Resim sanatı disiplinine göre sürrealist bir ressam Vahap Aydoğan. Benim gibi resimden zerre kadar anlamayan biri için ise insanların hikâyelerini yazmak yerine çizen bir sanatçı. Sadece yetenek eksikliğimden dolayı söylemiyorum çizerek anlatmak, yazarak anlatmaktan bence çok daha zor. Aydoğan’ın çizerek anlatmaktaki başka bir marifeti ise gerçekten insanların hikâyelerini dinleyip bu hikâyelerden resimler yapıyor olması…
Vahap Aydoğan’la resim yapmaya başlamasını, insanları, öykülerini ve sanat yolculuğunu konuştuk. Lakin söyleşiyi bir ressam ile resim sanatının derinlikleri, akımları vb üzerine yapılmış bir söyleşi niyetiyle okursanız büyük bir hayal kırıklığına uğrayacağınız kesin. Çünkü başta da belirttiğim gibi resim sanatından hiç anlamayan meraklı biri olarak bir ressama sorular sordum. Beklentiyi küçük tutun ????
Leyla Alp, Aralık 2023
“Yolun yolcusu değil, yolun kendisisinizdir”
Resim yapmaya ne zaman başladınız? Böyle bir yeteneğiniz olduğunu nasıl fark ettiniz?
Resim yapmadan önce üç boyutlu, kilden ve yörenin taşlarından biblolar yaparak sanat ile tanıştım. Resim çizmeyi ve yetenek konusunda algımın oluşmasını tamamen Diyarbakır’daki tarihi Keçi Burcu’nda gittiğim bir sergiye borçlu olduğumu söyleyebilirim. Sanatsal üretimim ve tablolarım, bu devasa kalenin görkeminin de etkisiyle orada pekişti ve bence Keçi Burcu, sanat yolculuğum için bir mihenk taşı oldu.
Bu bir yetenek mi yoksa çok çalışmakla başarılabilen bir şey mi?
Yetenek bana göre Tanrının insana yüklediği yazılımsal bir veridir. Bu veri kendiliğinden varsa fazla yorulmadan kullanabilirsiniz. Ama bu verileri sonradan, çalışarak yüklerseniz elbette size doğuştan bahşedilen o veri kadar güçlü olmayacaktır. Yetenek ve çalışma harmanlandığında anlam kazanır diyenlerdenim.
Peki nasıl bir yolculuk geçirdiniz?
Hayatta hepimizin tökezlediği ve ıskaladığı dönemler olmuştur. Bu dönemleri, hayatın en kötü ve en çıkmaz sokağı olarak düşünebilirsiniz. Ancak, bu çıkmaz ve en kötü deneyimlerin aslında sanatsal üretim açısından en verimli zamanlarım olduğunu söyleyebilirim.
Ben coğrafyanın insan yaşamında büyük etken olduğunu düşünüyorum. Hem kader hem de keder olarak sizlere sunulabiliyor ve sizi bir yolculuğa sürüklüyor. Benim sanat yolculuğumda sanatsal faaliyetlerin sınıfta kaldığı bir dönemden geçiyordum. Örgün eğitim hayatımda resim dersinin olmayışı, sanatsal faaliyetlerden çok uzak kalmama neden oldu. Ama yolculuğun zorluğu motivasyonumu daha da diri tuttu. Yolculuk için her zaman şunu söylemişimdir: sanatta kemikleşmiş bir üslup varsa o aslında bir yoldur. Siz o yola girmezsiniz, zaten o yol size aittir ve siz o yolun yolcusu değil, yolun kendisisinizdir. Benim de yolumun kesiştiği, 22 yıllık bir süreçten sonrası… Özetle; deneyimi, yaratıcı düşünceyi ve yaşantıyı ortak paydada buluşturarak sürreal biyografiler çizmeye başladım diyebilirim.
“Her tablodaki hikâye gerçek”
Sürreal biyografi ne demek?
