Acun Karadağ

0
100

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Bir bibliyoman mısınız yoksa iyi bir okur musunuz? Bu e-postayı aldıysanız zaten sizi iyi bir okur olarak kabul etmişiz demektir 🙂 Bu iki kavramı nasıl tanımlarsınız?

Acun Karadağ: Merhaba. Öncelikle söyleyeyim ki benimle röportaj yapılmasını seviyorum. Bir de iyi sorular geliyorsa çok haz alıyorum. Çünkü röportaj soruları genellikle üzerinde uzun düşünmediğim, hayatın akışına bıraktığım bazı davranışlarıma, düşüncelerime, alışkanlıklarıma yeniden bakma, daha derin düşünme fırsatı veriyor. Bir bakıma aynaya düşünüyor ve oradan bakıyorum kendime.

Sizin ilk sorunuz da böyle… Yani okuma yazmayı öğrendiğim günden beri okuyorum, yazıyorum ama bunun bir tanımı var mı/ne tür bir tanımı var bilmiyordum, merak da etmedim. Bibliyoman sözcüğünün çok yerdeki tanımına baktım. Bir hastalık gibi anlatılıyor ama her tutkumuza hastalık denilecekse ben bunu baştan reddediyorum.

Mesela Tıp Doktoru Prof. İzge Günal’ın Bibliyomani konusunda yazdığı bir yazıyı okudum. Orada diyor ki “Kitapları bir nesne olarak sevenlere Bibliyoman, içeriği nedeniyle sevenlere de Bibliyofil denmesi gerektiğini düşünüyorum.” Kitapları nesne olarak seviyor muyum? Evet! Mesela, e-kitap okumak yerine kâğıda dokunmak isterim. Matbaadan çıkmış taze kağıt kokusunu severim. Kâğıdı, kurşun kalemi, silgiyi severim. Asla vazgeçemem mi? Vazgeçerim. Neleri değiştirmedik ki… Ama yine de Günal’ın dediğine bakarsak ben Bibliyofil sayılırım. Kitabı kitap olduğu için değil içeriğinden dolayı severim.

İyi bir okur muyum? Bunun tanımı nasıldır, kim yapar “kime göre iyi, kime göre kötü okur” onu da merak ederim. Bir yolculuktayız ve yolculuğu gereğince yaşamak, Simyacı kitabında dediği gibi “kaşıktaki yağı dökmeden” çevremdeki güzellikleri görerek geçirmek isterim. Kitap benim için amaç değil araçtır. Kendimi, dünyayı, insanı, hayatı anlamak varlığımı anlamlandırmak ya da değiştirip dönüştürmek için kullanırım. Bence iyi de kullanırım : )

Bir yolculuğa giderken kalacağım süreyle oranlı kitap götürürüm yanımda. Bazen on beş güne on beş kitap yanımda götürüp, on beşini de okuyup fazladan oradan kitap aldığım olmuştur. Kitap hastası gibi görünüyor olabilirim ama değilim. Bazı yolculuklarda bir kitap alırım yanıma onu bile okumadan gelirim. Gittiğim yere bağlı. Ama Maraş’a eski görümcemin kızının yanına gidip, kaldığım her gün bir kitap okuyup, akşamları bir film izlediğim ve on beş gün kaldığım o sıcak evi ve o günleri unutmayacağım. Deniz kenarına gidip, gittiğim insanların beni kendi eğlencelerine zorlamadıkları, beni kitaplarım deniz ve kumla baş başa bıraktıkları zamanlar için arkadaşlarıma ve yakınlarıma minnet duyuyorum. Kitabın kendisini değil ama bana yaşattıklarına tutkuluyum : )

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Sahip olduğunuz kitaplar sizin için bir kitaplık mı yoksa bir kütüphane mi? Ayrımı nerede koyuyorsunuz? Yaklaşık kaç adet kitabınız var?

