüktür” çağındayız ve herkes kendi kendini fotoğrafçı ilan etti. Paylaştıkça çoğalan karelerimizle hayatımıza ayna tutuyoruz ve bazen, aynadaki yansıma asıl biz değiliz. -mış gibi yaptığımız manipülasyonlu karelerden, geçmişte kalan fotoğraf banyosu kokusuyla ayrışan karelere kadar, fotoğrafla özel ilişkilerine dair kimseye anlatmadıkları detayları, üç farklı fotoğraf gurusuyla konuştuk.
Vahşi doğanın cesur aynası Süha Derbent, sokak karelerinin usta gözü Mustafa Seven ve sosyal mecranın gizemli şehir gezgini Tokyophone üçlüsüyle, geçmişten bugüne fotoğrafın değişimine eşlik etmeye hazır mısınız?
Bugün, Türkiye’nin ilk ve tek vahşi yaşam fotoğraf sanatçısı Süha Derbent ile başlıyoruz.
Bir, iki, üç, haydi gülümseyin!
Keyifli okumalar…
*** “Dijital Fotoğrafçılık” serisinde yer alan röportajların kısa versiyonları, GEO Türkiye dergisinin Aralık 2015 sayısında yayınlandı.
Röportaj: M. İrem Afşin
Fotoğraflar: Ali Fuat Karasu
O, Türkiye’nin ilk ve tek vahşi doğa fotoğraf sanatçısı. Yeryüzünde yaşayan 7 büyük kediyi fotoğraflayan 8 kişiden biri. Dünya genelinde en iyi 8 vahşi yaşam fotoğrafçısından biri kabul ediliyor. Ekranda belgeselini seyrederken ürperdiğimiz vahşi hayvanlarla objektifinin birkaç metre ötesinde günler geçiren Süha Derbent’le muhteşem Boğaz manzaralı Salacak’taki evinde karşılıklı oturuyoruz. O, iki gün sonra çok sevdiği dağ gorilleri ile buluşmak için Ruanda’ya yapacağı gezinin hazırlıkları ile ilgilenirken, uzun uzun yüzüne bakıp mimiklerini inceliyorum, heyecanıyla gülümsemesi bulaşıcı… Henüz sohbetimiz sonunda onunla ilgili okuduklarımdan çok daha fazlasını öğreneceğimden ve ‘röportaj bitmeseydi iyiydi’ diye düşüneceğimden habersizim.
“Fotoğraf Artık Benim İçin Bir Amaç Değil, Araç.”
“İlk başladığım yıllarda fotoğraf çekmek için seyahat etmek zorundaydım. Şimdi durum farklı; ben orada olmak için fotoğraf çekiyorum. Fotoğraflarımda herhangi bir sanatsal kaygı yok, zaten anlamam da. Ben eğleniyorum ve sevdiğim bir şeyi yapmanın beni oraya ulaştıran aracından başka hiçbir şey değil fotoğraf. Benim için hayvanlarla o mesafede olabilmek, onlarla bu kadar yakın olup onları izleyebilmek, zaman zaman hayvan davranışı eğitimim sayesinde onlarla küçücük de olsa iletişim kurabilmek benim için en değerli şey. Görmek istediğim hayvanı arayıp bulduktan ve izledikten sonra fotoğrafını çekmesem de olur artık, sadece görmek bana yetiyor.”
Doğal yaşam alanlarında vahşi hayvanların fotoğraflarını çekmek için, Güney Afrika’da iki yıla yakın süre özellikle vahşi kedilerle ilgili dersler alıyor, o dönemde birlikte çalıştığı rehberinden ve doğanın içinde yaşarken yaptığı gözlemlerden öğrendiklerinden bahsediyor. “Hayvan Davranışı Eğitimi” sayesinde, hayvanların bir sonraki saniyedeki davranışı kestirebiliyor, hatta hayvanların bazı davranışları o istediğinde yapmasını, doğrudan kendisine bakmasını da sağlayabiliyor. Sedventure’da verdikleri hizmetten bahsederken, “hayvanları görmek, izlemek veya fotoğrafını çekmek istiyorsanız biz size o hayvanı buluruz, aramazsınız, siz aramakla zaman kaybetmezsiniz. Bulduğumuzda ise bütün davranışlarını %70-80 oranında önceden benden duyarsınız” diyor. Şaşkın şaşkın bakakaldığımı görünce de gülüyor, “çok odaklanıp çok da severek yaptığım bir iş olduğu için, doğada kendimi daha ait olduğum yerde hissediyorum, aidiyet duygusu. Diğer yandan hayvanları çok seviyorum, hayranlık duyuyorum, öte yandan da insanla uğraşmaktan daha kolay.” Analog fotoğrafla dijital farkı için “elmayla armut gibi” benzetmesini yapıyor. Teknolojiye sıcak ve yakın duran biri olarak, hayatla dünya ne tarafa gidiyorsa oraya doğru gitmenin doğru olduğunu düşündüğünü, dia-pozitif çekerken ortaya çıkan dijitalde, full-frame(tam kare) kameranın üretilmesini beklediğini anlatıyor.
