Hayatınızı cephe haline getiren siber savaş ve ağ savaşları ile ilgili gelişmeleri yakından takip edin, iktidarların bu alandaki planları ve uygulamaları konusunda uyanık olun. Kendinizi savunun…
“Siber savaş” aslında çok da yeni bir kavram değil. Bu kavramın kullanımı, daha çok bir öngörü ve bir olasılık olarak bilgi ve iletişim teknolojilerinin başına kadar uzanıyor; daha sonra, internetin ortaya çıkışı ve ağ teknolojilerinin hızlı gelişimiyle birlikte de, “ağ savaşları” vurgusunu da kazanarak popülerleşiyor. Kavramın bugünkü anlamının temelinde, ABD’nin “derin kuruluşu” RAND’ın 1997’de yayınladığı bir rapor var: John Arquilla ve David Ronfeldt’in “Athena’nın Kampında” adlı çalışması . Kaba güce dayanan savaş tanrısı Mars’ın karşısına, zeka, bilgi ve stratejiye dayanan savaş tanrısı Athena’yı çıkaran bu rapor, kavramı enine boyuna inceledi. İşin ilginç yanı, yazarlar, bu savaşın tarafları olarak sadece devletleri veya silahlı muhalif güçleri, etnik grupları, terör örgütlerini, mafya tipi uluslararası suç örgütlerini vb. değil, bilgi, iletişim ve ağ teknolojisi kullanan aktivistleri, muhalif grupları, hacker’ları (hacktivistleri) de sayıyordu. Nitekim 2001 yılında, aynı ikiliden, bu kez ağ teorilerini de işe karıştırarak, savaşın ağlar üzerinde süreceğini öngören bir rapor daha geldi: “Ağlar ve Ağ Savaşları: Terör, Suç ve Militanlığın Geleceği” . Bu raporlar, ABD’nin, sadece diğer devletlere ve organize “düşman”lara değil, gerekirse her türlü muhalif inisiyatife karşı bir enformasyon savaşına hazırlandığını gösteriyordu.
John Perry “Barlow, 2010 sonunda, Wikileaks yayınlarına karşı ilk saldırılar ve savunma hareketleri başladığında Twitter’dan şu mesajı geçmişti: ‘İlk ciddi enformasyon savaşı başladı. Savaş alanı Wikileaks, sizler de ordularsınız’ . Hemen ardından Arap isyanları patlak verdi. Özellikle sosyal medya, P2P ve I2P, “Freenet”, “Tor / onionspace”, “HavenCo” gibi, internetin denetim dışı “karanlık” yüzü, her türden muhalif sivil hareketin ayrıcalıklı platformlarından biri haline geldi. Aslında, kripto anarşistler, “hacktivist”ler, siber punklar vb. internetin başından beri oradaydılar zaten. Zapatistalar, Seattle DTÖ protestoları, Filipinler sanal mitingleri vb. yaşanmıştı. Ama bu hareketlerin kitlelerle buluşması için zaman geçmesi gerekti.”
Siber savaş ve ağ savaşı kavramının konvansiyonel savaş kavramlarından çok önemli bir farkı var: Bu savaşta devletler veya savaşa girerek iktidarı hedefleyen gerilla tarzı organize gruplaşmalar dışında kalan “siviller”, sadece “kurban” ve “zayiat” değil, taraf olarak da kabul ediliyor. Asında, bilgi, iletişim ve ağ teknolojileri kullanan herkes, yani insanlığın üçte biri, siber savaşın tarafı olabiliyor. Bu yüzden savaşa giren büyük güçler sadece “düşman”larının stratejik ve hassas noktalarını değil, doğrudan sivilleri de hedef alıyorlar.
