Meslektaşları: Can ve Erdem Yalnız Değildir!

0
389

BANU GÜVEN (IMC TV)
“Meslektaşlarımızı oradan çıkarıp, birlikte gazetecilik yapmaya devam edeceğiz!”
İşte bir gözdağı daha… Her şeyden önce tutuklanan iki gazeteciye ve kurumlarına verilen, biz dışarıdakilere de parmağını sallayan bir gözdağı. Can ile Erdem’in tutuklandığı gün Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye’den TIR’ların Türkiye’ye sürekli IŞİD petrolü taşıdığından söz etmesi ne kadar çok şey anlatıyor. İktidar, kendisinden bağımsız medyanın, ileride Putin’in sözünü ettiği belgeleri yayınlamasını bu şekilde engellemeye çalışıyor.  Bu şekilde yayına devam edenlere ‘‘Casusluktan içeri girersiniz’’ diyor. Ama kararlılıkla ayakta duranların karşısında gözdağı ne kadar büyük olursa olsun, önemini kaybeder. Bir yerden sonra anlamsızlaşır. 
Meslektaşlarımızı oradan çıkaracağız! Onlarla birlikte ‘‘gazetecilik yapmaya’’ devam edeceğiz. 
Çok önemli bir not: Bu davanın şeffaf yürümesi için elimizden geleni yapmalıyız. Sürece dair her türlü karartmaya direnmeliyiz.
Bir not daha: Daha önce de benzer durumlarda sinenler, kaybolanlar yine sessiz. Umarım sabah o sessizlikleri bozulmuş olur. Gazetenin Yayın Koordinatörü Murat Sabuncu’nun dediği gibi, ‘‘Sesinizi, taş yalnızca kendi camınıza atıldığında çıkarmayın’’. 

CENK MUTLUYAKALI (Yenidüzen/ K.Kıbrıs)
“Bu ayıp reddedilmelidir”
Can Dündar’la bu yıl gazetemiz için yapılan bir röportajda “kimse hakikatın önünü kapatamaz” demişti. Yine öyle olacak, hakikatler, kimileri yüzleşmek istemese de çığlık çığlığa koşacak. Can Dündar’lar gazeteciliği duyarlı bir yurtseverlikle harmanlayarak, halkların gözü kulağı sesi olmaya devam edecekler. Peki özgürlüklerin boğazını sıkanlar, en sonunda onlar da nefessiz kalmayacak mı? Basın özgürlüğü Can Dündar’ın değil sadece can’ların özgürlüğüdür, halkların özgürlüğüdür, hayatın özgürlüğüdür. Türkiye ve tüm Türkiyeliler bu ayıbı reddetmelidir…

CEYDA KARAN (Cumhuriyet)
“Faşizmde asıl hapse girene üzülmek ayıptır!”
Can ve Erdem Silivri’de artık… Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız zindanlarına bakın! Hırsızın, uğursuzun baş tacı edildiğini görürsünüz. Tarih boyunca bu böyle olmuştur hep… Pinochet’nin Şili’si böyledir, Videla’nın Arjantin’i böyledir. Bizim yandaş gazeteciler türünden bir gazeteci müsveddesi olan Mussolini’nin İtalya’sı böyledir. Provokatör Göbbels’in basına hükmettiği, yargıçların Gestapo’nun kuklası olduğu Nazi Almanyası böyledir. Buna faşizm derler. Faşizmde hapse girene üzülmek ayıptır. Can’ın dediği gibi hapse atılmak bir ‘şeref madalyasıdır’. Korkutamazsınız, korkan onlar gibi ‘küçük’ düşsün!