Acun Karadağ: Yani kütüphane denilince her konuda kitaba rahatlıkla ulaşabileceğiniz bir mekân geliyor aklıma. Benim ki kitaplık gibi geliyor bana. Bunun da ayrımını bilmiyorum. Ben hep kitaplık dedim. Bende her tür kitap olmaz. “Her tür kitap” için hep okul ve il ilçe kütüphanelerini kullandım. Artık Google kullanıyorum…

Kitaplığım yıllar içinde benim değişip-gelişmeme uygun olarak hem yer değiştirdi hem biçim…

Şimdi kitaplığımda artmaya devam eden yaklaşık iki bini aşan kitap var. Çocukluğumdan beri okuduklarımı, koli koli sahaflara hediye ettiğim, kütüphanelerden ödünç alıp okuduğum kitapları da katsaydım bu sayı 5-6 bini geçerdi. Ancak kitaplığımdaki kitapları siz söyleyince göz kararı saydım. Çocukluğumda, ilk gençliğimde okuduğum kitap sayısı önemliydi. Sayardım. Ne kadar çok okursam o kadar “olurum” derdim. Belki bunun da faydasını gördüm yıllar içinde, belki kitap saymamaya ve çok kitap değil nitelikli okumak gerektiği düşüncesine de böyle vardım.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Okumaya ve kitaplara ilginizi gerçek anlamda etkileyen biri ya da birileri oldu mu?

Acun Karadağ: Olmaz mı? Babam gerçek bir okurdu. Ne var ki babamın da ne kitaplığı ne kütüphanesi vardı. O asla bir bibliyoman olmadı. Belki “kolektif yaşama” sıkı sıkıya bağlı bir “eski adam” olduğundan evimize gelen kitap gelir okunur ve bir yerlere giderdi. Bakın bunu da siz sorunca düşündüm. Nereye, kime giderdi bilmiyorum ama evde kitaplık diyebileceğimiz bir bölüm yoktu. Büyük ihtimal babam onları TÖB-DER kitaplığına filan götürüp bırakıyordu. Keşke yaşasaydı da bunu sorabilseydim. Sadece öğretmenlerimin bana hediye ettiği kitaplar bana ait bir karton kutuda muhafaza edilirdi.

İlkokul birinci sınıfta okumayı herkesten önce yılın hemen başında öğrendiğimde, öğretmenimin sınıfı bir etkinlikle görevlendirip sadece beni masasına çağırıp “gel bakalım Acun, ne kadar okuyabiliyorsun bir görelim” diyerek dersin sonuna kadar ilgilenmesi… Hafta içi bir gün evimize gelip babamla benim hakkımda konuşması  “bu çocuğu mutlaka okutun” demesi, iyi bir okur olmamın başlangıcı oldu diyebilirim… Kendimi okumayı öğrenen biri olarak özel önemli hissetmiştim. Biz Ayancık’a Kars’tan gelmiştik. 6 çocuktuk. Büyük ihtimal ki öğretmenim babamın “doğulu olarak” kız çocuklarını okutmayabileceği kaygısı ile konuşmaya gelmişti. Oysa bilmiyordu ki babam Şark tayinlerini biz küçükken bitirip Batı’ya tayin istemişti ki kızlarını rahatlıkla okutabilsin…

Sonra yine tayini çıktı babamın ve biz Malkara’ya geldik. İlkokul ikinci sınıftan ortaokula kadar orada kaldık. İşte benim Nesrin öğretmenim… Her ay hızlı okuma yarışması yapardı. Her yarışmanın sonunda bir kitap hediyesi alırdık. Birinciliği kimseye kaptırmadım : ) Muzaffer İzgü ve Kemalettin Tuğcu kitaplığım böyle oluştu.

Babam 2011’de vefat etti. Öldüğünde 86 yaşındaydı. 2 yıl kısmi felçli yaşadı. Ölümünden bir ay öncesine kadar kitap okumaya devam etti. Ölümün eşiğinde bir adam, dışarı çıkamaz okuduğu kitabı konuşacak çok az insan vardır etrafında ama okumadan gün geçirmez… İnsanlar merak eder neden okur diye. Çünkü düşünmeden vakit geçiremiyordu ve okudukça düşünebiliyordu.

