Ulvi Yaman/Halil Duranay: Bir bibliyoman mısınız yoksa iyi bir okur musunuz? Bu e-postayı aldıysanız zaten sizi iyi bir okur olarak kabul etmişiz demektir 🙂 Bu iki kavramı nasıl tanımlarsınız?
Ayşen Şahin: Bibliyoman kitap düşkünü olarak geçiyor ancak bibliyomani; okuyabileceğinden fazlasını alan ve bunları gösterebilmek için can atan kişilerin yaşadığı sendroma verilen isim olarak kullanılıyor.
Tsundoku denilen bir sendrom var ki okuyamadığı kitaplar için üzülmeyi, vicdan azabı duymayı ve her kitabı okuma niyetiyle edinmeyi kapsıyor. Kendimi buna daha yakın görüyorum. Bir kitapçıdan (cebimde para, kartımda limit varsa) asla almam gerekeni alıp çıkamam. Hep taşıyabileceğim kadar kitapla çıkarım hatta bazen bunu da es geçerim ve kitapçıdan, fuardan direkt eve geçmem gerekir, hamaliyesi ağır olur. Ve bu kitaplar içerisinde vakit bulup okuyamadıklarım hep ağırlığınca vicdan azabı olarak rafta durur.
Ekonominin geldiği durum uyarınca artık bibliyomani içerisinde olanların da doğallığında okura dönüşeceğini düşünüyorum. Dilediğimizi alamıyor olunca ancak okuyacağımızı bir ihtimal alabiliyor olduk. Pek çok arkadaşım yeniden kütüphane kartı çıkardı, takas yapmaya başladık. Barınma krizi derinleştikçe evlerimiz de küçülüyor, ufak metrekarelere kendimizle birlikte binlerce kitabı sığdırabilecek miyiz bilemiyorum. Belki birçok şey gibi bibliyomani de tsundoku da sınıfsal bir sendroma dönüşebilir yakında.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Sahip olduğunuz kitaplar sizin için bir kitaplık mı yoksa bir kütüphane mi? Ayrımı nerede koyuyorsunuz? Yaklaşık kaç adet kitabınız var?
Ayşen Şahin: Benim için ellerimde doğan, büyüyen ve birlikte bir yaşam inşa ettiğim kitaplık kütüphaneye dönüşmüş olur ancak. İlk okumaya başladığım yıllardan beri oluşturduğum bir kütüphanem vardı, 6-7 yaşımdan 37 yaşıma kadar büyüttüm. Yazı yazmak için önünde vakit geçirmem gereken, bir terapiye ihtiyaç duyduğumda rafları indirip yeni bir sistemle yeniden yerleştirdiğim, kitapların her birini ezbere bildiğim bir kütüphanem vardı. Bir başka ülkeye götürmüştüm, evliliğim biterken sadece valizlerimle ayrıldım. Kütüphanem orada kaldı. Son beş yıldır yeni bir kitaplıkla flört halindeyiz. O büyüyünce, birlikte büyütünce yeniden bir kütüphanem olacak umuyorum ki. Ama şu an hala ergen benim gözümde. 100 ila 150 kitap sığan 15 geniş rafım var. Sanırım 1600-1700 civarıdır kitaplarımın sayısı.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Okumaya ve kitaplara ilginizi gerçek anlamda etkileyen biri ya da birileri oldu mu?