ELİF YILMAZ (Posta)
“Halk habercisine sahip çıkmalı…”
Biz bu filmi Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklandığında da görmüştük. Gazeteciliği terörle eşleştirenler asıl terör odaklarıdır. Kendi suçlarını örtbas etmeye çalışırken en sık başvurdukları yol da gerçeğin peşinde koşanları suçlamaktır. Habercisi özgür olmayan bir ülkede sadece masal anlatılır. Haber alma hakkına halk sahip çıkmadıkça bu ülkede her günümüz, bir önceki günden daha kötü olacaktır. Önümüzde bir anayasa ve başkanlık sistemi olduğunu düşündükçe ‘bunlar daha iyi günlerimiz’ demekten kendimi alıkoyamıyorum

FATİH POLAT (Evrensel)
“Gerçek, Gazetecinin direniş barikatıdır!”
Bu ülkede gerçek gazetecilik her dönem, gerçeği kendine barikat yapıp direnmek oldu. Can Dündar ile Erdem Gül’ün tutuklanması da bize bunun böyle olduğunu bir kez daha söylüyor. Ama o manşetler güzeldi. Gezi’nin güzel sözüyle bir Beşiktaşlı olarak bi daha söyleyeyim: ‘Şerefine Tayyip!’

FATİH YAŞLI (Birgün)
“Olup bitenler, büyük resmin sadece bir parçası…”
Türkiye uzunca bir süredir, iç ve dış politikanın giderek iç içe geçtiği, içerideki ve dışarıdaki gelişmelerin birbiriyle ayırt edilemez hale geldiği ve bu bağlamda daha önce hiç tanıklık edilmemiş bir dönemden geçiyor. İktidarın Suriye politikası iç politikasını ve iç politikası Suriye politikasını belirliyor. Bunlardan birine bakmadan diğerine bakmak , birini anlamadan diğerini anlamak imkansız görünüyor. Suriye’ye giden TIR’lar iktidarın Suriye’ye yönelik yeni-Osmanlıcı emellerinin bir parçasıydı, TIR’ların durdurulması ise AKP ile Cemaat arasındaki kavgada, Cemaat’in yapmış olduğu ve iktidara uluslararası arenada en büyük zararı verebilecek operasyonlardan biriydi. Dolayısıyla, az önce sözünü ettiğim iç ve dış politikanın, içerideki ve dışarıdaki güç mücadelelerinin bir yansımasıydı. 1 Kasım seçimlerinden milli iradeyi sopayla terbiye ederek zaferle çıkan iktidar, bu zaferi içeride ve dışarıda izlediği politikaları derinleştirmeye tahvil etti ve ardı ardına hamleler yapmaya girişti. Son üç dört günde yaşadıklarımızın tam da bunun bir parçası olduğunu söylememiz mümkün görünüyor. Dış politikada Rus uçağının düşürülmesiyle, durdurulan TIR’ları haber yapan gazetecilerin tutuklanması arasında bir bağlantı bulunuyor. İktidar 1 Kasım sonrası, hem içeride hem dışarıda “dost-düşman ayrımı” üzerine kurguladığı siyaseti derinleşiyor ve  bir yandan iktidarını tahkim etmeye çalışırken öte yandan Suriye’de kaybettiği mevzileri tekrar kazanmaya çalışıyor. Bunun varacağı yerin ise yeni anayasa ve başkanlık olduğu görülebiliyor. Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmasını, birtakım duygusal tepkilerin ötesinde, böyle bir bağlama yerleştirerek okumanın sağlıklı olduğunu ve esas olarak bu tutuklamaların iktidarın bundan sonra yapabileceklerinin sınırlarına işaret etmesine odaklanılması  gerektiğini düşünüyorum. 

GÜLER YILDIZ (IMC TV)
“Hesap sordukları sistem tarafından hesabı kesilenler…”
“Yakala onu Jo!” “gazete”cileri olduğu müddetçe, hesap sordukları sistem tarafından hesapları kesilenlere gazeteci demek istemiyorum bir süre. Ha bir de ne zaman “gazeteci” oluruz? Hayatın hiç bir evresinde “yakala onu Jo!” kıvamında erimediğimiz zaman.