Çocukluğumda babamın kitaba ve okumaya yönelik bir taktiği vardı. Tabii ben bunun bir taktik olduğunu yetişkinliğimde idrak ettim. Örneğin kız kardeşime Tobosolu Dülsinea, bana Sanço Panza diye seslenirdi bir dönem. Haliyle biz o isimleri merak ederdik. O da “okumadınız mı daha” diye sorardı. “Don Kişot’un sevgilisi ve arkadaşı” derdi. Bakardık bir sehpanın üstünde duruyor kitap bir süre sonra. Bazen Raskolnikov derdi birimize. Anna Karanina derdi. Birçok ismimiz vardı babamda. Bazen bir şiir okur “Kara dutum, çatal karam çingenem” der bana, sonra Bedri Rahmi’nin şiir kitabı bir yerlerde duruyordur. “İnsan nedir” diye bir tartışma açılır bir akşam elektrikler kesildiğinde mum ışığında otururken, ertesi gün kitap görürüm masanın üstünde “İnsanın Türeyişi…” Farkında bile değildim, bu kitaplar nasıl gider nasıl gelir… Babam işte, rahmet olsun.

Merak tüm insanlığın ortak özelliği… İnsanları okumaya öğrenmeye iten en önemli güç merak. Şanslıyım ki merak duygumu bastıran, yasaklayan, sorduğum sorulara “saçmalama” diye cevap veren öğretmenlerim olmadı. Çevremde “bi sus artık” diyen yakınlarım olmadı. Sorduğum sorulara “ayıp-günah” diye cevap verenlerim olmadı. Merak duygumu geliştiren aydın insanlarla muhatap oldum. Kitabı, bilimi adres gösterenlerle yaşadım. Muazzam bir şans ki kitabı bana arkadaş ettiler. Samimi söylüyorum bugüne kadar “canım sıkılıyor” cümlesini kurduğum vaki değildir. Hiç yalnız kalmadım desem yeridir. Okuyacak, öğrenecek, düşünecek o kadar şey vardı ki…

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Her kitabın yolculuğu ilginçtir. Kütüphanenize geliş hikâyesi sizin açınızdan ilginç enteresan bir kitabınız var mı?

Acun Karadağ: Yani aslında her kitabımın hikâyesi vardır. Özellikle son 20 yıldır kitap aldığımda aşkla alırım. Hapishanede adıma yatırılmış kitaplar vardır. Bazılarını okumadım, okumayı da düşünmüyorum. Bazılarını heyecanla okuyup bitirdim. Özellikle direniş döneminde bazı yayın evlerinden hediye kitaplar geldi, gelmeye devam ediyor. Bu kitaplar diğerlerine göre daha özel. Çünkü benim direnişçi yönümü gören, nokta atışı kitaplar. Yordam Kitapevi bunlardan biri…

2000’li yıllarda Sosyalizm okumalarına merak saldım. Ankara’da Zafer Çarşısı’nda rast gele bir kitapçıya girdim. Dedim “Böyle böyle… Nereden başlayayım?” Hocam bence bu konuda en güvenilir kaynak “Sol yayınları” dedi. Oradan gidip gelip çok kitap aldım. Kitapçının sahibi ile arkadaş olduk. İyi ki… Uzun zamandır görüşmüyoruz ama rastlaşsak dün görüşmüş gibi konuşacağımıza eminim.

İletişim Yayınlarından Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin bana geliş hikâyesi ilginçtir mesela. Bir öğretmen arkadaş durup dururken bana vermeyi teklif etti. İçimden coşku yükseldi ama belli etmedim belki vermekten vazgeçer diye : ) Ben olsam kimseye vermem ölmeden ama o verdi. Üzerine hep düşündüm. Acaba bundan sonra liberal yaşamaya karar verdiği için mi yoksa yeterince okuduğu için mi ya da ansiklopediyi kriminal olarak riskli bulduğu için mi, yoksa artık internetten her şeyi okuyabildiği için evde fazlalık mı gördü bilemedim. Bence bu ansiklopediden vazgeçebilmek mümkün değil. 

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap alırken hangi kriterlere göre hareket ediyorsunuz? Konu mu, yazar mı, yayınevi mi, baskı kalitesi mi, çeviriyse çevirmenin ismi mi sizi o kitabı edinmeye yöneltir?

Acun Karadağ: Öncelikle yayın evi önemli. Bazı yayın evlerinin her kitabını okurmuşum gibi geliyor. Sonrasında önceliğim o süreçte yürüdüğüm koridor. Girmediğim koridorun anlattığını duyamıyorum. Aslına bakarsanız koridor koridor geziyorum. Elimde tuttuğum kaşıktaki yağı dökmeden duvardaki tablolara, pencereden görünen manzaraya, koridordaki insanlara bakıyorum. İnsanların konuştukları ile manzara ve tablolar ortak bir noktada buluştuğunda onunla ilgili kitaplara bakıyorum.

