Hayata Aşina Zamana Hatıra: Aile Fotoğrafı

0
341

Bir fotoğraf küçük bir kare içinden anlattıklarıyla çok, gösterdikleriyle anlamlıdır. İyi kötü anların, mutlu mutsuz günlerin, özlenen beklenen insanların, gülümsemelerin somurtmaların bazen bir anda bazen düşünülen bir poz içinde yaşamdan dondurulduğu bir uzamı kapsar.  Fotoğraf avutur. Eskinin, geçmişin, o an’ın hatıraya emanet edilen yüzleri, sesten azade olsa da konuşandır. Duyarız o sesleri. Fotoğrafın çekildiği günün, saatin anlattıkları kişisel tarihlerimize atılan küçük çentiklerdir. Hepimizin evinde, yanında, bir kitabın arasında, dolap kapaklarının ardında küçük kutularda, eskiliği yaşanmışlıklardan müsemma albümlerde sakladığı  fotoğrafların yaşamlarımızın hikayesi olmadığını kim söyleyebilir.
En son ne zaman bir aile fotoğrafınıza baktınız bilmiyorum. Doğanlar, ölenler, anneler, babalar, büyükanne ve büyükbabalar, amcalar, teyzeler, dayılar… Herkesin kenarından veyahut tam ortasından dahil olduğu aile fotoğrafları yaşamın yorgunluğunu soluklandırır. Hayatınıza kilometrelerce yakın, göz ucu mesafesinde uzak olanları anımsatır. Tıpkı Cemal Süreya’nın Fotoğraf şiirinin dizelerinde dediği gibi: “Güzel anılar gibi hüzünlü/ Hüzünlü şarkılar gibi güzel…” Aile fotoğrafları biraz böyledir.
Kerem Görkem ilk kitabı Aile Fotoğrafı’nda bir aileyi, aile bireylerinin kendi seslerinden anlattıklarıyla bir fotoğraf karesinin içinden çıkartıyor. Bir ailenin dağılışını, yalnızlıklarını, arayışlarını bir fotoğrafın o eski zamanından anlatıyor. İnsan olmanın onulmaz varoluş derdinin ortasına aile olmanın ya da olamamanın fotoğraf karesinde donan telaşını yerleştiriyor. Ve hikaye böyle başlıyor. Kitabı okurken ara ara kendinize sakladığınız bir aile fotoğrafını gözünüzün önüne getirirken yakalayacaksınız kendinizi. Biz kitap üzerine konuştuk. Keyifli okumalar.
Röportaj: Funda Dörtkaş
Fotoğraf:www.kitapeki.com / Aziz Hatman röportajından alınmıştır.

Funda Dörtkaş: Romanın ilk cümlesiyle başlamak isterim: “Hatıralar nesnelerin üzerinde birikir.” Fotoğraflar hem nesnesi hem öznesi olduğumuz bir uzamın zamansızlığı. Çünkü içinde olduğumuz kadar dışındayız da. Bir aile fotoğrafının hafızası neyi biriktirir? Hatıraları her zaman anımsanmak istenir mi? 
Kerem Görkem: Hikâyeyi kurgularken başından beri bir nesne üzerinden düşünmeyi istedim. Bu nesne, ille de kurgunun merkezinde yer alacak, okur onun peşinden gidecek değildi. Aslında aradığım şey bir nabızdı diyebilirim; çoğu defa varlığından bihaber olunan fakat o kendisini gösterdikçe kıymetini anladığımız bir şey oldu fotoğraf… Burada şunu sormamız gerekiyor: Onca nesnenin arasında neden fotoğraf? Sizin de dokunduğunuz üzere, hatıra ve hafıza kelimeleri önem kazandı burada. Bir aile hikâyesi anlatıyor olmak, aynı zamanda kolektif bir hafızanın içine girmek demekti benim için. Hal böyleyken, fotoğrafların temsil ettiği hatıralar değer kazandı. İyi ya da kötü… Anımsanmak istensin ya da istenmesin… Bahsettiğim kolektif hafızada biriken şey en basit haliyle bir hikâyeydi, bu yüzden kıymetlendi. 
Funda Dörtkaş: Kitle Süsü kitabında Kracauer, fotoğrafın sürekliliğinin belleğin imgeleri ile anlamlandırıldığını ve bu sayede korunduğunu söyler. Bu durum sanki geçmişteki varoluşumuza yönelik bir anlam arayışı. İlk kitabınızdaki anlam arayışının, geçmişle kurduğu bağın aile üzerinden inşa edilmesi bu yüzden mi? 