HİLMİ HACALOĞLU (Voice Of America)
“İnadına halkla hakikati buluşturmalıyız…”
Ne yazsam boş! Ne desem kifayetsiz! Türkiye’de gazeteci tutuklamak, yaptığımız işi terör faaliyeti olarak göstermek, yayınlanan haberleri casusluk olarak nitelemek artık vaka-i adiyye haline geldi. Gazeteciliği kriminalize eden siyasi iklimin son kurbanları Can Dündar ve Erdem Gül. Bu durum demokrasi ve özgürlüğe zarar vermekle kalmıyor, toplumda var olan gerilim ve ötekileştirmeyi daha da büyütüyor. Doğrudur; sansür, otosansür, baskı yalnız bugünkü iktidar zamanında değil, Türkiye’de gazeteciliğin doğduğu günden beri var. Ama bu topraklar, mutlakiyetten meşrutiyete, oradan cumhuriyet ve demokrasiye geçti. Ama hala çocukluk hastalığımızda bir iyileşme yok. Gazeteciler olarak zor da gazetecilikle ısrar etmekten ve tutuklanan meslektaşlarımızın haklarını savunmaktan başka  bir şey elimizden gelmiyor. İnadına halkla hakikati buluşturmalıyız.

 IŞIN ELİÇİN (Serbest Gazeteci/Bilgi Üniversitesi)
“Ama Can Dündar ve Erdem Gül gazetecilik yaptılar!…”
Olabilir, bazen gazetecilerin yaptıkları haberler dava konusu edilebilir; ama bu nedenle tutuklu yargılanmaları demokrasiye sığmaz. Bizimki gibi güdük demokrasilere bile sığmaz. Nitekim Can Dündar ve Erdem Gül’e “silahlı terör örgütü” üyeliği ve “casusluk” gibi, suçlayanların bile inanmadıklarına emin olduğum ithamlarda bulunulması bundan. Yani “gazetecilikten yargılanmıyorlar” diyebilmek için… Ama Can Dündar ve Erdem Gül, gazetecilik yaptılar. Can Dündar ve Erdem Gül “gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işverenine ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir,” ilkesine sadık kalarak o haberi yayınladılar. Korkarım tam da bu öncelik tercihi nedeniyle bedel ödetiliyorlar. 

MEHMET COŞKUNDENİZ (Posta)
“Bu ülkede hukuksuzluğu da gazetecilik yenecek…”
Bu tutuklama halkın haber alma hakkına yönelik bir tecavüzdür. Gazeteci sadece haber verir. Bunu yaparken evrensel gazetecilik kurallarını göz önüne alır. Hiç bir iktidar, hiçbir kurum, hiçbir ideoloji bu kuralların önüne geçemez. Can Dündar ve Erdem Gül evrensel kurallar içinde sadece gazetecilik yapmıştır. Bugün “Gazeteciyim” diyen herkes arkadaşlarımızın tutuklanmasına neden olan o haberi yayınlardı. Yayınlamıyorsa zaten gazeteci değildir. Gazetecilik bedel ödemeyi göze alanların omuzunda yükselir. Bu ülkede hukuksuzluğu da gazetecilik yenecektir. Biz hancıyız, iktidarlar yolcu. İşimizi yapıyoruz diye hapse atacaklarsa Can Dündar’ın dediği gibi bu da bizim şeref madalyamız olsun.

MELİS ALPHAN (Hürriyet)
“Basın özgürlüğü yoksa kalkınma da yok!”
Özgürlük lütuf değil ki, suç olsun?  Özgürlük insan hakkı. Varlık nedeni! Düşünce ve ifade özgürlüğü tüm özgürlüklerin anası. Düşünen bireyler sorgular; sorgulayan bireyler eleştirir, eleştiren bireyler tartışır. Tüm bunların olması için toplumun “haber alması” gerekir. Bilgi alıp yaymak, fikirleri tartışmak ve ‘ortak iyi’ye ulaşmak için basın özgürlüğü gereklidir. Basının özgür olmadığı toplumlar durağanlaşır, büyüse de kalkınamaz. Çünkü farklı düşünceye, eleştiriye ve gerçeklerin kamuoyuyla buluşmasına izin verilmeyen ülkelerde insanlar gibi fikirler de tektipleşir; toplumlar bağnazlaşır. Böyle ülkeler ilerlemek şöyle dursun, olduğu yerde bile duramaz, geriler. Türkiye’de gazetelere ve gazetecilere yönelik baskıların, basın özgürlüğüne vurulan kamçının sonuncusu Can Dündar ve Erdem Gül’e isabet etti. Korkarım, hızla büyümeye çalışan ama bunun ancak özgür bir basınla olabileceğini idrak etmekten uzak bir ülkeyiz. Bu yolu seçerek de -rakamlar ne söylerse söylesin- gerilemeye mahkumuz.