Her ne kadar siber savaş ve ağ savaşlarının henüz çok başlangıcında da olsak, teknolojik yıkım etkilerini daha yaşamamış da olsak, cephenin zihinlerimiz, fiziksel mevcudiyetimiz, gündelik hayatımız ve evlerimize eş zamanlı olarak yayıldığını söylemek mümkün. Bunun bir örneğini ABD’nin kendi vatandaşlarına karşı açtığı siber savaş cephesinde gördük: 2011 sonunda patlayan “İşgal et” (Occupy) hareketine karşı sadece geleneksel polis şiddeti değil, cep telefonları üzerinden fişlemeden eylemcilerin sistemlerine sızarak bilgi elde etme, çökertme ve sahte suç delilleri bırakmak gibi, “olağanüstü” istihbarat faaliyetlerini bile aşan eylemlerde bulunuldu. Aynı faaliyetin bir benzerini burada, Türkiye’de, “Oda.Tv” davası sırasında “bilgisayara virüs yoluyla uzaktan yüklenen suç delilleri” hadisesiyle yaşadığımız söylenebilir. Bu bağlamda, hedef alınan herkes ve herhangi biri olabilir…
Yine sivil halk üzerinde kullanılan bir başka siber savaş örneği de, Anonymous ve WikiLeaks’in ortaya çıkarttığı “Trapwire” ve “Tartan” uygulamaları oldu. Trapwire, halen yer kürenin büyük kısmına yayılmış gözetim kameralarına çeşitli akıllı yüz tanıma sistemleri entegre ederek gizli veri bankalarında yaratılan devasa fişleme sistemi anlamına gelen bir uygulama (http://goo.gl/rpdEZ). Terörizmi önlemek bahanesiyle kurulan bu sistemin, hukuki haklarını kullanan protestocu ve eylemcileri hedeflediği ortaya çıktı. Hatta Anonymous bu sisteme bir karşı saldırıda bulundu. Tartan da bu sistemin sosyal medyaya yönelmiş bir türü. Devletler ve şirketler zaten bir süredir “derin paket sorgulama” (DPI) türü izleme ve fişleme programlarını vatandaşları üzerinde gizlice kullanıyor. Benzeri sistemlerin Türkiye’de de kullanıldığından kuşkulanmak için her türlü nedenimiz var.
Artık bir tür sürekli ve topyekun cephede yaşadığımızı söylemek mümkün. Yani, siber savaş, ABD ve İsrail’in uluslararası hukuku hiçe sayarak “haydut devlet” sıfatını hak edecek bir biçimde İran nükleer tesislerine yönelik “stuxnet”, “flame” vb. siber saldırıları gibi bir filler tepişmesinden ibaret değil. Devletlerin vatandaşlarına ve uluslararası kamu oyuna karşı yürüttüğü dezenformasyon kampanyaları, halkların arkasından çevirdiği dolapların bilgisi ortaya yayılmasın diye düzenlediği komplolar ve saldırılar, muhalefet ve protesto hakkını kullanan kitlelere karşı hukuksuz bir biçimde yürütülen siber saldırılar da artık “siber savaş” konseptinin bir parçası sayılıyor. Elbette bu tür saldırılara karşı saldırılar da gecikmiyor: Anonymous gibi küresel veya yerel hacktivist grupların eylemleri de iktidarlar ve benzeri organize odaklara zor anlar yaşatıyor; bilgiler sızıyor, sular saman altından yürütülemiyor. Çünkü siber savaşın cephaneleri, yani teknoloji artık neredeyse herkesin erişimi dahilinde.
