Beyoğlu’nda, Tarlabaşı ya da Kadıköy’ün arka sokaklarında rastlayabilirsiniz ona. İncecik, güleç yüzlü, şerbetli bir Türkçe ile konuşan, biraz dağınık görünen, her şeyi ama her şeyi dikkatle süzen, iştahla inceleyen, sohbetlere büyük bir içtenlikle katılmaya hazır çok sevimli genç bir İtalyan: Luis Miguel Selvelli!
İtalyan ama belki de çoğumuzdan daha fazla İstanbullu Miguel. Büyük büyük dedesi Michele 1853’te o sıralar politik karışıklıklar yaşayan İtalya’dan kaçıp İstanbul’a sığınmış. Oğlu İtalo İstanbul’da doğmuş. İtalo Selvelli… Ki hikâyesini az sonra Miguel anlatacak bize… Selvelli’leri 1853’te İstanbul’a bağlayan tutkulu zincir 1937’de kırılmış. Miguel’in dedesi üniversite eğitimi için gittiği İtalya’da savaş nedeniyle kalmış, evlenmiş ve aile yaşamına İtalya’da devam etmiş. Ta ki küçük Miguel doğana kadar…
Ailenin bölük pörçük İstanbul hikâyeleriyle büyüyen Miguel, Trieste’ye sığamayacak kadar tutkulu bir maceraperest. Heyecanını, tutkularını besleyecek bir kent düşlüyor. Büyük, canlı, şaşırtıcı bir kent… Mexico City ile büyüleniyor önce. Sonra Milano’ya tutuluyor. Derken Berlin… Yolu İstanbul’a düştüğünde ise kelimenin tam anlamıyla çarpılıyor.
Hayatını çeviri yaparak kazanıyor. İtalya’da önemli yayınevleriyle çalışıyor. Türkiyeli yazarları İtalyanca’ya çeviriyor. Türkiye ve Türkiye’nin meseleleriyle yakından ilgili. Neredeyse karış karış biliyor Türkiye’yi. Miguel ile uzun zamandır bu sohbeti gerçekleştirmek istiyordum, ancak bir türlü denk getiremedik. Geçtiğimiz yaz başında bir fırsatını bulup oturtabildim karşıma Miguel’i. O’nun İstanbul’da en sevdiği semtlerden birinde, Moda’daki evimde Türk kahveli, çaylı uzun bir sohbet oldu. Bu sohbeti yayına hazırlamak, araya giren başka projeler nedeniyle hayli zaman aldı. Nihayet bütün badirelerden sonra Miguel Selvelli’yi sizinle tanıştırabilmenin mutluluğunu yaşıyorum.
Ulvi yok bu röportajda. Röportajı yaptığım günlerde şehir dışındaydı. O yüzden biraz “teke tek” bir sohbet oldu ama yine de seveceğinizi umuyorum.
(Röportaj/Fotoğraflar: Sinan Dirlik)