Ayşen Şahin: Çocukluğum anneannemin bahçeli evinde geçti. Küçük yerde küçük bir çocuksanız vakit geçmez pek. Dedemden kalma kocaman mavi bir sandık vardı, içi kitap dolu. Dalından koruk ya da yeşil erik toplar, sedire uzanır, bir yandan tuza banıp yer, bir yandan okurdum. Saatlerce. Sonra da okuduğum kitaptaki karakter yerine kendimi koyup hayaller kurardım. Hatta akşamları iki sandalye arasına beyaz örtü gerer, ardına gaz lambası ya da fener koyar, anneannemin biblolarıyla gölge oyunu yapar, kitabı oynatırdım. Komşu kadınlarla beraber anneannem, şen dullar seyircilerim olurlardı. Bazen okuduğumu anlamazdım, anneanneme sorardım. Kitabı benden devralır, ben uyurken okur, bitirir, sabah anlamadığım yerleri anlatırdı. Domatesler sıkılıp salça yapılırken, ayrıklar yolunurken, biberler sulanırken ya da süt almak için yola düştüğümüzde kitap da konuşurduk. Küçük ilçemizde, küçük evimizde iki kişilik koca bir dünyamız vardı. Mutlu ve huzurlu bir çocukluğum oldu, pek bir olay olmasa da okuyunca her gün çok maceralıydı. Hiç görmediğim rahmetli dedem sayesinde diyebilirim sanırım. O evde o kitaplar olmasaydı belki de bunca okumaya düşmezdim.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Her kitabın yolculuğu ilginçtir. Kütüphanenize geliş hikayesi sizin açınızdan ilginç enteresan bir kitabınız var mı?
Ayşen Şahin: Kütüphaneye dönüşmek üzere olan kitaplığımın bir hikayesi var. Yukarıda anlattığım gibi, yazmama vesile kitaplarımla birlikte tüm eşyalarımı, yirmi yıllık medeni halimi, her şeyi geride bırakıp yeni bir hayata başladım. Kolay bir süreç değildi. Beyoğlu’nda yaşamak istiyordum, bir ev buldum. Boyandı, tamir gördü. Eşya devşirdim bir yerlerden, aldım, kurdum. Çocukların odaları da hazır olduğu akşam, yerleştik artık dedik, merhaba yeni hayat. Edebiyat eleştirmeni arkadaşım Adalet Çavdar geldi, balkonda oturup bir şarap açtık, kutlama mahiyetinde. “Bitti ama tam olmadı, akraba evinde emanette gibiyim hala, kitaplarım yok. Bomboş geliyor salon. Her şey geçince, bu balkonda bir gün geride kalan her bir kitabım için bir yudum içip doya doya ağlayacağım, o zaman geçecek ancak her şey. “ dedim. İki gün sonraydı. Adalet aradı. Evde misin? Dedi. Evdeydim. Yarım saate aşağıya in, dedi. Yarım saat sonra bir araç yanaştı apartmana. Adalet evindeki kitaplıklardan birini sökmüş, altı büyük valiz, dört koca koliyi kitapla doldurmuş, hepsini yüklenmiş, getirmiş. “Burası senin evin artık” dedi. Üstelik seçmece kitaplardı. Özlediklerim, bende olmasını dilediklerim. Kütüphanemin hala iyi bir yüzdesini üzerinde “Adalet Çavdar” yazan kitaplar kaplar. Kitaplar insanı hayata bağlar diyoruz ya bazen; benimki her manada o bağın hikayesi oldu işte. Her şey geçer, her zaman yeniden başlanabilir, insan isterse daima yeniden kök salma şansı var. İş ki doğru zamanda, doğru insanlara denk gelelim yoldaşlık için.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitap alırken hangi kriterlere göre hareket ediyorsunuz? Konu mu, yazar mı, yayınevi mi, baskı kalitesi mi, çeviriyse çevirmenin ismi mi sizi o kitabı edinmeye yöneltir?
