Sinan: Devletin gözü önünde olmadı mı ne olduysa? Devlet eğer dediğiniz gibi bir yığınak varsa bunu görmedi mi?
İlhami Işık: Tabi bunun birden fazla cevabı var. Çok basit, göz yumma gibi ya da uyuyor muydu gibi sığ cevaplarla açıklanamayacak kadar karmaşık bir durum bu. Her şeyden önce karşınızda kendisini müzakere ve barış süreciyle bağlamış, bunu da deklare etmiş bir örgüt var. Siz onu, kendisini nasıl tanımladıysa öyle görüyorsunuz. Güveniyorsunuz. Öbür yanda çözüm sürecini bir ihanet olarak gören, bölgeyi PKK’ye teslim etme süreci olarak gören devletin dörtte üçlük bir mekanizması var. PKK’nin alan kontrolü yapabileceği bütün bölgelerde yer alan valisinden kaymakamına, emniyet müdüründen savcısına, jandarmasından hakimine bürokrasinin dörtte üçlük bir mekanizması, çözüm sürecini bir ihanet projesi olarak görüyor. Çözüm sürecinin ana aktörlerinden biri olan Erdoğan’ı 1 numaralı düşman olarak görüyor. Sizce elinde her türlü imkânı kullanabilecek olan bu güçlü mekanizma, Erdoğan nefretiyle hareket eden ve çözüm sürecini bir ihanet projesi olarak gören bu mekanizma, PKK’nin sahici bir barışa evrilmesini ister mi? Çünkü sahici bir barış olursa bu ülkede Erdoğan’ın gücü 100 kat daha artar. Bu ise onlar açısından ölüm demek. Onlar çözüm sürecinin bir ihanet projesi olmadığını en iyi bilenler… Bu bilgiye sahipler fakat bunu bir ihanet projesine dönüştürebilmenin, Erdoğan’ı iktidardan düşürebilmenin yolu, şiddet mekanizmasını yeniden harekete geçirmek olduğunu da biliyorlar. Bunu daha önceki dönemde KCK operasyonuyla yaptılar. KCK operasyonuyla, bölgede devlete duyulan güveni sıfıra indirdiler. Aynı zamanda KCK operasyonu sayesinde bölgede siyaseti egemen kılacak kadroları da tasfiye etmiş oldular. Çünkü bu insanları siyaset dışına ittiğinizde, hayat boşluk tanımadığı için onların yerine başka unsurlar devreye girdi. En çok kavga edebilen, en çok “kahrolsun!” diyen, şiddeti savunan kadroların önü açılmış oldu. Bürokrasi bunu bilinçli bir şekilde hazırladı. Şiddet mekanizmasının yeniden devreye girmesine engel olarak gördükleri unsurları çeşitli bahanelerle tasfiye ettiler. Böylelikle sahada şiddet dışında bir seçenek olmadığını söyleyen kadroların devreye girmesine imkân verdiler. Müthiş sızmalara yol açtılar. Devlet mekanizmasında da aynı şey yapıldı. Kendi istedikleri hakimleri, savcıları, askeri gücü, polis kadrolarını yerleştirdiler. Karşılıklı olarak sadece şiddet üzerine şekillenmiş bir yapılanma yaratıldı. Gezi ile başlayan süreçte “Erdoğan gitti gidiyor, bu iş bitti ve biz de buna hazır olmalıyız” algısı oluşturuldu. Ne demek “hazır olmak?”… Elbette çiçeklerle değil silahla olacaktı bu hazırlık. Biz çözümü konuşurken, başka bir akıl her tarafı silahla doldurdu.
Sinan: Gezi ile başlayıp 17-25 Aralık ile devam eden ve bugüne uzanan bir senaryoya mı bağlıyorsunuz çözüm sürecinin çöküşünü?
