Çello İle Bitmeyen Bir Arayış: Gülşah Erol

0
220

Danstan tiyatroya, sinemadan performans ve konserlere 20 yılı aşkın süredir Çellosuyla arayışta olan, yakaladığı “sound” ile yetinmeyen ve kanımca arayışı hiçbir zaman bitmeyecek bir sanatçı Gülşah…Klasikten caza, cazdan rock’a, rock’tan doğaçlamaya daldan dala uçarak her birinde gerek besteci gerekse icracı olarak çok ama çok iyi işler yapıyor. Müziğiyle söyleyecek çok şeyi var ve sözünü esirgemeyecek cesareti de…

Ona bazen bir filmin jeneriğinde bazen bir reklam filminin müziğinde kimi zaman festivallerde ve konserlerde rastlayabilirsiniz. Kimi zaman ise bir eylemde hemen yanı başınızda…

Doğaçlama ustası bir dostla sizin için müzikten, şehirlerden hayattan konuştuk… Okuyucuya söyleyebileceğim tek şey var, sohbeti çok keyifli olsa da asıl söylemek istediklerini en iyi müziğiyle söylüyor, anlamak için keşfedin ve dinleyin… Pişman olmayacaksınız…

Umarım arayışından hiç vazgeçmez ve o çocuksu neşesiyle keşfettiklerini bizlerle paylaşmaya devam eder…

Ulvi “Gevende”, “On your Horizon”, “Mutrib”, “Birds Ensemble”… aslında farklı tarzları olan, farklı arayışlar…dışarıdan bakınca yerinde duramayan, sürekli deneyen bir Gülşah görüyorum öyle mi gerçekten. Bu arayışla başlayalım mı? Neyi arıyor “sound” olarak Gülşah?

Gülşah – Şimdi sana çok güzel bir hikâye anlatmak istiyorum. Bu hikâyeyi vakti zamanında Serdar Ataşer’in bir köşe yazısında okumuştum. “Uzak bir adada yerliler bir gün adalarına yeni alanların yapıldığını, uçakların indiğini, insanların geldiğini görürler. Sonra gelenler gider ve yerliler onların tekrar gelmesi için pistleri aynı şekilde yeniden yapıp beklemeye başlarlar. Tabi gelen giden olmaz.” Tekrarları sevmiyorum Ulvi, hep yeniye adım atmayı arzuluyorum. Sonra müziğe her zaman bir araştırma olarak yaklaşıyorum, her ne kadar bunu söylemek somut bir yol göstermediğinden pek tatmin edici olmasa da. Bu noktada bana yardımcı olan şöyle bir düşünce var: eskinin tamamen silinip bambaşka bir şeyin yapılması gerekmiyor, sadece onun bir kısmının hatta çok küçük bir kısmının değişmesi müziğin tekrar etkileyici kılınması için yeterli olabilir. Belki bunun için ne yapılacağı sadece bir araştırma konusudur. 

Ulvi – Tüm bu projeler arasında benim için en özel olanı “Mutrib”di, muhtemelen kardeşim gibi sevdiğim Çağrı’nın da etkisi var ama daha çok avangart, rock ve caz karışımı yeni bir tarz yakaladı sanırım. Biraz Mutrib konuşalım mı? Nasıl gelişti, nasıl ve neden bitti?

Gülşah – Mutrib sevenlere buradan seslenmiş olayım. Mutrib bitmez. Aramızda hiç bitirelim konuşması yapmadık. Şimdilik ne olacağını bilmiyorum ama hepimiz ayrı ayrı gelişmeye, öğrenmeye ve üretmeye devam ediyoruz. Yeni yollar arıyoruz, buluyoruz ve paylaşıyoruz. Mutrib bir araya gelmeden önce de hep böyleydi. Bir gün bir araya tekrar gelebiliriz ve belki de daha yeni bir Mutrib ile karşılaşırız. Çünkü aslında Mutrib yapması gerekenleri yaptı ve çekildi. Bekliyor, izliyor ve gözlemliyor. Bizler çok yakın arkadaşlarız, çok fazla hikâye var ve ortak başka çalışmalarımız hala oluyor, özellikle – Art Is Dead – şuan için Çağrı ve Alp’in büyük bir mücadele, sabır ve özveriyle yürüttükleri harika bir oluşum. Ben de yer yer onlara katılıyorum. Her şey olması gerektiği gibi gelişiyor ve şunu söylemek isterim ki Ulvi; “İlerleme hep sonradan gelir.” 