Ayşen Şahin: Tam bir yanıt bulamadım bu soruya. Kitapçıya girişimi ihtiyacım belirliyor. Bazen yazmayı düşündüğüm bir konuda yeni kaynaklar arıyor oluyorum, bazen sevdiğim bir yazarın yeni çıkan kitabını, bazen de zevk için giriyorum. Amaç değişince içeride bakarak zaman geçirdiğim raflar da değişiyor aldığım kitaplar da. Bildiğim bir yazar için yayınevi hangisi diye bakmam ama hiç bilmediğim bir yazarsa yayınevi kararımda önem kazanır. Aynı kitabın farklı basımları varsa çevirmene de bakarım. Ön kapaklara bakmayı severim ama kitabı arka kapağını, önsözünü ve aradan birkaç rastgele sayfayı okuyarak seçerim. Çok satanlar rafı beni son on-on beş yıldır hayal kırıklığına uğrattığı için orada oyalanmam, yeni çıkanlara hızlıca göz atarım. Sahafları daha çok severim aslında. Bir de işinin ehli sahaf olursa, tavsiyesi üzerine kitap edinmeyi çok severim. Hani birer çay alırsınız, siz biraz kendinizden bahsedersiniz, sahaf bazı kitaplardan, yazarlardan sorular sorar, sonra sizi anlar. Ve mucize kabilinden, hiç bilmediğiniz ve okuduğunuz an onu okumadan geçen yıllarınıza hayıflanacağınız bir kitap koyar önünüze. Gerçek bir tatmindir o his iki taraf için de. Yani aslında üzerine konuşarak kitap edinmeyi daha çok severim. Bazen bir sahaf, bazen bir arkadaş tavsiyesiyle.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kıskandığınız kütüphaneler var mı? Kimlerin? Kütüphanenizde olmayan ama bir gün mutlaka olsun istediğiniz kitaplar var mı?
Ayşen Şahin: Kıskanma değil de hayıflanma oluyor işte kendi kütüphanem yok oldu diye. Hayran olduğum kütüphaneler de var elbet. Mesela Yazar Mine Söğüt’ün kütüphanesi ve çalışma odası kendi yazdığı kitaplar gibi insanı soluk soluğa okumaya davet ediyor. Orada tek bir kitabın boşuna durmadığını hissettiriyor, yakından bakınca da bu histe yanılmadığını anlıyor insan. Keşke burada birkaç sene kilitli kalabilsem diye hayal kurduruyor. Birkaç kez onun çalışma odasında yazı yazma şansım oldu. Genelde bir günde ancak yazabildiğim metni, orada birkaç saatte çıkarabiliyorum. Okumak ve yazmak için büyülü bir yer gibi. Bir de annemin kütüphanesi. Annem çok iyi bir okurdur. Bibliyomanlıkla hiç alakası yoktur, alır ve okur. Her odada en az birkaç kitap rafı, kitaplığı bulunur. Karışık dizer kitapları; ne yayınevi ne tür ne de yazara göre. Ama ilginç bir şekilde onun dizdiği raftan bir kitap mutlaka “Beni seç” der. Hiç boş çıkmaz. Annemin evine gittiğim her sefer, ilk elimi attığım kitap hep aklımı başımdan uçuran ve hiç duymadığım bir kitap olur. Afrikalı, Güney Amerikalı, Japon, seneler önce yazılmış tek bir kitaptan başka eseri olmayan adı duyulmamış yerli bir yazar, nasıl oluyor aklım almıyor. Bir de neredeyse 30 senedir hayalimi süsleyen bir kütüphane var. Kimin bilmiyorum. İzmir Kordon’da sahil boyundaki apartmanlardan birinde. Lise yıllarımdan beri o deniz kenarındaki müthiş yoldan otobüsle geçerken eğer akşam saatleriyse, denizi değil, ışıkları yanan evleri seyrederim. Hiç deniz gören bir evde oturmadım ben. Bu evin perdeleri hep açık olur, oradan geçerken trafik olsa da uzun uzun seyretsem isterim hep. Tam trafik ışıklarına denk geliyor şansıma. Kocaman bir salon düşünün, boydan boya penceresi denize bakıyor. Kalan tüm duvarları, salon kapısının üzerinde kalan kısım dahil tavana kadar kitaptı. Bir merdiven de görürdüm gözlerim bozulmadan önce orada. Üçüncü katta kaldığı için koltukları falan görülmezdi, otomobilden bakarsanız da aynı zevki vermez, otobüsten bakacaksınız, yüksekten. Bütün duvarları kütüphane, tavanda asılı iki tane kumaş şapkalı çok kollu avize, sarı davetkar bir ışık, üzeri kitap dolu büyük salon kapısının üstü vitraylı cam, bir de pencere önünde, altında yazı masası olduğunu anlayabileceğimiz banker model çalışma lambasının yeşili görünürdü. En son birkaç sene önce yine gördüm aynı evi Kordon’dan geçerken, hiçbir şey değişmemiş gibiydi ama gözlerim de bozuldu iyiden iyiye, belki de bana öyle gelmiştir: Her şey aynı gibi. Bir insanın hayattan isteyebileceği her şeydi benim için o kütüphane ve o salon. Yüzü denize, sırtı elli-altmış metrekarelik salonu yerden tavana kadar duvarlar boyunca kaplayan kitaplara dönük olsa, insan neler yazabilir kim bilir, imkânı da sadece yazarak yaşamaya yetiyordur muhtemelen. Kaç yaşına geldim hala o evi arıyor gözlerim İzmir’e her gittiğimde.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Görüp, duyup, ziyaret edip imrendiğiniz kütüphaneler var mı? En etkileyici bulduğunuz kütüphaneler kimlerin?