Baskı kalitesi ile değil de editörle ilgileniyorum. Maalesef içinde yazım yanlışı gördüğüm kitapta dikkatim dağılıyor. Maalesef diyorum çünkü bu da benim takıntım. Çevirmen de önemli… Diyelim çeviri bir kitap alacaksam çevirmenin özgeçmişini araştırıyorum. Özellikle Sovyet yazarların roman ve teorik kitapları, ideolojik ayrışmaların da aksettirildiği kitaplar. Etik değil ama bazı yayın evleri ideolojilerine uygun değilse kesintiler yapabiliyor ya da çeviriyi yuvarlak sözcüklerle çarpıtarak geçiştirebiliyorlar.

Kitabı alırken iddialı başlıklar bana biraz itici geliyor. Ne bileyim işte “Beyninizi Yönetin” diye bir kitap mesela itici. Kişisel gelişim kitaplarına hep mesafeliyim. Yani biri kişisel deneyimlerini size aktarıyor ve sizin o deneyimlerden bir şey öğrenmenizi öneriyor. Eğer başkalarının deneyimlerinden bir şey öğrenecek olsaydık hepimiz anne babamızın kopyası olurduk. Deneyim kişiseldir ve hepimiz yaşadıklarımızdan öğreniyoruz. Kişisel gelişim kitaplarından bir şey öğrenmemiz için anlatılanları bizim de yaşamamız gerekir. Ki aynı şeyleri yaşasak da yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz bile öznel.

Saramago kitapları mesela, Körlük demiş adam. İnsanda merak uyandırıyor. Galeano mesela Tepetaklak diyor. Yazılanlar kitabın adıyla mütenasip. Okuyunca tepetaklak oluyorsunuz.  Böyle kitapları seviyorum.

Yine kitap alırken arka sayfada yazılan yorumlar da öncelikli olmasa da beni etkiliyor. Birinin bir kitap hakkındaki yorumu, kimin yorumladığı önemli benim için. Söylediklerine, yaptıklarına değer verdiğim yazarlar, düşünürler iyi yorumlarda bulunmuşlarsa kitabı almamda etkili oluyor. Tersinden düşünürsek, sevmediğim birinin kitap hakkındaki olumlu yorumu beni kitaptan iter : )

Yaşam biçimi ve hayata dair emeğini bildiğim insanların kitaplarını alırım hemen. Örneğin Mahmut Makal kitaplarını nerede görsem içeriğine bakmadan alırım.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kıskandığınız kütüphaneler var mı? Kimlerin? Kütüphanenizde olmayan ama bir gün mutlaka olsun istediğiniz kitaplar var mı?

Acun Karadağ: Kütüphane kıskanmam. Herkesin her şeyi kendine göre… Kütüphanesi değil, kafasının içi kıymetli. Kütüphanesi çok kitap dolu ama kafası dar insanlar gördüm. Ancak şu önemli ki okumuş-düşünen insan iktidar içinde kıymetli olunca okumak da “moda” bile olsa yaygınlaşıyor. 90’lı yıllarda muhaliflerin kültürel hegemonyası hâkim iken kitaplığını çok satan kitaplarla doldurup ben de okuyorum diye hava atan insanlar duydum, gördüm. Son 20 yılda bunları bile özler olduk.

Çok kıymetli insanların kütüphanelerini de gördüm. Kıskanmadım. İçinden bana kitap hediye etsin dediğim olmuştur ama onu da cesaret edip söyleyemedim. Elias Canetti’nin Körleşme kitabını okurken kahramanın kütüphanesi de kendisi de karısı da benim ruhumu sıkmıştı. Olmaz olsun kütüphaneleri de körleşmiş kafaları da… : )

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Görüp, duyup, ziyaret edip imrendiğiniz kütüphaneler var mı? En etkileyici bulduğunuz kütüphaneler kimlerin?