Ulvi –Klasikten caza, rocktan doğaçlamaya gerek kendi bestelerin gerek farklı gruplar içerisinde yer alman hep ilginç geldi bana, tek bir müzik tarzına odaklanmaman kendini hepsine ait hissetmen, müziği bir bütün olarak görmenden mi kaynaklanıyor?

Gülşah – Tuhaf bir yeri vardır doğaçlamanın, tüm müziksel etkinliklerin içinde en az anlaşılmış olanıdır. Bugün müziğin nerdeyse her alanında yer aldığı halde hakkında yok denecek kadar az bilgi var. Belki de doğrusu bu. Doğaçlamayla müzik kavramı sürekli değişir ve yeniden uyarlanır, hiçbir zaman sabit olmaz, çözülmeye ve kesin tanımlamaya gelemez, özü gereği kurumsal da değildir. O yüzden doğaçlamayla ilgili yapılan tüm tanımlar yanıltıcı olmaya müsaittir. Elimden geldiğince ve şartlar izin verdikçe her müziğin içine biraz doğaçlama ekliyorum. Hatta öyle ki doğaçlama ile doğan bir sürü çalışmam var. Birçok şeyin aynı kalmasını talep edebiliyorum. Bazen öyle güzel ve öyle samimi geliyor ki.  Deneme, yanılma yöntemiyle her müziğin içine biraz farklı bir renk girdiğinde değişim başlıyor, hissediyorum. Bir de hiç korkmadan yaklaşıyorum her şeye, her notaya, her sese özenle yaklaştığım gibi. “Sanatçının kaderi ülkesiyle bir olmalı.” O nedenle her şeye bir bütün olarak bakıyorum. 

Ulvi –Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak; bana Gülşah ne tür müzik yapıyor diye sorsalar “Özgür Doğaçlama” derim, doğru mu? Doğaçlamaya olan bu tutkun yine “arayış” ile mi ilgili? 

Gülşah – Akılına estiği gibi çalmaktan anında besteye kadar pek çok şeyle tanımlanan doğaçlama, insanların gözünde çoğu zaman bir müzikal hokkabazlık, şüpheyle bakılan bir kestirme yol, hatta zararlı bir alışkanlık. Doğaçlama hakkında onu kullanan ve bilenlerin görüşleri bu noktada çok mühim. Doğaçlamanın en zor barınabileceği yerlerden biri olan batı müziği dahil; doğaçlama pratiği içinden çıkmayan veya temelde ondan etkilenmeyen hiçbir müzik tekniği ya da kompozisyon formu yoktur. Müziğin gelişmesinin tüm tarihi, doğaçlama güdüsünün belirtilerini taşır. Genel ve yaygın olarak kabul edilen bir doğaçlama kuramı yok. Örneğin Hint Müziğinde yaygın bir doğaçlama öğrenme yöntemi vardır, flamenko doğaçlamalarında biraz otantiklikten bahsedilir, İranlı müzik kuramcıları doğaçlamayı sezgisel bir şey olarak gördüklerinden dolayı yazılı olarak bahsetmezler. Çoğunlukla, bir müzisyenin icra hakkında uzun uzun söyleştikten sonra, sıra söylediklerini göstermeye geldiğinde bambaşka şeyler çaldığına da şahit olabiliriz. Özgür doğaçlama da yine “her zaman” diye bir şeyin olmadığı ve çiğnenemeyecek hiçbir kural ya da geleneğin bulunmadığını söyleyebilirim.  Doğaçlama da müzisyenin ve dinleyicinin duyguları icranın asıl temel faktörleridir. Dinleyici çalınan müziği etkiler, onun güzel veya ruhsuz olmasını da sağlayabilir.  Hepsini deneyimleyerek anlamak ve ortaya çıkarmak beni cezbeden şey. 

Ulvi -Cabaret Ziba’yı da hatırlayan biri olarak, müzik/şiir/performans bağlamında, müzik ve söz üzerine konuşalım mı biraz?  Müzik ve metin ilişkisi üzerine ne söylemek istersin?

Gülşah – Hangi fikirle yola çıkıyor, ne söylüyor, ne soruyor, ne düşündürüyor, sormak isterim.  Müzik başlı başına yeterlidir derdini anlatmaya ama sözlerin gücü yadsınamaz. Müzikle birlikte yan yana akan metinlerin ne amaca hizmet ettiği çok önemli. Amaçlar, fikirler ve gidilen zaman net ise ikisi muazzam bir yol arkadaşı. 