Ayşen Şahin: Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ni dijitalleşmeden önce daha bir etkileyici bulurdum. Ahmet Hamdi Tanpınar Kütüphanesi ise sadece kitapseverler değil yerli-yabancı turistler için de İstanbul’un görülmesi gereken yerlerinden.
Stockholm Halk Kütüphanesi’ni beğenmiştim. Tam bir Kuzey Avrupa tasarımı, işlevli, pratik, konforlu. Bir de beni çok şaşırtan bir yerde inanılmaz bir kütüphane gördüm. Portekiz’de yerel yiyecekleri olan balık mücveri diyebileceğimiz pastel de bacalhau servis eden bir zincir mağaza var. Sadece içli köfte görünümlü bu balık mücveri ve şarap satıyorlar. Her restoran bir sanat eseri gibi tasarlanmış, birbirinden çok farklı ama her biri çok özel.
İşte bu restoranın Porto’nun Gaia bölgesinde yer alan şubesinde devasa bir kütüphane yer alıyordu. Büyülendim. Bir restoran değil bir müze gibi, gün boyu canlı piyano dinleyebilir, kütüphanedeki kitaplar Portekizce olsa da çekip içlerine bakabilirsiniz. Merak ettirmek gibi olmasın; dileyen şu linkten görebilir:
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Henüz kütüphanenizde olmayan ve belki hiçbir zaman olamayacak ama bir gün mutlaka olsun diye hayalini kurduğunuz kitaplar var mı?
Ayşen Şahin: İmzalı Aziz Nesin kitaplarım vardı benim. “Ayşenciğime” yazmıştı birine. Okumayı söktüğümden beri Aziz Nesin okurum. Memur çocuğum, biz hep haddimizi bilir, hiçbir şey için alınsın diye tutturmazdık. Ailece Ankara’ya gittiğimizde, Aziz Nesin imza günü afişi görmüştüm. Yeşil, kalın kapaklı bir kitabı çıkmıştı, tüm öyküleri galiba. Nasıl kalın, nasıl pahalı. Bize yine tayin çıkmış zaten, o işler için Ankara’dayız. Ben nasıl yırtınıyorum alalım diye, kendime şaşıyorum ama bayağı ağlıyorum, yerlere atıyorum kendimi. O gün Bay Düdük’ü aldık bana, imza kuyruğunda bekledim saatlerce, ses etmedi ailem de, susmuştum sonuçta. O kitap yok artık mesela. Bir de imzalı Muzaffer İzgü kitaplarım. Uğur Mumcu serim vardı neredeyse eksiksiz. Kırmızı ciltli Um&Ag yayınları. Mitos Boyut tiyatro serisi neredeyse tamamı. İşte onlar artık yok. Bir daha da geri gelmeyecek. İnsan elindeki en güzellerini kaybedince, artık bir kitaba illa da sahip olmak üzerine pek hayal kurmuyor. Sonra yitimi daha acı. Çok istediğim bir kitap olursa, sahip olmam gerekmez, okuyabilsem yeter bana diye düşünüyorum artık. Edinebileceğim kitaplar içinse önceliklendirip ediniyorum. Mesela bu sıralar bütçeme uygun tam seri, iyi durumda bir “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” avındayım, arıyorum. Elimin altında dursun.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Elbette her kitap değerlidir ama kütüphanenizde “yangında ilk kurtarılacak kitaplar” hangileri? Neden?”