İnsanları ve yaşadığımız dünyayı bir nebze de olsa yaşamaya, iyileştirebilmeye çalışan bir sanatçıyım. İnsanların hikâyelerini dinliyor ve sorduğum sorularla onlara ayna tutmaya çalışıyorum. Dinlediğim hikâyeleri kendi aynamdan yansıtıp stilize bir biçimde tuvale resmediyorum. Her tablodaki hikâye gerçek ama silüetler temsili kalıyor. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki insanların yaşamlarına ses olmaya da çalıştım. Ama bunu gerçeküstü bir üslupla tasarlıyorum. Özetle insan yaşamını imgeler yoluyla sürreal bir karakterle tabloya yansıtıyorum. Sürreal biyografilerden kastım gerçek hayattaki karakterleri, gerçeküstü bir boyutta çizmeye çalışıyorum.
Yani bu insanlar gerçek insanlar değil mi? Siz biriyle tanışıyor, onun hikâyesini dinliyor, bu izlenimlerle onun resmini yapıyorsunuz? Burada hiç kurgu olmuyor mu? Örneğin edebiyatta bir kurgu olur genellikle. Yani bir şeyi, bir insanı dinleriz ama kendi hayal gücümüzde onun yaşadığından veya yaptığından başka bir sonuç yaratırız. Sizin resimlerinizde bu ne kadar var?
Çoktan seçmeli bir skalada denk geldiğiniz bir kimlik ile yüzleştiğinizi düşünün. Yüzlerce insan biyografisi ama asla kurgusal bir düzlemde ilerlemeyen hayatlar. Ben hayal gücüme göre bir kurgu kurmuyorum. Soru cevap ve sadece yazı dili ile iletişim kuruyorum. Yüz yüze ya da ses, görüntü değil sadece yazılı bir iletişim kurarak, soru ve cevaplarla imgeleri bulmaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum, çünkü tabloyu çizen benim evet ama tabloya yön veren kişinin kendisidir. Ayna ve psikolojinin bileşkesi aslında yaptığım çalışma. Açıkçası psikoloji olabildiğince karmaşık olduğu gibi olabildiğince de basittir, madalyonun iki yüzü gibidir. Bazen bir fırtınada kopan kavganın tarafı bazen de o fırtınanın dinmesinin mimarı oluveriyorsunuz. Bu yüzden ne karmaşa ne de dinginliğin tarafında oluyorum. Kişinin gerçek karakterine, özüne, benlik duygusunun en derinine sorularla inmeye çalışıyorum. Konuşmadan, düşünmeden, hissetmeden ve içsel süreçlere dem vurmadan kişinin dünyasını anlamadan onu çizmek olanaksızdır ve çalıştığım kişiye ayna tutmak da çalışmanın en temel özelliğidir. Bu açıdan duygularımı yaptığım çalışmaya katmıyorum diyemem. Ama kişiye bakış açım tablonun rengini, bazen de imgelerini mutlaka az da olsa etkiliyordur…
“Konuşmadan, düşünmeden, hissetmeden kişinin dünyasını çizmek olanaksızdır” diyorsunuz ama sadece yazılı iletişim kurduğunuzu da söylüyorsunuz. Yazı biraz insanın kendini sakınıp biraz da parlak gösterdiği bir alan değil midir?
Prensip olarak çalıştığım kişiler ile asla telefonda, sesli ya da görüntülü olarak görüşmüyorum. Kendilerini hayatım boyunca da hiç görmedim. Tablo bittikten sonra da görmek gibi bir durum söz konusu olmuyor…
Bu görmemezlik ve bu sadece yazılı iletişim, inanılmaz bir güvenlik alanı oluşturuyor kişiye. Tanıdığınız, yakın bulduğunuz, ortak ilişkilerin olduğu ortamda insan belki de yaşamını, özelini anlatma cesareti bulamayabilir. Seçtiğim yöntem, kişilerin duygularını, düş dünyasını, hatta çok kişisel itiraflarını açıkça anlatabileceği bir konfor alanı oluşuyor.
Yani o insanın olmak istediği, olduğunu düşünmek istediği insanı değil de kendini anlattığından nasıl emin olabiliyorsunuz?