“Fotoğraf Makinesiz Usta“
Ne analog ne de dijital… Süha Derbent’in kendisine ait bir fotoğraf makinesi yok! Halen birkaç markanın farklı işler için farklı kameralarını kullanıyor, bir üst model çıktığında yenisi ile değiştiriyor.
Süha Derbent, şehirle bir bağ kurmuyor, şehirde geçireceği ideal hayatı “havaalanından eve, evden de havaalanına gitmek, başka bir iletişim kurmamak” diye tanımlıyor. İstanbul’da bir haftadan fazla kalmıyor, evinden pek çıkmıyor. Avrupa Yakası’ndaki randevularını mümkünse tek güne sığdırıyor veya hiç gitmiyor. Bizi de bu nedenle evine davet ettiğini anlatıyor, gülüyoruz. Üstelik içbir yere yerleşmiş görmüyor kendini. “Bir gün yerleşeceğim, ölünce. Sabit yerim o zaman olacak. Neden Afrika’ya yerleşmedim? Çünkü oraya da yerleşsem ben orada da sabit duramam, başka yerlere gider gelirim. Bir evim olacak tamam, yatacak bir yatak. Ama sabit durmak; yok, ben çok sıkılan biriyim, ondan da sıkılırım.” Dünya genelinde yaklaşık 80 ülke gezmiş Süha Derbent’e en iyi bildiği ülkeleri soruyorum: “Afrika Kıtasını gözünüzün önüne getirin, ortadan bir çizgi çekerseniz, bütün o çizginin alt tarafında kalan ülkelerin hepsi, en çok, Rwanda, Kenya, Güney Afrika, Botsvana, Zimbabwe. Amerika kıtasında Brezilya’da dünyanın en büyük sulak alanı Pantanal’da tecrübeliyim, bir de Hindistan.
O, yeryüzünde yaşayan 38 tür vahşi kedinin arasındaki 7 büyük kediyi fotoğraflamış dünyadaki 8 fotoğrafçıdan biri. Bu kedilerin içinde olağanüstü fotoğraf kareleriyle evinin de duvarlarını süsleyen kaplanın yeri ayrı. Soyunun tükenmesinden korkulan Bengal Kaplanı’nı 1998’de aylarca Hindistan’da izini sürerek fotoğraflayan ilk Türkiyeli. Sonra gözleri parlayarak çok sevdiğini söylediği Dağ Gorilleri’nden bahsediyor. Ruanda’ya sadece görmeye ve izlemeye gittiğini anlatıyor, artık önemli olan yanındaki misafirinin fotoğrafik olarak tatmin olması. “Arşivimde bugün itibariyle dünyada kimsede olamayacak kadar dağ gorili fotoğrafı zaten var, hiç çekmesem de olur, bir tatminsizliğe girmeye gerek yok.”