MURAT AKSOY (Haberdar)
“Kimse hukuktan, basın özgürlüğünden bahsetmesin, çünkü yok!”
Hukuk Erdoğan’ı dinledi! Erdoğan’ın özel bir Tv kanalında Mit tırlarında çıkan silahları belgeleriyle haber yapan Cumhuriyet’i, özellikle de Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar’ı hedef göstererek ; “Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir. Haberi yapan bedelini ağır ödeyecek” demişti. Ve dediği de oldu. Can Dündar ile birlikte gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül de tutuklandı. Açıkçası karşı karşıya olduğumuz durum; artık gerçekliği bizatihi Erdoğan tarafından da kabul edilen olayın belgeleriyle haber yapılmasından, yani gazetecilik faaliyetinden dolayı iki meslektaşımız tutuklandı. Artık kimse Türkiye’de hukuktan, basın, düşünce ve ifade özgürlüğünden bahsedemez. Çünkü yok.

MURAT NİŞANCIOĞLU (BBC Türkçe Editörü)
“Gazetecinin görevi iktidarı memnun etmek değil, halkı bilgilendirmektir”
Gazetecilerin görevi siyasi iktidarları, güç sahiplerini memnun etmek değil, halkı bilgilendirmektir. Görüşleri, düşünceleri ne olursa olsun, işini yapan gazetecileri baskı altına almak, işinden etmek, hapse atmak sadece basın özgürlüğüne değil, halkın haber alma özgürlüğüne de ciddi bir saldırıdır. Özgür haberciliğin yapılamadığı, farklı görüşlerin dile getirilemediği, herkesin aynı şekilde düşünmeye zorlandığı toplumlarda demokrasiden değil, diktatörlükten söz edilebilir

PELİN CENGİZ (Taraf)
“Habercinin itibarsızlaştırıldığı, yandaşlığın yüceltildiği zamanlar…”
Medya üzerinde baskı kurarak kontrol sağlamanın otoriter iktidarlar için ne derece önemli bir mesele olduğunun giderek daha fazla hissettirildiği günlerden geçiyoruz. Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğüne yönelik, bir süreden bu yana sistematik olarak devam ettirilen bir savaş hali var. Medya mensuplarına sürekli ayar verildiği, sindirilmeye çalışıldığı, başına silah dayandığı, yandaşlığa teslim olmayanın itibarsızlaştırmaya, işsiz bırakılmaya çalışıldığı, doğru bilginin değil iktidarın yanında yer almanın yüceltildiği zamanlar… Türkiye’de elbette medya hiçbir zaman tam anlamıyla özgür olamadı. Ancak, AKP hükümetlerinin iktidarda bulunduğu yıllar boyunca medya adeta düşmanlaştırıldı. Bunlar için uygun bir yasal zemin de hazır durumda. Bu açıdan bakıldığında gazetecilerin en fazla Cumhurbaşkanı’na hakaretten soruşturmaya tabi tutularak, tutuklandığına şahit oluyor. AİHM’in verdiği rakamlara göre, 2014’ten bu yana 236 gazeteciye bu gerekçeyle dava açılmış, 105’i gözaltına alınmış, 8’i ise hüküm giymiş. Bu gidişle de rakamlar yükselecek gibi. Kendi siyasetinin alanını genişletmek için iktidar ve çevresi, Cumhurbaşkanı’na hakaret kozunu kullanarak gazetecileri, muhalifleri sindirip dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışıyor. Gücü ve iktidarı eline geçirenin medya üzerinde baskı kurması, medya mensuplarını hizaya sokmaya çalışması normal karşılanır ve eleştirilir. Ancak, bunun böyle devam etmemesi, sıradanlaştırılmaması için Türkiye’nin geçmişiyle, özellikle de yakın geçmişiyle yüzleşmesi, medyanın da kendi yaptığı yanlışlarla hesaplaşması gerekiyor. Basın özgürlüğü sadece yargılanan, işsiz bırakılan gazeteciler için değil demokrasi ve özgürlük isteyen herkes için şart. 