Ayşen Şahin: Nils ve Uçan Kazlar tam set çizgi roman var bende. Çocukluğuma dair elimde kalan, hiç bozulmamış tek şey. Karton kutusu bile duruyor. İlkokul ikideydim. Doğum günümdü; annem “Hediyen yetişmedi.”demişti, ev yapımı pastamızı kestik, kutladık. Ben annem beni oyalıyor sanmıştım. Birkaç gün sonra kadıncağız elinde koca bir kutu ile geldi, beli mahvolmuş taşırken. O dönem Milliyet Kardeş vardı, oradan bir koli kitap sipariş etmiş bana meğer, kuponla mı senetle mi öyle bir şey. İçinde Anadolu Söylenceleri, avuç içi kadar ufak ama ciltli masal kitapları, Milliyet Kardeş dergisi bir yıllık set, Ökkeş serisi eksik sayılar, Enid Blyton Afacan Beşler ve Gizli Yediler tam seri karton kutuda, bir de işte Nils ve Uçan Kazlar Çizgi Roman serisi, kutulu. Hani şimdilerde sosyal medyada viral olan, çocuğun hediyeye mutluluk gözyaşı döktüğü videolar var ya; ben onu 80’lerde bizzat yaşadım işte. O kadar çıldırtıcı bir mutluluktu ki o anki sevincimi hala çok net hatırlıyorum.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Arzu nesnesi olarak baktığınız kitaplarınız hangileri?
Ayşen Şahin: Yayınevleri ya da kurumsal firmaların zaman zaman çıkardıkları kuşe kağıt, büyük boy prestij kitapları olur. Okumaktan öte bakmak için, ara ara karıştırmak için, anlık hazlar için. Kütüphanenizde hacimdirler, şıktırlar. Herkese nasip olmaz, her yiğidin cüzdanı yetmez. Kimi hediye gelmiş, kimini sahaftan bulmuşum, hoşuma gidiyorlar. Hem içerikte hem hacimde hem pahada ağırlar. Taşınmaz mülk gibi. Onlar bana bir eve köklendiğimi hissettiriyor.
Bir de kayıtsız kalamadığım çok eski Varlık yayınları tiyatro serisi var. Hani normal kitapların yarısı boyutlarında, saman kağıt, sadece kitabın adı ve Varlık yayınları yazan karton kapaklı. Yapraklarını üstten mektup açacağı ile yırtarak açmak gerekir, ben yırtıp açamıyorum, kıyamıyorum. İster rutubet yemiş olsun, ister akşama kadar tütsü yakılan bir sahafta beklemiş olsun. Kütüphaneye girdikten sonra kendi kokusunu geri buluyor. Dedemin sandığı kokuyor onlar.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitap verme konusunda cömert biri misiniz? Zaman zaman kütüphanenizi hafifletmek için ayıklama yapıyor musunuz? Kriterleriniz neler?
Ayşen Şahin: Çok cömert değilim. Birine kitap veriyorsam gerçekten çok seviyorumdur. Kütüphane hafifletmek yerine yeni kitaplığa geçerim. Bir kere okuduysam hiç veremem, okumadıklarımla daha kolay vedalaşırım. Çünkü okuduğum kitapta bir şey ileride illa aklıma takılır, açıp yeniden bakmak isterim, elimin altında olması lazım. Çok sevdiğim kitaplar olduğunda, indirimde görürsem bir tane daha alırım. Evde bulunsun, birine vermek icap eder diye. Bir arkadaşım var; Özgür Doğan. Özgür hayatımda gördüğüm kitap emanetine en sadık insandır. Bazen birkaç sene görüşemediğimiz olur ama ilk görüşmede kitabımı geri verir, kitabı geri vermek için görüştüğümüz bile olmuştur. Ona her kitabı ödünç veririm. Ama o da gerçekten nevi şahsına münhasır bir insan, tek.