Kerem Görkem: Aile Fotoğrafı’nı bir anlam arayışı olarak tanımlayabilir miyiz, emin değilim. Hikâyedeki dört karakteri ayrı ayrı ele aldığımızda, Haydar ve Gül’ün dertlerini bir tutabiliriz belki. Fakat Bülent ve Can’a geldiğimizde bambaşka iki dünya görüyoruz. Bir varoluş meselesinden ve anlam arayışından ancak bu noktada söz edebiliriz gibi geliyor bana. Onların asıl meseleleri de aileden kopuk bir noktada… Ancak elbette, çıkmazın geçmişte olduğu her vakit dönüp aileye bakmak faydalı olabilir; bu sayede yalnız kapalı anlamları değil, geçmişe dair birtakım çıkmazları da açabiliriz.  
Funda Dörtkaş: Roman ilerlerken fotoğrafın içinde yer alan herkesin anlatıcı olduğunu görüyoruz. Anne, baba ve iki kardeş. “Ben” anlatısı üzerinden yükselen karakterlerin hayatları fotoğraftaki gibi birbirlerinden bağımsız kimi zaman. Bellek ve hatırlamaya ilişkin fotoğraf ve mekân arasındaki bütünlüğü sağlamak adına tercih ettiğiniz bir durum diyebilir miyiz? 
Kerem Görkem: Çoğul anlatı denen bir anlatım tekniği bu. Sorunuza ise yanıtım hayır: Fotoğraf ve mekân arasındaki bütünlüğü sağlamak ya da başka herhangi bir gaye adına tercih ettiğim bir durum değil. Bu teknik bir biçimde hikâyeye katman kazandırmış, bütünlük sağlamış olabilir tabii… Ama ben William Faulkner’ın Döşeğimde Ölürken romanında okudum; öykündüm ve uyguladım. Hiçbir şey düşünmeden yaptım bunu. Fakat Türkçe edebiyatta pek fazla örneği olmayan bir teknik olduğunun bilincindeydim, yine de bu topa girmekte beis görmedim.  
Funda Dörtkaş: İlk kitabınızın roman olmasının özel bir nedeni var mı? Aslında her bir karakterin ayrı öyküsü var. Tıpkı Bülent’in yazılarını biriktirdiği klasörde başlıklarını sıraladığı öyküler gibi öyküyle ilerlemek yerine roman olması, Bülent’in biriktirdiklerinin bütünleştirilmiş bir hali mi? Bir fotoğrafın rüyasını anlatmak karakterlerin ayrı ayrı hikâyelerini anlatmaktan daha zor değil mi?
Kerem Görkem: Ben bu noktada okurun özgür olması gerektiğini düşünenlerdenim. Kitap künyede roman olarak tanımlanıyor diye şartlanmak zorunda değil hiç kimse. Kaldı ki, öykü ve roman formlarının böylesine birbirinin içine geçtiği bir dönemde bu konuya kafa yormak zihni bir çıkmaza sürüklüyor her seferinde. Yayın sürecinde de bu konu konuşuldu, öykü başlığıyla yayımlanması tartışıldı. Ben roman olmasını istiyordum, Aile Fotoğrafı’nı bir roman olarak kurmuştum, o yüzden öylece kaldı. Söyledikleriniz tutarlı, karakterlerin her birinin kendi öyküsü var. Üstüne üstlük anlatılmaya değer öyküler bunlar. Bülent’in edebiyat üzerine ahkâm kestiği bir bölümde, kendi perspektifinden roman-öykü karşılaştırması üzerine söylediği şeyleri hatırlayın. Benim duruşum da yakındır buna. İdeal anlatı formu öyküdür; biçem ancak öykü hacminde bir anlatıya olanak verir. Romanlar, öykülere benzetilebildiği ölçüde iyi edebiyattır. Zordur, kolaydır orasını bilemem… Şu şekilde anlatmak beni zorlar, o yüzden diğer yola gireyim demedim hiç.  
Funda Dörtkaş: Aile ve aile ilişkilerinin karmaşıklığı, ortak bir dünyanın içinde ayrı dünyalar, çoğulluk içinde yalnızlık, tercih edilmek istenenlerle zorunda kalınanlar, arayışlar, kaçışlar, hayal kırıklıkları, ayrılık, özlem, tedirginlik, kızgınlık, kâh kapsayan kâh öfkeye dönüşen sevgi. Aile fotoğrafı üzerinden bireyin modern hayat içinde yaşadığı temel kırılmalardan birini anlatırken fotografik gerçekliği kişisel tarihlerin arşivi gibi açmak istediğinizi söyleyebilir miyiz?