SEDAT ARAL (Serbest Gazeteci)
“Değil tutuklanmaları, yargılanmaları bile akıl dışı!”
Can Dündar’ın değil tutuklanması, yargılanması bile 21. YüzyıldaTürkiye’de yaşanan fikir firarının göstergesidir. Gazeteciler haberleri yüzünden yargılanamaz. Özellikle iletişim çağında bir gazeteciye casus suçlaması yapılması sorunlu bir durumdur. 

SEMRA PELEK (Serbest Gazeteci)
“Gazeteci değil, biat eden köleler istiyorlar”
Bugün ifade sırasında Can Dündar ve Erdem Gül’e yaptıkları haber nedeniyle “Devletin çıkarını düşünmediniz mi?” sorusunun yöneltildiğini öğrendik. Devlet adına utanç verici buluyorum bu soruyu. Çünkü devletin yararını düşünmek siyasilerin sorumluluğu, gazetecilerin değil. Ne yazık ki Türkiye’de gazeteciliğin ne olduğunu hep anlatmak zorunda kalıyoruz. Cümlenin her iki anlamını da kast ediyorum bunu söylerken. Birincisi mesleki tanımı kapsıyor: Gazetecilik, halkın haber alma hakkı doğrultusunda, kamu yararı bulunan bilgi ve belgeleri temin etmek ve açıklamaktır kısaca. Gazetecilerin görevi siyasileri veya devletin çıkarlarını korumak değil; halkın çıkarını korumak; halk adına, yönetenlere hesap sormaktır. Gazetecileri yaptıkları haber nedeniyle tutuklamak da bu nedenle öncelikli olarak halkın haber alma hakkını ve toplumun görüşlerini özgürce ifade edebilecekleri araçları kullanmasını kısıtlıyor. Cümlenin ikinci anlamına gelirsem, maalesef Türkiye’de hakkıyla gazetecilik yapmak tehlikeli; Cumhuriyet tarihi boyunca bu hep böyle oldu. Gazeteciler tutuklanıyor, öldürülüyor, en hafifi işsiz bırakılıyor. Türkiye’de gazetecilik açısından sürekli böylesi kara günler yaşanıyor. Bunun nedeni siyasilerin gazetecilik tanımını asla kabul etmek istememeleri. Siyasiler, – ister şimdiki yönetim ister öncekiler- halkın haber alma hakkı doğrultusunda haber yapan gazeteci değil, kapılarında biat eden köleler istiyor. Ne yazık ki durumumuz bundan ibaret. En kısa zamanda Dündar ve Erdem ile tüm tutuklu gazetecilerin özgürlüklerine kavuşmasını diliyorum. 