Ulvi – Yine yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak, gerek konser gerekse bar vb. tarzı yerlerde dinleyiciyle karşı karşıya olduğun performanslar hakkında konuşalım mı? Nasıl etkiliyor seni dinleyiciyle etkileşim halinde olmak?

Gülşah – Bir Abstra konserinden bahsetmek isterim. Bu konseri albüm olarak yayınladım geçen ay. Sahne de olmak ve en sevdiğini yapıyor olmak müthiş bir duygu. Ruhumu serbest bırakarak çaldığım her an etrafımda bir şeylerin kıpırdadığını, değiştiğini, oynadığını hissediyorum. Uzun bir yolculuğa çıkıyorum, kim var kim yok bilmiyorum, etrafımda olan her bir enerji sanki benimle birlikte ve seninle yükseliyor gibi. Bazı konserlerde dayanamayıp bağırdığım veya kahkaha attığım oluyor. Her bir tepkinin bir karşılığı oluyor. Örneğin bu bahsetmek istediğim konser sonunda bir kız yanıma gelip delicesine bana sarılmıştı. “Sen nesin?” diyerek hem de. Ne söyleyeceğimi bilemedim, şoktaydım. O gün bir şey oldu orada. Korhan abi (abstra’nın ruh davulcusu) kızdan beni ayırıp kulise götürdüğünde içimden bir şeyleri sahnede bıraktığımı anladım ve o bunların hepsini duyumsamıştı sanki. Müthiş şeyler oluyor, hem sahne de hem de sahne arkasında. Orada doğan ve yükselen enerjiyle yaşamaya devam ediyoruz. Öyle ya da böyle…

Ulvi -Biraz Çello’yu anlatsana müzik aleti olarak? Tercih bilinçli miydi o yaşlarda? Diğer enstrümanlardan farkı ne senin için. Nasıl bir ilişkin var?

GülşahTercih etmiş olduğum üçüncü enstrüman arasındaydı. Sesinden ve duruşundan çok etkilenmiştim nitekim elime aldığımda ve ilk (garip) sesi çıkardığımda büyük bir heyecanla güzel seslerini duyurabilmenin özlemini çekmeye başladım. Aşığım ve bir uzuvum o. 

Bir eğitmenim; “eşinin bu enstrümanı sevmesi çok önemli çünkü bilmeliler geceniz ve gündüzün onunla geçecek.” derdi. Gerçekten de öyle. Her an – her yolda birlikteyiz ve her şeyi birlikte yaşıyoruz. Derin bir enstrüman ve çok renkli. Aşırı duygulu, kendine has bir hırıltısı, konuşması, duruşu var. Benzersizliği var. Her enstrümanla şakıyan, anlamlı, düşünceli, sevecen, sıcak, karmaşık, deli-dolu, kasvetli, merhametli, güneşli ve yağmurlu bir yapısı var. Sonbahara çok yakışıyor, kışı çok net anlatabilir, ateşi simgeleyebilir, havayı tarif edebilir, toprağa basabilir, kuşa seslenebilir, öfkeyi kontrol edebilir, özlemi çağırabilir, savaşı durdurabilir ve barışı çağırabilir. 

Ulvi -Ankara, Eskişehir, Avrupa, yanılmıyorsam İsviçre’ydi, İstanbul…ve tabii ki Kadıköy. Biraz şehirler ve müzik üzerine konuşalım mı? Nasıl bir etkisi var şehirlerin müzikle ve senin müziğinle? Kendini nereye yakın hissediyorsun ve nerede iyi hissediyorsun?

GülşahKendimi en iyi hissettiğim yer doğaya yakın olduğum yerler oluyor hep. Bir dağ, bir orman, bazen bir bahçe veya bir nehir yanında bir ömür yaşamak istiyorum. Aynı şekilde hayvanlarla hatta korkunç olmayan türdeki yaratıklarla (böceklerle) vakit geçirmeyi, iletişim halinde olmaya bayılıyorum. Unutamadığım çok hikâye var. Örneğin Antalya Çıralı’da ormanın içinde bir takım uçuşan hayvanlarla iletişime geçmiştim. Bir tanesi yemyeşil bir çekirgeydi. Bir bacağını birisi yemiş, öylece parmağımda durup o bacağını sevmeme izin vermişti. Sonra hep bir tarafım kuzeyi çekiyor. O kültür beni etkiliyor, soğuk, mesafeli ama içerilerde gizli olan sıcak insaniyetleri bende merak uyandırıyor. Sonra Türkiye’de Karadeniz tarafları beni etkiler, oradaki ilişkileri çok samimi ve gerçek buluyorum. Eskişehir ise dünyanın en huzurlu şehirlerinden biri herhalde. Orada olduğum her an hayat daha kolay geliyor. Yürümek, düşünmek, sohbet etmek, üretmek, koşmak – bisiklete binmek, müzik dinlemek, kitap okumak vs için muazzam bir yer. 