Nedir dağ gorillerinde onu bu kadar çeken? DNA olarak %97 oranında insanla aynı olan dağ gorili, çok iyi, üstelik çok güçlü. Hayatı boyunca sadece yeşil bitki yiyerek detoks yapıyor, bambu ile besleniyor. “Sırf gorillerde değil, bütün hayvanlarda kendimize katmaya çalıştığımız yetilerin doğuştan ve mükemmellik derecesinde olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Gidip onlara o kadar yakında olabilmek de çok büyük bir ayrıcalık. Doğa fotoğrafçılığının, yaban hayatı ve hayvan fotoğrafçılığının püf noktası bu: Hiçbir çektiğiniz kareyi ne bir başkası ne de siz bir daha asla çekemezsiniz; her biri yegane. Dağ gorillerine gitmek böyle ayrı bir şey. Böyle yürüyorsunuz ve çok acayip bir ormanın içinde yürüyorsunuz. Dünyanın en güzel ormanlarından birinde yürüyorsunuz, üstünüze güneş bile inmiyor, ve siz öyle bir doğanın içinde goril görüyorsunuz. Rakım çok yüksek, hava çok gece çok soğuk olduğu için böcek bile yaşamıyor. Çok masum bir orman, içinde de öz dünyanın en masum canlısı var.”
“Sanal gerçeklik hayatın içinde ve zaman zaman da gerçekliğin önünde.”
Rwanda’nın güneş bile girmeyen sık ormanlarından dijital dünyanın demokratik ortamına geçiyoruz. Süha Derbent, insanların şehir hayatındaki yoğun iş temposu ve iletişimsizliklerinin sosyal medyanın güçlenmesini doğurduğunu düşünüyor: “Sanal gerçeklik, bazen gerçekliğin daha da önüne geçiyor, ben bunu kabul etmiş biriyim.” İngiliz dizisi Black Mirror’ı tavsiye ediyor bu noktada, “orada henüz keşfedilmedi diye gördüğümüz şeylerin yakında kullandığımızı görebiliriz.”
Derbent’e göre, sosyal medyaya karşı çıkmadan kullanmak, ama çok da hayatımızı vakfetmeden, onun esiri olmadan içinde olmak gerekiyor. “Sosyal mecrada herkese açık hale geliyorsunuz. Birisi fotoğraflarımı eleştirdiğinde, o eleştirinin içindeki faydaya bakarım. İçinde küfür bile olsa, hakaret bile olsa faydalı kısmını alıp, gerisiyle ilgilenmiyorum. Çok seyahat ettiğim için zaman sorunum var, haliyle orada yazılan şeylere yanıt vermem gibi bir olasılık yok. En çok Instagram ve Facebook kullanıyorum, Instagram paylaşımlarım otomatik Twitter’a düşüyor, Facebook’taki iki hesabımdan birini de ajans yönetiyor.
Bu noktada markalar ve sosyal mecradaki işbirlikleri konusunda fikirlerini merak ediyorum. Derbent, özellikle fotoğraf sektöründe mutlaka marka işbirlikleri yapılması gerektiğini, kendisinin de tekstilden saate bir çok markayla çalıştığını söylüyor. Markaların sadece takipçi sayısına değil, etkileşime bakarak karar vermeleri, hesapları mutlaka incelemeleri gerektiğini belirtiyor.
“Anın fotoğrafı”nı kurgulamaktan bahseden Süha Derbent’e “manipülasyona nasıl bakıyorsunuz?” diye sorduğumda, “beklediğinizden fazlasını söyleyeceğim” diyor: “Ben doğada olan bir şeyi, bir gerçekliği göstermek üzere belgesel tadında çekiyorum. Dolayısıyla benim fotoğraflarımda re-touch var ama az. İşte hayvanın portresini çekmişiz ama gözünün önünden bir dal geçiyorsa, gözbebeğin görülebilmesi için o dalı oradan alırız. Doygunluk, biraz ışık, bu kadar; abartılı bir müdahale yoktur. Kişisel olarak manipülasyona nasıl bakıyorum? Kesinlikle azami oranda olması gerektiğini düşünüyorum.
“Fotoğraf çekilmekten öte artık yapılması gereken bir şeydir.”
Bana göre fotoğraf zaten bitmiş bir şey. Yani çekilmedik bir şey mi kaldı? Hiçbir şey yok. Fotoğraf çekilmekten öte artık yapılması gereken bir şeydir. Yani Kız Kulesi fotoğrafı artık niye çekilir ki bir daha? Ya da Ayasofya? Herkes çekiyor, kendinizden ne katabilirsiniz? Fotoğraf dediğiniz şey aslında ressamın fırçası gibi, üstüne ne katarsınız? Ayrıca ben ‘an fotoğrafı’ çekmeyen biriyim. Doğadakini bile kurguluyorum: Aslanın karşısında duruyoruz, size bakmıyor, hayır istediğinizde size baktırırım, kurguluyorum işte. Leopar şimdi sola bakacak, şimdi esneyecek, hazır ol, bak elini koy deklanşöre, netle, bekle, bas çek- kurguluyorum işte. Bir karenin kurgulanmadan çekilebilir olması sadece çok ender denk gelecek bir şanstır ve bir insan hayat boyu her kamerayı aldığında şanslı olamaz. Bence kurgu olan bu yüzden daha değerli.