TUĞÇE ERÇETİN (Posta)
“Bu tutuklamalar, bizi nasıl günlerin beklediğinin habercisi”
Bir ülkede “gazetecilikten tutuklandılar” haberi geçiyorsa ve tabii artık bu haberlere bile ulaşmanın sınırlı olduğunu da vurgulayalım, o ülkede “ileri demokrasi” yoktur. Orada otoriter bir rejimin baskısı vardır ne yazık ki. Türkiye’de son yıllarda haber alma, haber yapma ve gerçekleri ortaya çıkarma özgürlükleri kısıtlanmakta ve yalnızca iktidarın istediği yönde bilgilerin sunulması konusunda da baskı oluşturulmaktadır. Bu demokrasi değil. Türkiye’de basın özgürlüğü, birinin karşısına “istediği” gazetecileri oturtmak ve “istediği” soruları sordurtmaktan bir adım öne geçemiyor. Ve belli ki yeni hükümetle de bu durum düzelmeyecek. Yeni tutuklamalar, ileride nasıl günler geçireceğimizi gösteriyor aslında. Tehditkar bir yönetim bize her hak ve özgürlük talebimiz için bir bedel ödetmeye hazırlanıyor gibi.

ÜMİT KIVANÇ (Radikal)
“Can ve Erdem’in şahsında bizlere bu şekilde var olamayacağımızın mesajı veriliyor”
Esas içimden geçenleri kamuya açık bir yerde, herkesin duyabileceği şekilde söylemem zor, bu yüzden başka tarafından tutturmaya çalışayım. Can popüler bir isim, çoğu insan tanıyor, seviyor. Bu yüzden ona ilgi daha fazla oldu; onun bu şekilde hapse atılması daha manalı ve -bu zulme karar verenler açısından ifade edersek- “mesajlı” oldu. Ancak Erdem Gül de, tanıyan herkesin hakkında çok iyi konuştuğu, şimdiye kadar dürüst bir gazeteci olarak işini yapmaya çalışmış bir adam. Mesleğin imkânsızlaştırılması bakımından ona reva görülen muamelenin simgesel anlamı Can’a yapılanınkinden az değildir. Çünkü hiçbir çıkara hizmet etmeyen, muhalif gazetecidir. Yani, olması gerektiği gibi! Ona ve onun aracılığıyla bize “bu şekilde varolamazsınız” denmiştir. Bu iki insanın ömründen çalarak, başkalarına “sizinkinden de çalarım” diye gözdağı vererek tatmin olacak insanlar hakkında laf söylemenin anlamı yok. En tepede, hudutsuz bir hükmetme gücünün keyfini çıkarmak isteyeni yine de anlayabiliyorum. Tarihte çok örneği var. Aşağı yukarı da birbirlerine benziyorlar. Fakat en azından kağıt üzerinde mesleği gazetecilik olan birtakım zevatın, meslektaşlarının hürriyeti bu şekilde ellerinden alınırken sevinçten kendinden geçmesi, muazzam bir iç kötülüğünü ortaya koyuyor. Günümüzün muktedir İslâmcı güruhundan, bütün iddialarına karşılık, bu topluma zerrece hayır gelmeyeceğini ortaya koyan yeni bir ibretlik olaydır. Zaten varolmayan toplumsal bütünlük çatırdıyor; bir de devletin tamamen kurumsuzlaşması, hukuksuzlaşması ile, hep birlikte uçuruma gidiyoruz. 

YALÇIN ERGÜNDOĞAN (SesOnline.net)

“Yasama, yürütme, yargı tek bir adamın elinde toplandı”

Askeri vesayetin yerine demokrasiyi yerleştiremedik. Doğan boşluk, güç dayatması ve çeşitli manevralarla bir sivil vesayet rejimini doğurdu. Bu kez çok ciddi bir sivil vesayet dayatması ile karşı karşıyayız. Açık ki bir darbe gerçekleşti. Yasama, yürütme, yargı tek bir adama bağlandı. O nedenle yaşamakta olduğumuz baskılar ve tutuklamalar çok şaşırtıcı değil. Omuz omuza vererek, ortaklaşarak direnmekten başka çare yok. Susmayacağız!

REPORTARE’nin Tavsiyesi:

Can Dündar ve Erdem Gül’den Meslektaşlarına Mektup Var… 

REPORTARE’de yayınlanan yazı ve röportajlar, kısmen ya da tamamen kaynak ve link verilmeksizin yayınlanamaz.