Ama en çok nereye gitmek istiyorsun diye sorarsan; “Afrika.”

Ulvi -Birçok film müziğinde de imzan var.  Müzik ve sinema ilişkisi üzerine ne düşünüyorsun, bunla bağlantılı olarak müzik ve görsellik (video/fotoğraf/klip) üzerine neler söylemek istersin? 

Gülşah – Sinema bir görüntü sanatı ve hayatımın vazgeçilmezleri arasında. Sinemada görüntü kadar ses de aynı derecede önemli. Fakat en kaba tarifi ile film müziği; film için yapılan, kullanılan müzik olarak günümüzde düşünülür ve kendine has yöntemleriyle özel bir meslek türü olarak, incelenmesi gerekli, ilginç bir konudur. Özellikle de 20.yüzyıl sonrasına bakıldığında çok büyük gelişmelerle karşı karşıya kalınır. Bir sene kadar Anadolu Üniversitesi Sinema ve Televizyon Lisans 3 ve 4. sınıflara bu dersi vermiştim. Öğrencilere, Dünyada ve Türkiye’de film müziğinde olması gereken bütün kapsayıcı konuları vermek için gayret göstermiş ve öğrendikleri bilgileri pratiğe dökmeleri için teknik bir takım çalışmalara yönelmiştim. Film alanındaki hak-hukuk ilişkilerinden tutun, 30’lu, 40’lı, 50’li yıllarının filmlerinin müzikleri, seslendirme katliamları, kimsenin hatırlamadığı Theremin gibi müzik aletlerini, hatta Japon anime filmlerinin müzikleri hakkında ayrıntıları inceleme fırsatım bu dönemde olmuştu. Film müziği cidden önemli bir konu, filmi film yapan, seyirciyi konu içine sokmaya çalışan, tempoyu sağlayan, sinemanın bir nevi dilini oluşturandır. Öyle ki bazı filmleri hala müzikle hatırlarız veya sahnenin vermek istediği fikri müzik en başından hissettirebilir. Beni her zaman en çok etkileyen belgeseller, filmler; bağımsız olanlardır. Her bir karesi fotoğraf gibi, bomboş-dopdolu tam karşınızdadır. Ezgi ya da temalar mümkün olduğunca anlamsız, dejenere biçimlere sokulabilir. Müzik, filmlerden ilham alınarak yaratılabildiğine göre film müziğini ayrıca müzikal yapısı içinde de ele almak lazım. Müzikal yapı ile müziğin yalnızca kulağa hoş gelebilir yanını kastetmiyorum. Bunun yanı sıra besteleme, armoni, orkestrasyon gibi diğer aşamaları da içine atıyorum. Bir de benim görüşüme göre ileride görülebileceği gibi, melodiden kaçınma eğiliminin haklı bir nedeni vardır. Dejenere derken, atonal bir yapıyı kastetmiyorum. Burada belirtmek istediğim iki-üç notadan ibaret müziklerdir. 