Acun Karadağ: 1994-96 yılları arasında Anıtkabir’de çalışmıştım. Anıtkabir arşivini düzenleyen benim söylemesi ayıp: ) Oradaki mavi dosyaları getirten benim. Ve içindeki 8 bin Anıtkabir kuruluş evrakı tek tek ellerimden geçti, konularına göre arşivledim. Onun hikâyesini başka bir zaman anlatırım. O dönemde bir de Atatürk’ün okuduğu kitapların içeriğine dair araştırma yapıyordum. Altı çizili bölümlerin olduğu kitapları ve konularını belirlemiştim. O zamanlarda sanırım o kütüphaneyi kıskanmıştım : ) Hepsi ciltliydi ve yıllardır tertemiz duruyordu.

Ankara’da Kumrular Sokak’ta Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi var. Oranın havasını, düzenini çok severdim. O mekânın evim olmasını çok istemiştim yıllarca. Keşke oradaki tüm insanlar gitse, bir köşesine yatağımı sersem, bir bölüme de mutfak yapsam, ahşap masalar, raflar, o tatlı sarı ışık ve kitaplar olduğu gibi kalsa, ben orada yaşasam… Beni kütüphanelerden uzak tutan şey kitap okurken sigara içmek istemem oldu ilerleyen yıllarda. O zamandan beri kitabımı kitapevinden alıp evde okuyorum.  Lanet olsun: )

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Henüz kütüphanenizde olmayan ve belki hiçbir zaman olamayacak ama bir gün mutlaka olsun diye hayalini kurduğunuz kitaplar var mı?

Acun Karadağ: Kitapla ilgili bir hayalim olsa mutlaka yapmış olurdum. Ama bir Leman kitaplığı oluşturmak istiyorum. Yakın zamanda yaparım diye düşünüyorum. Çocukluğumdan beri Gırgır’la başlayıp birçok mizah dergisi okudum. Her hafta aldığım da olmuştur. Leman dergisini de sık sık alıyorum. Aldığım her dergiyi okuduğum yerde bırakmış gitmişimdir. O zamanlar amacım başkaları da okusundu. Özellikle üniversite yıllarımda kitap almaya param yoktu. Hep kütüphanelerden, arkadaşlardan alır okurdum. Varsa abimin kitaplığından bazen de… O dönemden alışkanlıktır dergileri okuyup masada bırakırım. Şimdi bunu yaptığıma biraz pişmanım… Keşke o zamandan bu zamana biriktirip ciltletseydim. Zira mizah dergileri toplumsal olayların hafızasıdır. Faşizm dönemleri ile görece demokratik süreçlerdeki karikatürlerin bir karşılaştırmasını yapabilirsiniz. Böyle bir arşivim olsun isterdim.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Elbette her kitap değerlidir ama kütüphanenizde “yangında ilk kurtarılacak kitaplar” hangileri? Neden?”

Acun Karadağ: Kitaplığıma karşıdan bakınca sol tarafta duran kitaplığımda Marx-Engels-Lenin-Stalin-Mao-Kastro-Che gibi önderlerin kitapları, Latin Amerika yazarları ve Sosyalizm’e dair farklı yazarlardan teorik kitaplar ve romanlar var. Kitaplığın bu bölümü özel… Kıyamam. Onlar ansiklopedi gibi, gidip gelip başvurduğum yayınlar. Mesela o bölümde “Ateşi Çalmak” romanının birinci cildi yok. Kim aldı, kime verdim hatırlamıyorum ama geri getirmeyene kızıyorum her gördüğümde. O cildi alıp yerine koymadım. Bana bir daha o bölümden kimseye kitap vermeyeceğimi hatırlatsın diye… Nazi İmparatorluğu 3 ciltlik kitabın da birinci cildi yok. Aynı akıbet… Kime verdim ya da aldı hatırlamıyorum. Sürekli birinci ciltler kaybolunca aklıma iki şey geliyor; Ya alıp okuyup getirip ikinci, üçüncü cildi de alacaktı ki okumak konusunda gevşek çıktı ya da daha kötü niyetliydi kendinde de kayıptı benim kitaplığımdan tamamladı. Bunlar direniş sürecinde eve ziyarete gelip gideni çok da kontrol edemediğim 4 yıl içinde oldu. Artık kimseye kitap vermiyorum kitaplığımdan. Okumak isteyen kütüphanelere üye olsun alamıyorsa. Ben yıllarca kütüphanelerden okudum.