Biyografisini gerçek anlamda görmek isteyen bir kişi neden kendisini farklı göstersin ki? Ama illa farklı gösterecekse bunu sözel anlatım ile de yapabilir zaten. Doğamızda mevcut bu…
Ben yüzlerce biyografide aynı yolu yürüdüm aynı yöntemi kullandım. Yazılanı defalarca okuma şansım var. Kısacası bana göre kişinin biyografisinin çiziminde yazılı iletişimin mükemmel bir konfor alanı sağladığını söyleyebilirim.
“Sanatçının sorumlulukları var”
Resmini yaptığınız insanları neye göre seçiyorsunuz? Biri ‘benim resmimi yap’ diye size ulaştığında onun resmini bu teknikle yapıyor musunuz?
“Biri” kavramı, tam olarak oturan bir kelime olmaz. Biyografisini çizeceğime karar verdiğim kişiler kesinlikle farklı duygu dünyasına sahip insanlar. Ama bu onların üst perdeden insanlar oldukları algısı oluşturmasın sizde. Hayatın içinden her kesimden her statüden insanla çalıştım, çalışıyorum. Ama benim için konunun derinliği çok daha önemli.
Örneğin gerçek bir kadın cinayetini bir anneden dinledim. Kadının ölüme gittiği yolu o anneyle beraber yürüdük ve tabloya bu şekilde bir yön verdik. Toplumun sinir uçlarından biri de kadın cinayetleri ve istismarlar…
Eserlerimde göze çarpan en büyük nüans kadın portrelerinde pozitif ayrımcılık yapmamdır. Örneğin yakın zamanda İran’da başı açık gezdiği için öldürülen Mahsa Amani biyografisi de eserlerim arasında yerini almış oldu. Bu yüzden herkesin değil ama her kesimin sesi ve rengini yansıtmanın bir sanatçı tavrı ve sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
“Her kesimin sesi ve rengini yansıtmanın bir sanatçı tavrı ve sorumluluğu olduğunu düşünüyorum” diyorsunuz. Sanatçı tavrı ve sorumluluğu kavramını biraz açar mısınız? Sanatçının diğer insanlardan başka ne sorumluluğu var?
İlkel komünal dönemden bugüne kadar gelen süreçte sanatsal olarak uygarlıkların kalıntılarını, yaşam tarzını, sosyokültürel yapısını o zamanın inşasını yapanlar sayesinde görmüş oluyoruz. Yakın tarihe baktığımızda da Rönesans’tan reforma ve dünyadaki tüm devrimlere, sanatın önderlik ettiği bir süreç yaşadık. İster müzik ister resim ister edebiyat olsun, sanat toplumları değiştirmiş dönüştürmüştür. Sanatçılar ise dönemin şartlarından, çağın özelliklerinden, toplumun dilinden, kültürel yapısından beslenip ortaya koyduğu eserler ile toplumu etkilerler. Sanatçılar eserleri ile öngörüp topluma yön veren insanlar olmuştur. Her dönemde otoritenin ya da erkin yaptırımlarını, yaptıkları eserlerde eleştirmiş topluma ve dünyaya mesajlarını sanat aracılığıyla vermeye çalışmışlardır. Sanatçı tavrı olarak da var olan düzene olumlu olumsuz mesaj vermeye çalıştıklarını görüyoruz.
Sanatçının elbette topluma karşı sorumlulukları var. Herhangi bir bireyin eleştirdiği ve dillendirdiği bir konu ile bir sanatçının aynı konuyu işlemesi arasında büyük farklılıklar var. Etkilediği kitleden tutun da kısa bir zamanda ulaşacağı insan sayısına kadar büyük farklılıkların olduğunu söyleyebilirim. Kısaca şunu vurgulamakta fayda var; Sanat insanların hayatlarına anlam katar, duygusal bir doyum sağlar ve toplumun değişimine, ileriye gitmesine katkıda bulunur.
Sanatçıların üretim sürecindeki yaratıcılıkları ve eserleri, toplumun gelişimine ve katkıda bulunan önemli bir etkendir.