Film müziğinde iki ayrı teknik bulunur. Bunlardan biri besteleme tekniği, öbürü ise müziğin hazırlanışı ve kaydedilmesi ile ilgili olan hazırlanma tekniği. Bestecinin yönetmen, yapımcı, kurgucu ve müzik editörü ile olan ilişkilerini anlama açısından hazırlama tekniklerine öncelik vermesini oldukça yararlı görürüm. Bir yönetmenin de filminde müzik kullanımı için önüne üç seçenek koyabiliriz. -Daha önce yazılmış eserleri kullanmak. -Özgür bir skor kullanmak. -Müzik kütüphanelerine başvurmak. (düşük bütçeli filmler ve yarı amatör-yarı profesyonel firmalar içindir mesela bu son söylediğim.) Her zaman bestecinin seçimi önemli, besteci ile görüşme önemli, filmin gösterilmesi (ya da filmin çekimleri bitmemişse senaryonun okunması), müziğin film içindeki yerlerinin belirlenmesi, müzik listesinin oluşturulması ve zamanların belirlenmesi, kayıt işlemleri ve miksleme ile koskocaman bir dünya bu. Bir de tabi “Tek Kişilik Ordular” var. Charlie Caplin gibi. Örneğin şöyle bir sözü var; “Eşleşmeli müzik seslendirmesinden yaralanacağım. Bu başka birşey ve bizim için eşi bulunmaz bir önemi ve ilgi çekiciliği var. Gerçek müziği işitmemiş bir çok kişi, bundan böyle bu müziği sinemada bulabilecektir.” 1931’de gerçekten de City Lights filmini sessiz çeker ve üstelik film müziklerini kendisi besteler. Bir başka sözüde; “İlk başlarda bile her filmimde bir üslup yaratmaya çalıştım; ve bunu sağlayan genellikle müzik olurdu… Basit ezgiler bana çalışmalarımın esin kaynağı olur. Avare tiplemesiyle çelişki yaratmak için müziğimin kaliteli ve romantik olmasına çalıştım. Ayrıca kaliteli müzik komedilerime duygusal bir boyut katıyor. Nedense besteciler bunu pek anlamıyor. Onlar müziğin de gülünç olmasını istiyorlardı. Ama ben onlara rekabet istemediğimi, müziğin duygusallık içermesini yeğlediğimi anlatmaya çalıştım.” … 

Ulvi –Türkiye’den yeni hangi grupları ve sanatçıları takip ediyorsun, dinlemek için bize önerilerde bulunsan.

Gülşah -Yine kendimin de içinde bulunduğu Miss Crowley, Karakulak Ensemble ve Inhoodies’i öneriyorum. Miss Crowley’in çok yakında ilk albümü çıkıyor.  Konstrukt, KAM,  A.I.D’in konser kayıtları ve konserleri şuana kadar ilgimi çekenler oldu. Cevdet Erek’in çalışmalarını takip ediyorum bir de. Bunun dışında  sahip olduğumuz alternatif ve jazz dünyasındaki müzisyen ve grupların yeniliklerine de göz gezdiriyorum. 

Ulvi- Müzik dışında Gülşah ne yapar? Sıkı bir aktivist olduğunu biliyorum ☺

Gülşah – Zaman zaman kendimizi gösteriyoruz, göstermek gerekir. Susup oturmak, yorumsuz kalmak, düşünmemek, hareket etmemek, yazmamak, okumamak, tartışmamak, sorgulamamak, anlatmamak, paylaşmamak yakışmaz.  O yüzden bol bol okuyorum, dinliyorum, yazıyorum ve çoğu zaman paylaşıyorum. Müziği bir kenara bıraktığımda ise sulu boya ya da yağlı boya resim yapıyorum. Fotoğraf çekmek ve minik video çekimlerini editlemek ise vazgeçemediklerimden. Bir gezgin olduğumu söyleyebilirim, gezmenin müzikli olanını tercih ediyorum hep. Gittiğim yerde mutlaka konserler yapıyorum ve oralı müzisyenlerle çalışıyorum. Bulunduğum yeri tam olarak deneyimlemek benim için çok önemli.  Deneyimleyemediklerim için oraya tekrar geri dönmeyi tekrar göze alırım. Şimdilerde içimde çok fazla yardım veya bağış konserleri düzenleme isteği var. Bunu çok düşünüyorum. 

Ulvi-Yeni ne var? Albüm, beste, konser, performans?

GülşahYeni Abstra ve Jürg Solothurnmann Live albümü, 1984 adında sürekli güncellediğim elektronik bir albüm, Birds Ensemble İstanbul Prömiyer Konseri ve Abstra’nın yeni sezonda çok önemli misafir sanatçılarıyla yapacağı konserler var. Bunun dışında Inhoodies’in Londra’da satılacak ve Türkiye’ye gelecek plakları var.  Miss Crowley’nin bir parçasına şahane bir klip çektik (henüz yayında değil) ve dediğim gibi ilk albüm geliyor. Yaza doğru İtalya’nın egzotik iki şehrinde konserlerim olacak. Yine dünyanın farklı ülkelerinden gelen ve İtalyan birkaç müzisyenle birlikte olacağım. Daha da olur şeyler var… 

Umutluyum!

Linkler;

Detaylı bilgi videolar, linkler vb. için;

http://cargocollective.com/gulsaherol

Blog;

http://gulsaherol.tumblr.com/

Önceki İçerikAynada Unutulan Zaman: Unutkan Ayna
Sonraki İçerikBeyaz Atları Beklerken…
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project