İlhami Işık: Tabiî ki! Gerçek bu! Eğer böyle okumazsanız fotoğraf çok eksik kalır ve yanıltıcı olur. Bu çöküşün bir hazırlığı var. Birileri bunu önceden hazırladı. Taa KCK operasyonlarıyla hazırladılar bunu. Yoksa binlerce insanı hiçbir neden yokken neden içeri alırsınız ki? Çakı bile yoktu o insanlarda. Belediye Başkanlarıydılar, siyasetçilerdi… Bu bir hazırlıktı aslında. Sürecin çökertilmesinin psikolojik ve ideolojik hazırlığını yaptılar. Devlete olan güveni çökerttiler. Seçilmiş, göz önünde olan, silah kullanmayan, siyaset yapan insanlara bile yaşam hakkı tanımıyorsan kim neden güvensin ki devlete?
Sinan: Eğer böyle bir senaryo varsa, Siyasi irade bu oyunu göremedi mi diyorsunuz yani?
İlhami Işık: Görme ile görme arasında fark vardır. Siyasi iradeye bunu kabul ettirmişler zorla… İnanılmaz yalan istihbarat raporlarıyla. Mesela “bekleyin, iddianameyi görürsünüz, bunlar tepeden tırnağa silahlı” diye raporlar hazırlanmış. Oysa çakı bile yoktu KCK operasyonlarında içeri atılanlarda… Legal siyaset ile illegal siyaset arasındaki doğal iletişim ağını en berbat iletişim ağına dönüştürerek kullandılar bunu. Dönemin istihbarat yöneticileri bölgeyi gezmişler, raporlar hazırlamışlar ve Başbakana, muhalefet partilerine “KCK operasyonu gereklidir, durum çok vahim, bunları içeri tıkmaktan başka çare yok” algısını oluşturmuşlar. İktidarı ikna etmenin zemini de var. Çünkü Kürt siyaseti de KCK operasyonunun ardından zıplamış, hep kullanageldiği o kötü dile dönmüş… Ama aslında çok normaldi bu. Canı yanmış çünkü. Kedinin canı yandığı zaman çıkardığı sesle yemek yerken çıkardığı ses aynı mı? KCK operasyonları yapılınca Kürt siyaseti de sertleşti haliyle. Düşünsene, İdris Naim Şahin gibi bir insan içişleri bakanı olmuş. Müthiş bir akıl devrede yani. Bunları görmek lazım. Görmediğin zaman sadece anlık bir olayla, durumla izah etmeye kalkıştığın zaman problemin çözümüne katkı sunamayız. Sadece birilerini öfkelenir veya birilerini fazladan severiz. Bir ikilem içerisinde kalırız. Durum budur. Bunca silaha, yığınağa, sırf Erdoğan’dan kurtulma adına göz yumuldu. Yoksa siz Diyarbakır’a güvenlik birimlerinin, istihbaratın haberi olmadan bunca ağır silahı sokabilir miydiniz? Buna ancak aptallar inanır. Siz yıllarca orada tünel kazmışsınız. Bu iş öyle 1 aylık, 3 aylık, 5 aylık iş değil. Güvenlik birimlerinin bundan habersiz olması düşünülebilir mi? Gerçekte neler yaşandığını bilmeden bütün bu olanları değerlendirmek mümkün değil. Bu tabloyu bilmek lazım.
Sinan: Cemaat mi yani bunun sorumlusu? Bütün bu olup bitenlerden AKP iktidarının değil de ciddi ciddi Cemaat’in sorumlu olduğunu mu söylemeye çalışıyorsunuz?
İlhami Işık: Tabii? Ciddiden daha fazla! Bunu inkar etmiyorlar ki zaten? Birileri inkâr etseler bile yaşadık bunları. O insanların, belediye başkanlarının kelepçeyle fotoğraflanmaları bir mesajdı. Kime mesaj veriyorsun sen? O görüntü her Kürd’ü rencide etmiştir. Kim yapıyor bunu? Devlet!
Sinan: Velev ki Cemaat’in işiydi bu ve AKP iktidarının hiçbir dahli yoktu olup bitenlerde. Hiç bir güç devreye girip bu senaryoyu bozmaya neden yeltenmedi peki?