Siber saldırıların etkilerinin son derece yıkıcı olabileceğini biliyoruz. Nükleer tesisler, hayati ve kritik sistemler, gündelik hayatın devamını sağlayan enerji, ulaşım, atık vb. altyapı sistemleri, hastaneler, okullar, acil durum sistemleri… bunların tümü giderek daha fazla teknoloji kullanılarak yönetiliyor ve büyük bir kısmı ağlara bağlı olarak işletiliyor. Dolayısıyla bu sistemlere yapılacak bir siber saldırı, çok büyük kitlelerin hayatını, güvenliğini, sağlığını tehdit edebilir. Siber savaş, sivil halk için en az biyolojik savaş kadar yıkıcı olabilir. Ve bu teknolojiler, araçlar, “cephanelik” artık kolaylıkla erişilebilir bir yerde duruyor. Milyonlarca dolarlarla ifade edilen “hard” savaş bütçeleri yerini çok daha ucuz “soft” bütçelere bırakıyor: Özel yazılımlar, virüsler, truva atları, solucan delikleri, elektromanyetik akımlar vb. “Geleneksel” silah endüstrisi de giderek küresel güvenlik ve istihbarat teknolojisi sektörüyle yer değiştiriyor. WikiLeaks’in “casus dosyaları” sızıntısını okumanızı öneririm: Evinize, işyerinize girmiş, her gün kullandığınız markaların ardında nasıl bir karanlığın saklandığını göreceksiniz (http://goo.gl/gyWxG).
Son olarak, bu “siber” tehdidin sadece “siber” alanda kalmayacağını gösteren bir örnekle bitireyim: Son zamanlarda medyanın gündeminde de çokça yer tutan “drone”lar, yani insansız hava taşıtları” ve askeri robotlar, bu siber savaş konseptinin fiziksel bir uzantısı. Çünkü tamamen yazılım ve ağ teknolojileriyle kontrol ediliyorlar ve her ikisi de sadece askeri hedeflere değil sivil hedeflere de karşı kullanılıyor. Henüz herhangi bir hukuksal düzenlemenin bulunmadığı, Vahşi Batı’ya benzeyen bu alanda devletler istedikleri gibi top oynatıyor. ABD’de “drone”ların kendi vatandaşlarını gizlice gözetlemek için kullanıldığı pek çok olay skandal yarattı. Hatta bunların bir kaç tanesi düştü ve ölümler, yaralanmalar oldu. Essam adlı bir sanatçı New York Polis Teşkilatı’nın “occup” direnişçilerine karşı “drone kullanabileceğini gösteren sahte afişlerle güçlü bir protesto sanatı örneği ortata koydu (http://goo.gl/kR7Un). Fransa’da da benzeri skandallar yaşandı. Afganistan, Pakistan gibi ülkelerde de silahlı ABD “drone”ları pek çok masum sivili katletti. “Drone”lar konusunda ilginç kitaplar yayınlanmaya başlandı. Bunlar arasında özellikle Medea Benjamin’in “Drone Savaşları: Uzaktan kumandayla öldürmek” adlı kitabı öne çıkıyor. Bil Yenne’nin “Drone’ların Saldırısı” (http://goo.gl/2LFqP), P.W. Singer’ın “Savaşa Bağlanmak: 21. Yüzyılda Robotik Devrimi ve Çatışma” , Matt J. Martin’in “Predator: Irak ve Afganistan’da uzaktan kumandalı hava savaşı” da diğer akla gelenler. Kısa süre sonra gerek siber savaş teknolojileri gerekse fiziksel uzantıları hakkında ciddi bir külliyata sahip olacağız.
Burada da “terörle savaş” konsepti altında kullanılan ABD ve İsrail “drone”larına pek yabancı değiliz. Hatta bir “drone” Uludere / Roboski katliamına da karıştı. Çok yakın bir gelecekte, bu “drone”ların gittikçe küçülerek etrafımızda bizleri gözetlediklerine, kaydedip fişlediklerine, hatta silahlanarak “toplumsal olaylar”da hepimize gaz, elektrik, elektromanyetik, şiddetli ses dalgaları olarak döndüğüne tanık olursak şaşırmayalım.
Hayatınızı cephe haline getiren siber savaş ve ağ savaşları ile ilgili gelişmeleri yakından takip edin, iktidarların bu alandaki planları ve uygulamaları konusunda uyanık olun. Kendinizi savunun…
Ne de olsa artık “siber savunma” diye bir şey de var…
Not: Bu yazı, 15.10.2012 tarihinde SoL Gazetesinde yayınlanmıştır.