Diğer kitaplığımda da hoş romanlar, Fakir Baykurt’lar, Aziz Nesin’ler, Steinbeck, Jack London gibi birçok iyi yazarın romanları ve şiir kitapları var. Örneğin Saramago kitapları sarı sarı oradan bakar bana. Ama onlar bir kez okunmuştur ve belki çok nadiren de olsa dönüp işaretlediğim yerlere bakacağım kitaplardır. Aslında onlara da kıyamam ama önceliğim sol yanım: )

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Arzu nesnesi olarak baktığınız kitaplarınız hangileri?

Acun Karadağ: Arzu nesnesi derken? Yani okurken aşk yaşadığım kitap diyorsunuz: )  Marx-Das Kapital ilk sırada… Şemsettin Sami-Kamus-ı Türkî sözlüğüm ikinci sırada… Lenin’e ait tüm kitaplar sonraki sırada. Bir de Sosyalizm Ansiklopedisi… Bu kitaplar içini her açtığımda, bir şey arayıp baktığımda beni her seferinde hayret ve hayranlığa düşüren döneminden geleceğe fener tutan kitaplar. Bunlara bayılıyorum.

Bu konuda ilginç bir şey anlatayım. Georges Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri kitabını okuyordum yıllar önce. Bu kadar sindire sindire okuduğum bir kitap daha hatırlamıyorum. Kitabı okumaya başladım. Diyalektiğe dair örnekleri okuyorum. Anlatıcı Politzer ama sesi babamın… Verdiği örneklere yabancı değilim. Üslubu aşırı tanıdık geliyor. Babam konuşuyor anlatıyor… Aynı diyalektik bakış açısı ile anlatıyor. O kitap benim babamdır mesela 🙂 Babama ihtiyaç duyduğumda kitabı elime alır, yeniden okurum.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap verme konusunda cömert biri misiniz? Zaman zaman kütüphanenizi hafifletmek için ayıklama yapıyor musunuz? Kriterleriniz neler?

Acun Karadağ: Önceki sorulardan birinde cevaplamıştım. Asla kitap vermeyeceğimi beyan etmiştim. Kütüphanemi çok kez hafiflettim. Kolilerce kitap verdim. Sahaf açan bir arkadaşın dükkânının bir duvarını ben doldurdum bir zaman. Bu kitaplığımı son yirmi yılda oluşturdum. Bu kitaplığımdan da gidenler olmuştur. Zaman zaman elden çıkardıklarım da olmuştur az miktar. Hediye değil ama okuyayım diye verilen reddedemediğim kitaplar var. Belki onlardan yine sahaflara bağış yapabilirim. Ama artık kalıcı bir kitaplığım var diyebilirim. Sanırım düşüncelerim de kitaplığımla birlikte şekilleniyor. Yani hoyratça “onu da okuyayım, bunu da okuyayım, arkadaşın hediyesidir okuyayım, arkadaş yazmış okuyayım, bu önemlidir okuyayım” aşamalarını geçtim. Son yıllarda artık ne istediğimi biliyorum, eksiğimin nerede olduğunu bilip onu tamamlamaya çalışıyorum, yeni hayatları merak ediyorum, yeni düşünceleri merak ediyorum. Ayrıca şimdilerde internet üzerinden uluslararası ya da yerel makalelere de ulaşabiliyorum. Kitap ihtiyacım daha elit bir ihtiyaca dönüştü. Daha seçiciyim.

Kitap hediyesi riskli bir şey… Parfüm gibi… Herkesin bir tercihi var. Bu nedenle birine kitap verirken kişiyi çok iyi tanımak lazım, hayatına, düşüncelerine hâkim olmak lazım. Ben kitap hediye eder miyim? Evet. Birinin almayı düşündüğü ama erişemediği bir kitap olduğunu duyarsam, parasının olmadığı olursa ben imdada yetişirim. Hiç acımam kitaba verilen paraya.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Hiç kitap çaldınız mı?

Acun Karadağ: Kitap çalmak bana eskiden beri “suç olmayan suç” gibi geliyor. Kitabı okumak için “parasız alan, satıcı görmeden alan” demeyi tercih ediyorum: ) Benim de çocukluğumdan, babamdan kalma “dürüstlük abidesi” olma ütopyam vardı. Abide dediğimiz neticede taştan heykel. Oysa biz etten kemikten insanlarız.