İlhami Işık: Yeltendi. Zaten eğer bu senaryo bozulup, devreye girilmeseydi biz 2013 çözüm sürecini yaşayamazdık ki? Fakat o kadar tahrip edilmişti ki her şey. Tarlalar o kadar sürülmüş ki, senin attığın her bir gübre, onların o sürümde attıkları tohumu daha da geliştirmiş! Çünkü tarla sürülmüş çoktan, bunu demeye çalışıyorum. Bölgede müthiş bir kin ve nefret birikimi olmuş. Müthiş bir Erdoğan düşmanlığı yeşermiş. Çünkü her şeyi Erdoğan’ın yaptığına inandırılmış insanlar. Aslında yapanlar başka ama siyaseten sorumlu olduğu için Erdoğan suçlanmış. Bu nefret, Erdoğan’ı daha da içine kapattı. Bir nefret dili, başka bir nefret dilini üretti. Kendisine yönelen o nefret diline karşı Erdoğan’da da “ben bu kadar iyi şeyler yapıyorum ama bana bu reva görülüyor” şeklinde bir duygu kırılması oluştu. Erdoğan bunu hesaplamadı ama bütün bu olayları tezgâhlayanlar bunu çok iyi hesaplamış. Çünkü tanıyorlar Erdoğan’ı. Erdoğan’ın kişiliğini iyi biliyorlar. Çünkü liderler sadece siyaseti temsil etmezler. Liderler aynı zamanda kendi karakterlerini de, aynı zamanda aykırı karakterlerini de temsil ederler. Onun için liderdirler çünkü. Aykırı olmayan biri lider de olamaz. Dolayısıyla Erdoğan’ı, onun aykırı karakterini, duygu kırılmalarının nasıl şekilleneceğini çok iyi bilen birileri tezgahlamış bütün bunları…
Sinan: Çözüm bir devlet politikası olmaktan ziyade, Erdoğan’ın kişisel yeterliliği etrafında yürüyen bir süreç miydi yani? Onun duygusal kırılmalarının sonuçlarını mı yaşadığımızı söylüyorsunuz?
İlhami Işık: Tabii, öyle yürüdü zaten. Ülkenin ne yargısı, ne bürokrasisi, ne güvenliği çözüm sürecine hiçbir zaman inanmadı. En fazla zorlandığımız konu buydu. Çok küçük bir kesim, ancak moral motivasyonla çözüm sürecinin iyi olduğuna inandı ve bunu anlatabildi. Çok dar bir kesim. Ama bütün hazne, çözüm sürecinin olumsuzluğu üzerine kendisini şekillendirmiş ve sürekli de olumsuzluk üretmiş. Bu hem devlet içerisinde hem de örgüt içerisinde gerçekleşti. Gezi olaylarıyla, 17-25 Aralık’la ve en son IŞİD’in ortaya çıkmasıyla birlikte artık kontrol edilemez hale geldi, bu kadar dar bir kesimin yürütebileceği bir süreç olmaktan çıktı çözüm süreci.
Sinan: Ama çok büyük bir toplumsal destek vardı?
İlhami Işık: Toplum destekledi evet ama neyi destekledi? Ölümlerin olmaması sadece! O kadar! Elinde sadece bu vardı toplumun. Ama bu devlet açısından, meseleyi yakından takip edenler açısından yeterli değildi. Çünkü altta daha büyük ölümleri doğuracak psikolojik zeminlerin yaratıldığını görüyordu meseleyle ilgili olanlar. O yüzden her şeyin çok hızlı olması istendi. PKK bir an önce silahlı mücadeleden vazgeçtiğini ilan etmeliydi. Devletin ısrarı bu yöndeydi. Ama başkaları bunun olması halinde her şeyi kaybedeceklerini biliyorlardı ve olmaması adına, PKK nin silah bırakmaması adına hamleler yapıyorlardı.