Çocuklarım bana benzemez, hele kızım neredeyse her sene kitaplığının büyük bölümünü bağışlar. Benden yeni kurulan bir okul kütüphanesi vesaire için kitap isterler bazen, okuduğunuz kitaplardan yollar mısınız derler. İşte asıl okuduklarımdan yollayamadığımdan, gider takside girer, yenilerini alır, onları gönderirim mahcup olmamak için.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Hiç kitap çaldınız mı?
Ayşen Şahin: Çaldım. Üniversiteye başladığım sene hatta daha ilk ayında, kampüs içinde tekbirlerle saldırdılar bize. Dinci bir örgütün gençlik koluydu. Heybem vardı, koptu, kimliğim, kitaplarım saçıldı. Koşuyordum, arkama dönünce çivili bir tahta omzumu sıyırdı, teğet geçti. Çocukla göz göze geldik. Unutulur bir tip değildi, turuncu-kızıl kıvırcık saçları, uzun sakalı, çok çili vardı. Son senemde, okulu bitirmek için bir sürü alttan ders vermeye çalışıyorum. Bir kitap arıyorum, Beyazıt’ta sahafların oraya yakın yere tezgah açılırdı çok erken saatler. Oraya gittim. Yerdeki kitaplara baka baka gezerken aradığımı buldum. Bu kaça diye kafayı bir kaldırdım, o çocuk. “Sen beni öldürecektin, seni hatırlıyorum.” Dedim. “Özür dilerim, kitabı al ödeşelim.” Dedi. Çok gücüme gitti. Benim canımın ederi o kadar mı? Yaşadığım dehşet o kadar mı ediyor? Adama isyan ettim, kızdım, söylendim, gerdim ortalığı. İstemez dedim, senin sadakana kalmadıklar neler neler. Adamı iyice orada mahcup edene kadar konuşup kitabı da çaktırmadan attım montun içine. Ankara Siyasal’ın 1970lerde basılmış bir ders kitabıydı. Ara ara yok hiçbir yerde zaten. Bana da lazım. Vizem berbat, finalde kimsede olmayan kaynaktan yararlanıp, hocanın aklını alıp geçmeye çalışacağım, planım bu. Kendimi de ezdirmeden… İşte öyle bir hadise. Sonraları da çaldım. Ne sattığının farkında olmayan ukala kitapçıdan çaldım, ederinin beş katı fiyat çekenden çaldım. Bir de senetle kitap seti alıp ödeyememiştim, kalın ciltli özel basım Rus edebiyatı, Tolstoy, Dostoyevski, klasikler değil Sovyet; İlya Ehrenburg, Mihail Şolohov, Gorki… Nereden bulacaklar beni diye de salladım açıkçası param olmayınca, unuttum sonra da tamamen. Babamın daireye icra kağıdı gitmişti. Çok kötü olmuştu çünkü memuriyette kurallara riayet esastı. Babam hayatında haciz, icra görmemiş, borcu her şeyden önce tutmuş insan, yüreğine iniyordu, çok fena kızmıştı. Sayılıdır ama çaldım yani üç-beş kere, ta ki bir maaşım olana kadar.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitaplarınızı hangi dizine göre yerleştiriyorsunuz? Yayınevi? Yazar? Konu vb.
Ayşen Şahin: Eskiden kitapçılardaki gibi konulara göreydi. Hatta konulara göre ve yazar ismi alfabetik sıralıydı bir ara. Yerli roman, yabancı roman, akademik ve araştırma, tiyatro, şiir vs…
Şu sıralar yayınevine göre dizili. Yapı Kredi, Can ve Ayrıntı Yayınları yüzünden oldu o da.