Kerem Görkem: Bahsettiğiniz bütün bu haller çağımız kentlilerinin yüzleştiği problemler. Taşrada yetişmiş olmama karşın, kent-taşra ayrımının belli bir noktaya kadar yitirilmesi hasebiyle geçmişten beri gözlemleyebildiğim durumlar aynı zamanda. Az önce imlediğim Döşeğimde Ölürken’i okurken görmeyiz mesela bunu; çünkü bas bayağı bir taşra anlatısıdır. Mekanı kent olan bir hikâyeyi anlatırken Faulkner olamıyorsunuz, onun gün doğumunu yakalamayı bilen karakterlerini yaratamıyorsunuz maalesef. Hasan Ali Toptaş başarıyor bunu bir tek, yalnız onu görüyorum. O da gerçeküstücülükten faydalanıyor… Burada gerçeklik olgusunu tartışmamız gerekiyor. Kirkor Cezveciyan kitapla ilgili değerlendirmesinde bir yazım anlatısı olduğu vurgusunu yapmıştı. Doğru hakikaten. Kitapta Bülent üstleniyor bu misyonu: Gerçeklikle ilgili söyledikleri aslında benim burada söylemeye çalıştığım şeyler. Yani ki, çağımız kentlilerinin yüzleşmekte olduğu bütün problemleri kurguya yedirmeye olabildiğince gayret ettim. Olmuştur, olmamıştır orası okura kalmış…  
Funda Dörtkaş: Dışarıda örnek evde daha sıradan bir baba, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken incitilmiş bir anne, büyürken farklı dünyalarının içinde yaşayan iki kardeş. “Varolan her şeyin, bir başka şeyin yokluğundan kaynaklandığını düşünmek aklımıza gelmiyor.” Anlattığınız parçalı gölgeli bu aile dolayımıyla okurun günümüz bireylerinin manzarasına bakmasını mı istediniz? Varolan ile yok olan arasındaki fotoğrafı anlatırken hakikat ile geçmiş arasında sizin kurduğunuz ilişki nasıldı? 
Kerem Görkem: Geçmişten geleceğe salınan hayatların varlıktan yokluğa giden bir sürükleniş olduğunu söyleyemeyiz, bu epey karamsar bir yaklaşım olur. Benim buradaki derdim var olanın anlamlandırılmasıydı aslında. Hakikatti. Hikâyede Haydar ve Gül’ün yüzleştiğiydi… Kitabı da böyle özetliyorum: Bir ailenin dağılış hikâyesini öznelerinin gördükleriyle sunmaktı. Bunu yaparken geçmişe referanslar vermek bir yöntem yalnızca. Bir imge olarak fotoğraf nesnesinin metin boyunca canlı tuttuğu da tam olarak bu. Bana göre, hakikat ile geçmiş arasındaki ilişki yalnızca nedensellikleri ve birbirlerine dokundukları noktalar ile kıymetli hale gelebilir.   
Funda Dörtkaş: Haydar ve Gül üzerinden kadın erkek ilişkilerine de minimalist bir dokunuş var. Hatta bilinçli mi yaptınız bilmiyorum lakin Haydar’ın sevgilisinin oturduğu apartmanın adının “Özen” olması bu ilişkinin ince detayını ifade etmek adına manidar. Erkeği dışsal kadını daha içsel kurgulamanız aile ile ilgili belli kalıpları da sağlamlaştıran bir bakış açısı değil mi? 
Kerem Görkem: Burada bir çekince söz konusu aslında. Toplumsal cinsiyet üzerine sağlam okumalar yapmış değilim, haliyle bu topa girmeyi istemedim. Sizin kelimelerinizle Haydar’ın dışsal, Gül’ü içsel algılanmasının sebebi hikâyedeki görünürlükleri olabilir. Bir erkek yazarın kadın protagonisti konuşturması ya da tam tersi, benim gözümde edebiyat için aşılması güç bir eşik. Belki de en riskli tercih… Tahayyül etmek neredeyse imkansız çünkü… Bir erkek olarak Haydar, Bülent ve Can’ın verebileceği tepkileri, alacakları konumu kestirebiliyorum fakat Gül için aynı şey geçerli değil. Bu sebeple, yanlış ya da eksik olmasındansa kaçmayı tercih ettim; dediğim gibi, çekindim. Dikkat ederseniz Gül’ün anlattığı bölümler hikâyenin kritik yerleri olmakla birlikte hacmen az yer kaplıyorlar. Aile Fotoğrafı’nda kadın karakterin “içsel” kalması buna yorulabilir ancak. 