Yaptığınız resimlerde kendi biyografisini gören kişiler nasıl tepki veriyor, insanların tepkileri ne oluyor?
Biyografiler aslında kendi içinde bir risk teşkil ediyor. Yani yaşamını konu aldığınız kişi kendi dünyasını, biyografisini gördüğünde bazen gördüğü imgeler ile hayal ettiği imgeler bir olmayabiliyor. Hatta anlattıklarıyla yüzleşmek için hazır olmayan, yıllar sonra tablosunu isteyen de oluyor. Ama sorunuza genel olarak vereceğim cevap, zaman ve yüzleşmeyi beraberinde getiriyor. Zaman içinde duygular değiştikçe yaşamında biriktirdiği anılarını, hayalleri görüp izlemenin insana iyi bir his verdiğini söyleyen çok kişi oldu. Bunu bir süreç olarak görüyorum. Zamanda yolculuk yaptıklarını ifade eden ve özellikle yitirdikleriyle, biriktirdikleri imgeleri her gün bir karede görmenin insan ruhuna iyi geldiğini belirten çok sanatsever olduğunu söyleyebilirim.
Resimlerinizde iskambil kartı imgesi var. Neden?
Kupa, maça, sinek ve karo. Yalnızca bir oyun aracı olmaktan çok, çağlardan beri toplumu sınıflandırarak tanımlama ihtiyacını karşılayan ve her kesimce tanınan sembollerle bezeli kartlar dizisi. Her çağa uyum sağlayabilen; zenginiyle fakiriyle, yaşlısıyla genciyle herkesin elinde yer alabilen iskambil kartları toplumsal hafızamızda yer etmiş günlük simgelerden biridir. Sıralama, sınıflandırma ve üstünlük imgelerini iskambil kartlarında takip etmek mümkündür. Bazı tarihçilere göre bu dört sembol toplumun dört farklı kesimini simgelemektedir. Kupa, din adamlarını; maça, asilleri ve orduyu; karo, tüccarları; sinek ise köylü halkı temsil etmektedir.
Bu bir sınıflama. İnsanlar kendilerini temsil etme gücüne bakarak kendilerine yakın gördükleri kartı kendileri seçerler. Yani gücü, emeği, eril ya da dişiliği, kendileriyle özdeşleştirebildikleri, kendilerini temsil ettiğini düşündükleri sayıları kendileri seçerler. Ben de onların bağ kurdukları, kendilerini özdeşleştirdikleri, kendilerini temsil ettiği oranda tablolarımda yer vermeye çalışıyorum kartlara… Kişiyi hangi kart temsil ediyorsa, o kart kişinin tablosunda yerini bulur.
Bunca insan hikâyesi sizde ne bırakıyor? Bu kadar birikmişlik sizin yaşamınızı ve sonra resminizi nasıl etkiliyor?
Her eserde, her biyografide kişinin size bir etkisi muhakkak oluyor. Her tabloda kişiler farklılaşıyor doğal olarak. Bir sağlık çalışanı ile bir hukukçu ya da bir balet ile bir gazeteci, hatta dahası bir siyasi lider ile bir ev kadını ile çalışmak üzere iletişime geçiyorsunuz. Her eserde farklı bir kimlik ile çalışıyorsunuz. Böyle çoktan seçmeli bir skalada sabit aralıkta kalmak mümkün değil. Ama inanılmaz bir katkı. İnanılmaz bir sunum var burada. Bir deryadasınız adeta… Her defasında bambaşka bir dünyayı görmek izlemek anlamak durumundasınız.
Çalıştığım, biyografisini çizdiğim herkese minnettarım. Çizdiğim her karakterin bana kattığı bir ışık var. Beni her gün daha da aydınlattığını günden güne görüyorum. Elbette zorluğu da çok oluyor, özellikle bazen empati kurmakta zorlandığım oluyor. Tabi bu bir madalyonun iki yüzünün farklılığı gibi hissettiriyor. Bir yandan kattıkları bir yandan da aldıkları gibi…