Bendeki Yapı Kredi Yayınları kitap sırtları siyah, Can’ın beyaz üzeri kırmızı kalp, Ayrıntı pastel tonlarda geçişkenlik var. Doğan mesela genelde büyük boy, ayrı rafa koyunca simetri bozuluyor. Böyle çok güzel, tatmin edici duruyor. Ama yavaş yavaş bozuluyor da. Değişiyor bu gelenek yeni basılan kitaplarda. İletişim en fenası, kiminde büyük harfle yayınevi adı yazıyor, kiminde küçük harfle, kiminde kirpi logosu… Yine de aradığımı kolay buluyorum ve hangi yazar, hangi dönem, hangi yayınevindeydi bilmek hoşuma gidiyor. Küçük, kendi çapımda ahkamlar, ukalalıklar işte. Kitaplık dilediğim gibi kütüphaneye dönüşürse, yani bir ihtimal emlak krizi bitip, ekonomi düze çıkıp, ben emekli olabilip, emekli maaşım yetebilip, Kordon’daki o ev gibi cam önüne masa atıp üç duvarı tavana kadar kitaplarla doldurabilirsem, yeniden türlerine göre dizerim, kendi içinde alfabetik sıralı. Düzenli tutmak çok da zor değil aslında bir kütüphaneyi. Şimdilerde mesela; çalışma odama ayrı bir kitaplık koydum, ufak. Yenileri, el altında olması gerekenleri orada tutuyorum. Yılda 4-5 kere taşmaya yakın bu ufak kitaplığı düzenleyip işi bitenleri asıl kütüphaneye geri diziyorum. Yani ölme eşeğim ölme misali planlar bir gün gerçek olursa, kütüphanem düzgün durur.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Siz göçtükten sonra kütüphaneniz için şimdiden hazırladığınız bir plan var mı?
Ayşen Şahin: Yok. Çünkü bu ülkede nasıl öleceğimi ya da başıma ne geleceğini kestiremiyorum. Depremde yok olacaklar muhtemelen ya da belki tutuklanacağım, eş-dost gidip boşaltmak zorunda kalacak evi, kirasını ödeyemediğimden. Depo tutacak para bile olmayabilir kimsede. Çocuklarım memlekette mi olurlar dünyanın bambaşka ucunda mı bilmiyorum. 15 saatlik bir uçuşla ölmüş gitmiş anneyi gömmeye gelsinler diye tutturmam, istemem de hatta. Ben göremedikten sonra. Malvarlığımıza el de konulabilir. Gider kitaplar yediemine herhalde. Zaten bence kimselerin pek yeri de olmayacak artık basılı kitap toplamaya, tabletten oku, internetten dinle derken, yeni trendler böyle.
Güzel bir son, heyecan veren bir yanıt olamadı ama bu vaziyetten utanacak olan da ben değilim diye düşünüyorum.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitap okuma ritüelleriniz var mıdır? Her yerde okurum, akşamları okurum, okurken müzik dinlerim vb.
Ayşen Şahin: Yatarak okumayı severim. Yüzükoyun kanepeye yatıp yere koyarım kitabı. Bir de kitabı kanepenin sırt kısmına dayayıp yan yatarak okurum. Oturarak okumayı sevmem çünkü iyi kitaba kaptırmak en zevkli olandır, otururken kaptırınca her yerim uyuşuyor, tutuluyor. Normalde saat önemli değil yeter ki yetişecek bir yerim olmasın. Zaman, o kitabı bitirebilecek kadar benim olsun. Öyle olunca daha keyifli okurum. Müzik dinlemem, okurken kafamda başka şeyler çalabileyim isterim. Kazara çok erken uyanılan günler olur bazen, sabah beş gibi mesela, uyku da kaçar. Öyle manasız saatlerde uyanıp, bir iki saatte bir kitabı bitirip yediden dokuza geri yatmak ve yeniden uykuya dalarken artık kafanda düşünecek iyi bir konu olması hissine bayılırım. Nadiren denk gelir ama hazzı büyüktür. En sevdiğim şey ise, yazın deniz kenarında, üzerinde minderi olan bir şezlongda okumak. Şöyle ki; deniz faslı bitip insanlar yavaş yavaş sahili terk ederken en heyecanlı yerinde olacağım kitabın, epi topu 60-70 sayfa kalmış olacak bitmesine. Güneş batıyor, hafif hafif esiyor mis gibi üzerime, ince bir ıslaklık mayoda, havluda, iyice serin, o cayır cayır güneş sıcağından sonra nimet. Kaptırıp okuyorum, çocuk sesleri susmuş, siparişler bağırılmıyor, kimse altımdan şezlongu çekmek için gözümün içine bakmıyor. Tam o anlarda, yaz akşamları 19.00-21.30 arası. Biri gelip der ki “Sen nasıl görüp de okuyorsun ki kitabı?” Sorana bakarsın, etrafına sonra, aniden anlarsın ki hava kararmış. İnsan okurken hava yavaş yavaş karardığında, göz alışıyor o loşluğa sonra da karanlığa. Normalde göremeyeceğini, gözünü hiç ayırmadığın için görür oluyorsun. Bana bu tutkulu okuma hali ve kendini karanlıkta okuyabiliyor bulma hissi ermek gibi geliyor. Ve sıklıkla da yaparım bunu, her yaz hatta. İnsanın istediğinde erebildiğini hissetmesi büyük lüks.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitap okurken altını çizer veya sayfa kenarlarına not alır mısınız? Kartoteks kullanır veya bir deftere not alır mısınız?