Röportaj biterken, büyük bir merakla neredeyse bildiğim bütün vahşi hayvanları fotoğraflamış olan Süha Derbent’e hiç çekmediği ama mutlaka çekmek isteyeceği hayvan kaldı mı diye soruyorum. Son on yıldır doğada hiç görülmeyen Melanistik Leopar veya Melanistik Jaguar’ları bulmak, görmek ve çekmek istediğini söylüyor, bir de bütçe sorununu çözdüğü anda İmparator Penguenleri’ni fotoğraflamak istiyor. Ben iç geçiriyorum, o yine gülümsüyor.
•“Asla yapmam”: Çocuk istismarı ve ajitasyon.
•En sevdiğim, en sevmediğim: Dijital fotoğrafta sürekli bir şeylerin değişiyor olması sıkıcı geliyor bazen, devamlı yeni bir özellik ekleniyor ve sürekli bir eğitim halindeyiz. Yeni bir ekipmana adaptasyon süreci 5-6 ay, yeni çıkacak bir kamera görüyorum, onu alayım diye hayal ederken, daha iyisi çıkıyor. Sosyal mecrada ise bilgi kirliliğinden, birisinin söylemediği lafların onun isminden paylaşılmasından rahatsızım, yanlış bir şey yazılsa bile girip onu düzeltecek de vaktim olmuyor çoğu zaman. En sevdiğim tarafı ise, görülmemişi göstermek, sürekli paylaşmak.
•Hayatında eğer fotoğraf olmasaydı, ne olurdu? Sanıldığının aksine, fotoğrafla öyle çok yakın ilgili birisi değilim, fotoğraf benim için bir araç sadece. Ama bütün hayatımı değiştirdi; fotoğraf olmasaydı bu kadar yere gitmemiş, bu kadar çok şeyi deneyimlememiş olurdum. Seksenden fazla ülke gezmiş biri olarak hiçbir zaman uçak biletini para verip satın almadım, hiç otele para ödemedim hayatım boyunca. Gençliğimde gezmek isterdim, param yoktu, uçak bileti alamazdım, şimdi şu an kapıdan çıksam dünyayı iki kere dolaşacak kadar uçuş milim var ama öyle bir zamanım yok…
Süha Derbent 1963 Istanbul doğumlu. Tam 25 yıldır profesyonel fotoğrafçı. Cumhuriyet Gazetesi, Atlas Dergisi ve Marie Claire Dergisi’nde gezi fotoğrafları çektikten sonra, Gezi National Geographic Traveler Dergisi’nde iki yıl boyunca Görsel Yönetmenlik yaptı. 1998’den beri serbest çalışıyor. 2002 Temmuz’unda İş Bankası Kültür Yayınları’ndan “Yüz Yüze” adlı ilk kitabı yayınlandı. Derbent, fotoğraf çekerken İskandinavya’dan Madagaskar’a, Sri Lanka’dan Kanada’ya kadar 80’den fazla ülke gezdi. 2012 yılından beri Setur işbirliğindeki Sedventure markası altında vahşi yaşam fotoğrafçılığı, seyahat organizasyonu ve hayvan davranışı konusunda dileyen herkese danışmanlık hizmeti veriyor, dünyanın bir çok vahşi yaşam alanına küçük gruplara ve kişiye özel butik seyahat organizasyonları yapıyor. Fotoğrafa geç sayılabilecek yirmili yaşlarında başlamış. Hayatında sevmediği hiçbir şeyi yapmadığı için, fotoğrafçılığı da iş olarak seçeceğine karar vererek başlamış. İlk kez yaban hayatı fotoğrafları çekmeye National Geography Traveller Dergisi’nde başlayan Süha Derbent, o günden beri vahşi hayatın içinde yaşıyor.
www.sedventure.com
Instagram: @suhaderbent
facebook.com/suhaderbentwildlifephotography