Çalmak, birinin hakkını yemek demek… Öğrencinin kitap alacak parası olamıyorsa önce öğrencinin hakkı ülke yöneticileri tarafından yenmiştir ki hakkı yenenin o hakkı birinden alması çalmak sayılıyorsa bir düşünmeli. Romanların konusu, tartışmaların en yücesi… Victor Hugo-Sefiller filan… Mesela Brecht der ki “Banka soymak acemi işidir. Gerçek soyguncular banka kurar” Diyeceksiniz hoca kıvırma artık cevap ver, kitap çaldın mı? Hayır! Kitap çalanı kınamadım ama çalmadım da. Bazen keriz dediler mi? Evet: ) Dedim ya babamdan kalan bir dürüst olma iddiam vardı. Çalma konusunda değilse de bazı konularda hayat beni törpüledi. Her şeyi her yerde söylememeyi, herkese her şeyi söylememeyi, her düşüncemi olduğu gibi söylememeyi öğrendim ama kitap da olsa çalmayı öğrenemedim.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitaplarınızı hangi dizine göre yerleştiriyorsunuz? Yayınevi? Yazar? Konu vb.

Acun Karadağ: Önceki soruların birinde cevapladım ama az daha açayım. Teorik kitaplar bir yerde ki bunlar da Latin Amerika-Sovyet-Türk yazarlar olarak ayrılmıştır. Eğitim kitapları bir raftadır. Kadına dair kitaplar bir bölümde, sözlükler bir yerde, sendikal mücadeleye dair kitaplar, romanlar, şiir kitapları bir yerde, güncel ve yakın tarihli kitaplar da başka bir rafta durur. Aradığımda bulabileyim diye…

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Siz göçtükten sonra kütüphaneniz için şimdiden hazırladığınız bir plan var mı?

Acun Karadağ: Benden sonrası Tufan… Valla siz sorana kadar düşünmemiştim. Bugün ölecek gibi kitap okuyorum, hiç ölmeyecekmişim gibi kitap alıyorum. Ne olacak sonu hiç bilmiyorum. Belki kızım evine alır. Belki Demokratik Kitle Örgütlerinden birine hediye edilir. Belki kızım satar parasını çatır çatır yer: ) Ama durun biraz düşüneyim.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okuma ritüelleriniz var mıdır? Her yerde okurum, akşamları okurum, okurken müzik dinlerim vb.

Acun Karadağ: Şu saat okuma saatim, masaya oturayım, çayımı da demleyeyim, yanıma bir not defteri alayım, sessizlik olsun vs ritüeller mi? Her yerde okurum. O ritüeller okumaya sekte vurur. Çünkü benim gibi geleni gideni çok, her işini kendi yapmaya özenen biri iseniz kitap okumaya sıra gelmez. Ben her fırsatta okurum. Gece okurum, gündüz okurum, yolda okurum, parkta, bahçede, kafede, hastanede sıra beklerken, yatarken, otururken vs… Çoğunlukla masada, bazen koltukta filan… 6 çocuklu kalabalık bir ailede büyüdüm. Bazen okurken kitaba öyle dalmış olurum ki çaydanlığın altını yakmışlığım, sırtımın tutulduğunu kalktığımda anladığım olmuştur.

Üniversite kantinindeyim bir gün. Etraf nasıl kalabalık, herkes bağrış çağrış konuşurken kitap okuyorum. Kalabalıkta okumaya başlayınca gürültü önce uğultu şeklinde tek sese dönüşüyor, sonra asla duymuyorum, mekândan tamamen kopuyorum. Babam ziyarete gelmiş, kalabalığı yara yara gelmiş, seslenmiş seslenmiş duymamışım, omzuma dokununca sesler geldi ve babamı gördüm. Yani bu kadar dalıyorum içine: )

Bu anlattıklarımdan durmadan okuduğum anlamı çıkmasın. Bazen günlerce elime kitap almadığım, bazen günlerce başka hiçbir şey yapmadan okuduğum olur. Hayata benzer okumalarım.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okurken altını çizer veya sayfa kenarlarına not alır mısınız? Kartoteks kullanır veya bir deftere not alır mısınız?

Acun Karadağ: Benim okuduğum kitaba aldığım notlardan ikinci bir kitap çıkar… Aslında bu ikinci kitap çıkarma mevzuu beni aşırı uyaran kitaplarda, teorik kitaplarda filan oluyor daha çok ama her kitapta, romanlarda filan da çok çiziktiriyorum. Çünkü okumak kadar yazmayı da seviyorum.