Ayşen Şahin: Okuduğum kitaplara yazı yazmak için alıntı yapmak üzere sıklıkla dönen biri olmama rağmen kitapların içine hiçbir şey yazmam, üzerlerine ismimi bile yazmam. Neden bilmiyorum ama kitaplarını paylaşamayan biri olmama rağmen hep o kitap bizden sonra çok durak gezecek gibime gelir. Kendi dünyamı bir gün bir sahafta hiç tanımadığım birine açmak fikri hoşuma gitmiyor belki. Ya da kendime saklamak istediğim düşüncelerime, bir gün çok tercih etmediğim halde öylesine kitaplarımı karıştıran biri denk gelmesin istiyor olabilirim. Bir insanın bir kitapta altını çizdiği cümlelere bakarak ruh hali hakkında çok şey söylenebilir. Ve o ruh hali seneler içinde değişir, hatta haftalar içinde bile. Bazen insanın sevdiği bir yazar öyle bir densizlik yapıyor ki gözünden, kalbinden öyle bir düşüyor ki okurun, tüm cümleleri anlamını kaybediyor mesela, benim için öyle oluyor en azından. Orada yanlış bir anda çıplak yakalanmak gibi artık altını çizdiğin satırlar, aldığın notlar.
Ama bir yazıya çalışıyorsam ya da sunuma, bunun için veri toparlıyorsam, alıntı yapacaksam, bilimsel, araştırma kitaplarında ufak, ince, şeffaf, renkli, yapışkanlı kağıtları kullanıyorum. Uçları üçgen, tam istediğimiz satıra denk getirmek mümkün.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitap okurken kaldığınız yeri işaretlemek için ayraç mı kullanırsınız yoksa sayfa ucunu katlar mısınız?
Ayşen Şahin: İkisini de yapmıyorum. Kitabı kıvırmam, zarar görmesin. Ayraç da koyuyorum ama düşürüyorum illaki. O yüzden ya aklımda tutmaya çalışıyorum ya da baka baka buluyorum. Hem bir hatırlama da oluyor böylece.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kitabın size ait olduğunu gösteren özel işaretler, belirticiler kullanır mısınız? Size özel bir Exlibris’iniz var mı?
Ayşen Şahin: Buna yukarıda yanıt vermiş bulundum aslında. Kitaplığımı dışarıya paylaşıma açamasam da içimde derinden hala özel mülkiyete karşı olduğumdan kitapları kendime zimmetlemem.
Ulvi Yaman/Halil Duranay: Kütüphanenizde kitap dışında sizin için özel bir anlam taşıyan obje veya objeler var mı? Neler ve neden?
Ayşen Şahin: Varlar ama olmamalarını tercih ederdim. Onların ayrı bir dolabı olsun isterdim. Plaketler, biblolar, antika bir iki eşya, imza kalemleri, satranç takımı, tavla hatta tombala bile kitaplıkta duruyor. Yersizlikten. Bakınca sadece kitap görmek daha iyi olurdu. İşte yine ölme eşeğim ölme planları uyarınca bir gün belki…