Funda Dörtkaş: Kitabın bölümlerini başlatan ikonlar birbirinden farklı ve sayı değiller, her bir ikon bir karakterin konuşacağı bölümü tanımlıyor. İsim ya da numaralandırma yerine şekil ile betimleme, görsellik üzerinden okura farkındalık yaratmak istediğiniz bir vurgu mu? 
Kerem Görkem: Editoryal bir dokunuş bu. Taslak halinde bölümler anlatıcıların isimleriyle başlıyordu. Yayınevi şekil kullanmayı önerdi. İyi de oldu, fotoğraf imgesinin yanında bir görsellik katmanı oluştu. 
Funda Dörtkaş: “Kelimeler, gözler gibidir. En çok onları kaçırırsın insanlardan.” Peki bir fotoğrafın hikayesini yazmayı hangi kelimeyle tanımlarsınız?  
Kerem Görkem: Hikâye çok kudretli bir kelime… Bir fotoğrafın ya da başka herhangi bir şeyin hikâyesi de ancak hikâye kelimesiyle tanımlanabilir gibi geliyor bana.  
Funda Dörtkaş: Bülent’in öyküleri için koyduğu isimler romana konu olan fotoğrafın içinden çıkan fotoğraflar gibi. Seçilmiş isimler gibi durmalarının sebebi zaman içinde gerçek birer öykü olacaklarını mı imliyor? 
Kerem Görkem: Bu isimler arasından yalnızca Bisiklet’i yazabildim… Kurgu gereği Bir Fotoğrafın Rüyası’nı da yazmış oldum… Diğerlerini de yazmayı isterim, aklımdalar. Özellikle Kavganın Bitmesini Bekleyen Çorba Kâsesi isimli bir öykü yazmayı çok isterim… 
Funda Dörtkaş: “Güzelliğine inandığı şeyi anlatmaya kıyamaz ya insan… Aslında başkalarına aktardığımız her şey bir parça eksiktir. İnsan içini dökmez, içindekileri gösterir karşısındakine.” Bir parça eksik kalanlar gibi, okurun romana konu olan aile fotoğrafına kenarından ilişmesini, hikayenin devamını kendi gözlerinden kelimelerle devam ettirmesini istediğiniz için mi Can bir kitabın içindeymiş gibi hikayeyi aniden bitiriyor? 
Kerem Görkem: Tam olarak bu. Öteki türlüsü, mekanik biçimde işleyen ve bir sonu olan hikâyeler okumayı sevmiyorum. Yeterince dikte ediliyor bize bir şeyler, hiç olmazsa edebiyatta karar bize kalsın… Karar vermeyelim ve yahut, sürekli bir düşünme halinden daha sağlıklı ne olabilir? Başımızdan geçenleri bir düşünelim şimdi, hangisinin kesinkes bir sonu olduğunu söyleyebiliriz? Metnin son karakteri bir nokta, bunun için pişmanım. Soru işaretiyle biten bir roman yazabilmiş olmayı isterdim…  
Funda Dörtkaş: Bülent’in yazarlık ile ilgili düşüncelerini anlattığı bölümü düşünerek sizin anlatı üzerindeki fikrinizi öğrenmek isterim. Gerçek veya kurmaca, hayal ya da kurgu sizce anlatının netliğini sağlayan nedir? 
Kerem Görkem: Gerçekliktir. Hem netliği, hem de edebi niteliği bu sağlar… Bir kurmaca, gerçeğe yakın olabildiği ölçüde kıymetlidir. Büsbütün gerçeküstücülüğü çöpe atan bir laf değil bu, orada bile bir gerçeklik yaratmak mümkün. Hasan Ali Toptaş’tan bahsettim, değil mi? 
Funda Dörtkaş: “Peki benim hayatım nasıl değişti? Bunun cevabını verebilecek bir kitap okumadım henüz.” Yazacağınız yeni kitap hangi cevabı aramak üzere yola çıkacak, öykü ya da roman, tasarladığınız bir çalışma var mı? 
Kerem Görkem: Çok düşünüyorum yeni bir roman üzerine… Aile Fotoğrafı basılmadan önce yayımlanan öyküleri toparlamayı da düşünüyorum bir yandan. Bakalım… 
Funda Dörtkaş: Teşekkür ederim. 
Kerem Görkem: Güzel sorularınız  için ben teşekkür ederim…

Önceki İçerikMeydanları Dalgalandıran Adam
Sonraki İçerikBilmiyorum ki?…
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project