Yazarla tartıştığım, kavga ettiğim olur, kenarına yazarım sayfanın. Anlatılana cevap verdiğim olur. Diyalog halindeyimdir kahramanla. Bazen, kitaplarda bölüm sonlarında bırakılan boşluklara bayılıyorum. Oraları tamamen dolduruyorum. Defter filan tutmam. Yazdığımı okuduğum yerde görmek isterim. Ama araştırmacı olsaydım, akademik bir çalışma yapıyor olsaydım çok temiz defter tutardım.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okurken kaldığınız yeri işaretlemek için ayraç mı kullanırsınız yoksa sayfa ucunu katlar mısınız?

Acun Karadağ: Ayraç kullandığım çok nadirdir. Genellikle kalemi arasına koyarım, sıkça da kitap sayfasını kıvırırım. Kitaba acımam. Kıvırırım, katlarım, çantama atarım, deniz kenarında bazen ıslanır, bazen okurken bir şeyler atıştırırım yağ damlar, bazen çay damlar filan… Kitabın başına gelmedik kalmaz. O kitap okumaktan çıkıp rafa gittiğinde biz birbirimizde iz bırakmış, içli dışlı olmuşuzdur. Arkadaşızdır.  Kitaplıkta çok kirlenmemiş, üstü az yazılmış-çizilmiş bir kitabım varsa bilin ki o kitabı okumuşum ama kitapla hemhal olamamışımdır.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitabın size ait olduğunu gösteren özel işaretler, belirticiler kullanır mısınız? Size özel bir Exlibris’iniz var mı?

Acun Karadağ: Kitabı alınca iç sayfasına ismimi, tarih ve mekânı yazarım. Örneğin; Acun-Şubat 2024-Ankara… Bu, bu kitap benimdir manasına da gelir, benim hafızam manasına da gelir. Exlibris kullanmıyorum grafiti anlamında. Hazır etiket şablonum yok, abartmayayım.

Sihirli bir biçimde kendiliğinden etiketlenmiş kitaplarım var ama: ) Sincan F Tipi Cezaevi, Kayseri Kadın Kapalı Cezaevi etiketli ya da “görülmüştür” ibareli kitaplarım da az değil.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kütüphanenizde kitap dışında sizin için özel bir anlam taşıyan obje veya objeler var mı? Neler ve neden?

Acun Karadağ: Evde biblo ya da süs eşyası pek sevmiyorum. Onları koyacak vitrin filan gibi şeylerim de yok. Kolay temizlenebilirliği sevdiğim için, tozdan kirden hoşlanmadığım için… Kütüphanemin Sol tarafında ahşaptan yapılma bir Stalin fotoğrafı var. Lenin kapaklı bir not defteri, kızımın bebeklik fotoğrafının olduğu bir çerçeve, ablamın hediyesi kirpi futbolcu heykelciği, yemek zamanını belirtmek için sallanan bir zil, en üstte kitap koymadığım bir yerde de yine ablamın hediyesi “Acun” ismini verdiği bir saksı…

Kayseri Hapishanesi’ndeyken Leman Dergi kapak yapmıştı beni. O sayı kütüphanemde duruyordu. Kız kardeşim “bu dergi bir süre sonra solacak, yıpranacak yazık olacak” dedi. Yakın bir zamanda gidip dergiyi plastik pres ile kaplattım. Ömürlük oldu. Kaç yıl ömrüm kaldıysa artık: ) Onu da kitaplığıma ekledim.

Ay bitti mi sorular? İnanamıyorum. Bana bu kadar şey düşündüren, kitaplığımı kitaplık yapan, kitaplarımı yeniden düşündüren bir sohbet daha olmamıştı hayatımda. Ben sizden önce kitapları alıp ya okuyor ya okuma sırasına koyuyor, arada tozunu alıyor, zaman zaman düzeltip gidiyordum. Sayenizde kitaplığım canlı bir nesne oldu bana bakıyor. Ne çok şey öğrettiniz valla bak! Sevgili Ulvi Yaman ve sevgili Halil Duranay ikinize de çok teşekkür ederim. Demek ki farkındalık yaratmak buymuş : ) Soruları cevaplarken çocukluğumdan bugüne film izler gibi gittim geldim. Çok yaşayın, var olun.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz