Sinan: Aslında kimsenin ne istediğini bilmiyoruz. Sonuç itibariyle Sn. Erdoğan’ın arzuladığı sistemin Türkiye’yi otoriter bir sisteme götüreceğini biliyoruz. Ama bunun karşısında HDP’nin “Seni Başkan Yaptırmayacağız” çıkışı dışında muhalefetin önerisini güçlü biçimde duyamıyoruz. Sn. Erdoğan domine ediyor tartışmaları. Peki ama muhalefetin iradesi, gücü yok mu? Tamam, muhalefet partilerini bile Sn. Erdoğan stratejisiyle içeriden karıştırabiliyor MHP örneğinde olduğu gibi ama parti olarak sizin iradeniz, gücünüz nerede? Tecrübeli bir siyasetçi olarak, Sn. Erdoğan’ın muhalefet partilerini içten içe bu kadar tarumar edebilme becerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nesrin Nas: Şimdi tabii bu partilerin iç işleyişleriyle ilgili çok fazla bilgim olmadığı için çok fazla bir şey söyleyemeyeceğim. Ama siyasi partilerin içlerinin karışması çok kolaydır. Benim geçmişte hem milletvekiliğini hem de Genel Başkanlığını yaptığım Anavatan Partisi de dahildir buna. Bizde siyasi partilere girişin önünde çok ciddi engeller vardır. Siyasi partiler kanunu öyle bir dizayn edilmiştir ki, o kanuna ve ona bağlı yapılan tüzüklere baktığınız zaman, siyasi partilerdeki genel başkanlar son derece güçlü yetkilerle donatılmıştır. Siyasi partilere hem girişte, hem de katılımcılığa engel varsa, hem de tepe yönetiminde çok merkezi bir örgütlenme öngörülmüşse, o partilerde hiziplerin oluşması, çatlamaların olması kaçınılmazdır. Bu hizipler her zaman o partiler için bir tehlikeye dönüşür. Kritik anlarda o partinin elini kolunu bağlayan bir güce dönüşür. Bu anlamda biraz CHP’yi ayırt etmek lazım. Çünkü CHP benim bildiğim kadarıyla hizipler içindeki yarışta kendini de yenileyebilen bir parti. O nedenle onu belki biraz ayrı tutmak lazım. Ama MHP’nin halini görüyoruz. ANAP’ta da öyle oldu. Bunda bizim siyasi partilerin yapılarının çok önemli rolü var.
Sinan: Herkes siyasi partiler kanunundan şikayetçi ama kimse bu kanunun değiştirilmesi yönünde ciddi bir çaba sarf etmiyor?
Nesrin Nas: Belli şekil ve şartları var, o şartlara uymak zorundasınız. Ama siyasi partilerin hepsi de buna uygun tüzük yazmak zorunda değil. Mesela CHP son seçimlerde ben delegelere yönelik değil, tüm üyelerin katılımıyla ön seçim yapıyorum dedi ve yapabildi. Kotaları da siz kendiniz koyabilirsiniz. Yüzde 30 genç kotası, kadın kotası falan. O yolu da biz açtık hatta. ANAP olarak bizim Anayasa Mahkemesi’ne başvurumuz vardı. Merkez Karar liste seçerken çarşaf liste bir de onun dışında genel başkana verilmiş 10 kişilik kontenjan vardı. O 10 kişiyi için de 20 aday gösterilir, bunun içinden 10 tanesini genel başkan belirlerdi. Orada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bunun eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. CHP için de başka bir sebeple başvurmuştu… Sonuçta CHP Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın isteği doğrultusunda tüzüğünü değiştirdi. Biz değiştirmedik. Gittik Anayasa Mahkemesine ve savunduk bunu. “Bu önemli ve bundan vazgeçmiyoruz, çünkü bu sizin anladığınız anlamda eşitliğe aykırı bir durum değil. Bu, fırsat eşitliğini getirmek için konmuş bir şey. Aksi takdirde bizim kadınları, bilim adamlarını, uzmanları, doğal yollardan siyasete sokma imkanımız yok. Fırsat eşitliğini sağlayabilmek için onlara böyle bir kontenjan koyduk ki bu, aynen batıdaki kadın kotası gibidir. Siz mutlak eşitlikten hareket ediyorsunuz, biz fırsat eşitliğinden” diyerek ayrıntılı biçimde anlattık bunu ve biz kazandık. Anayasa Mahkemesi bizim lehimize karar verdi. Şimdi ellerinde böyle de bir karar var. Onun için aslında bugün isteyen siyasi parti, çıkıp da ben %30 kadın, %30 genç kotası yapıyorum diyebilir. Ama siyaset bizde başka bir şey. O nedenle siyaset gerçek anlamda gençleşmeden, dinçleşmeden çok da kolay değişeceğini düşünmüyorum.
Sinan: Çok karanlık bir tablo çizdiniz Nesrin Hanım. Peki umudu nerede bulacağız biz?
Nesrin Nas: Kendinizde bulacaksınız. Gençlerde bulacaksınız. Yeni bir dil, yöntem bulacaksınız. Dedim ya kendimi çok mutsuz hissediyorum ama yine de şunu düşünüyorum. Türkiye’nin her şeye rağmen bir esnekliği var. İşlerin çok kötü gittiği anda bir çözüm yaratabiliyor bu ülke, böyle bir dinamiği var. Bizi Ortadoğu ülkelerinden ayıran en önemli şeylerden biri de o galiba. Ayıran demeyeyim hatta aramıza 100 yıllık bir mesafeyi koyan en önemli şeylerden biri o galiba. Gelir anlamında konuşmuyorum ama meslek sahibi olma anlamında bakarsak, iyi kötü bir orta sınıfımız var. Okuyan, yazan, düşünen insanlarımız var. Doktorlar, avukatlar, hakimler, öğretmenler v.s bir meslek erbabımız var ve onların Türkiye’yi kendilerince algılama biçimleri var. Ve o algılama biçimlerinde modern ve laik Türkiye önemli bir yer tutuyor. Bu kavramlarda yüzde yüz uyuşmasak da, aramızda nüanslar olsa da, bir şekilde bir çözüm, bir esneme imkânı yaratılabiliyor. Ama maalesef hep yumurta kapıya geldiğinde olabiliyor bu…