Ulvi Yaman: Bir dönemler özellikle yaratıcı çalışmalarla ilgili kategorilerde “ghost” işler çok yaygındı. Markanın genel kampanyasıyla, iletişimiyle ilgisi olmayan, sadece yarışma için hazırlanan, yayınlanmış olma zorunluluğundan dolayı ucuz olması sebebiyle sektörel dergilerde bir kez yayınlanan işler olurdu. Hatta ajanslar bu ilanları müşteriyi bilgilendirerek hazırlar ve sektörel dergi ilan bedellerini de kendi ceplerinden öderlerdi. Hala devam ediyor mu bu mantık?
Enes Taşkıran: Ghost işleri artık neredeyse hiç görmüyoruz. Dünya uyandı o işe. Yabancı yarışmalarda hemen hemen hiç itibar edilmiyor. İçeride de bitti gibi. Hani biraz daha denetimsiz bizde. Şöyle; yurtdışında mesela fatura isteyen organizasyonlar var. Nerelerde yayınlandığına bakıyor. Bizde senin dediğin gibi kuş yemi dergisinde ya da bilmem nerenin otoparkındaki bir panoda yayınlandı mı tamamdı. Bugün daha görünür bir yere koyuyorlar, Kadıköy’de bir bina giydiriyor ya da işte Beşiktaş meydanda bir yerleştirme yapıyorlar. Ama tek mecrada tek frekans yapıyorlar. Ve bununla içeride jürinin gözünü boyamaya çalışıyorlar.
Ghost biraz ajitasyona evrildi abi. Ödüllük, oya işi gibi art direktörün çalıştığı afişler hazırlamak yerine, örneğin İstanbul sözleşmesinin iptali üzerine kaba tabirle “duyar kasan” işler yapılıyor hemen 1-2 hafta içinde ve yarışmalara bu gönderiliyor. Ama jüri içeride ve dışarıda buna da uyanmaya başladı. Yani bu senin hakikaten marka olarak sahiplendiğin bir sosyal sorumluluk çalışması mi yoksa rüzgara yelken mi açıyorsun? Buradan nemalanıyor musun? Bunu didikliyor, samimi bulmadığı zaman da başvurunun üstünü çiziyor. Azaldı sayılır, sıfıra yaklaştı sayılır. Kısa zamanda da bitecektir. Ama ajanslarımız çok yaratıcı abi, başka yöntemler bulurlar. Garip bir ödül iştahı var sektörde.
Ulvi Yaman: Yarışmaları, ödülleri ne kadar ciddiye almak lazım? Gerçekten bir anlam ifade ediyor mu? Bir gerçekliği var mı? Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Enes Taşkıran: Bu benim cevabını pek veremediğim bir soru. Hayatını ödüller üzerinden kazanmaya soyunmuşken bu yönde adeta bir ajans haline gelmişken, -yani yazarlarımız var, filmler yapıyoruz, video editörlerimiz var, takvimleri takip eden insanlar var. Müşteriyle aramızdaki koordinasyonu yürüten insanlar var. Bir ara 11 kişiye çıktık – bu halde bir yapıya ulaşmışken ödüller bana halen çok anlamlı gelmiyor. Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Neden bilmiyorum? Hiç ödül almadım, hiç ödüle başvurmadım kendi kariyerimde, kendi işlerim için.
Bana; marka tarafından da ajans tarafından da gelen talepler, aslında “business” talepleri. Yani kimi ajans “ben konkura davet ediliyorum ve kendimi anlattığım sunumda bir ödül slaytı yok. Bu slayta yazmak için ben birkaç ödül kazanmak istiyorum önümüzdeki bir iki senede” diyor. Kimi markadan kimi yöneticiler arıyor, “benim majör bir KSS projem var bu yıl bitmeden 7 heykel kazanmam lazım bu projeyle. KPI’ım var” diyor. Bir sene Kasım’da arayan bir yönetici oldu. “Yıl bitmeden benim 2 heykel kazanmam lazım, 1 maaş primim var” dedi. Yani ödüller ne işe yarıyor ben bilmiyorum hocam. Sorduğum zaman da bu yanıtları alıyorum.
Ne düşündüğüme gelince, bence olmasa da olur. Kimsenin hayatında bir şey değişmez. Yani siz bir proje ortaya çıkarıyorsanız, bir iş sorununu çözmek için çıkarıyorsunuz. Bu sorun satışları arttırmak da olabilir, itibarı yükseltmek olabilir, tüketici ile engagement yaratmak da olabilir. Ve bu işe yarıyorsa, ödül alsa ne olur, almasa ne olur. Siz hakikaten kız çocuklarını okutmak için yola çıktıysanız ve binlerce kız çocuğunu okutuyorsanız, bu ödül almasa da olur. Biraz da sapla saman birbirine karışmış. Astlarını motive ettiğini söyleyen yöneticiler görüyorum. Üst yönetime hesap vermek için ödül heykeli gösteren yöneticiler görüyorum. Kendi kariyeri için, kendi CV’sine yazmak için başvuran yöneticiler görüyorum. Ciddiye almak lazım mı? Ciddi ödülleri almak lazım. Ama ne anlam ifade ettiğini kazananlara sormak gerekir hocam, ben hiç kazanmadım. Müşterilerim de kazandıklarını ne yapıyorlar bilmiyorum.
Ulvi Yaman: Bildiğin üzere ben de bir çok ödül organizasyonunda yer aldım, gerek düzenleme gerek prodüksiyon gerekse jüri üyesi olma anlamında. Gözlemlediğim bir şey var üç aşağı beş yukarı jüride genellikle aynı isimleri görüyoruz. Jüri seçim kriterleriyle ilgili neler söylemek istersin?
Enes Taşkıran: Jüri konusunda haklısın hocam. 150 – 200 kişi arasında dönüyor bu iş. Bakın 1 yıl boyunca Türkiye’de yapılan pazarlama iletişimine odaklanan yarışmalara, büyük çoğunluğunun aynı isimlerden oluştuğunu göreceksiniz. Jüri seçiminde tek kriter, “müşteri memnuniyeti” olmalı. “Müşteri”den kastım; diğer jüri üyeleri, o sene davet edilmemiş denkleri, organizasyonu sahibi kurum, kazanan ve de kaybeden başvuruların sahipleri. “Memnuniyet”ten kasıtım da jüriye davet edilen bu isimlerin tartışılmayacak isimler olması. “Benim projemi bu mu değerlendirecek” dedirtmemek lazım.
Jüri seçim kriterleri oluşturmak çok kolay değil. Genelde personalar, işte bir CEO, bir akademisyen, bir gazeteci vb şeklinde oluşturuluyor ya da geçmiş başarılarına bakılarak davet ediliyorlar. Tartışılmayacak bir jüri başkanı bulmak çok kolay değil. Orada yaş dengesi var, kariyer dengesi var, o üyelerin ve başkanın ne kadar ödüllü olduğu gerçeği var.
Uzatmayayım, istediğiniz kriter setini oluşturun, en tepede; tartışma götürmeyecek background’a sahip, tartışma götürmeyecek isimlerden oluşan sağlam bir jüri olmalı. Bir de, jüriler uzun yıllardır aynı isimlerden oluşuyorsa, sektörün bundan şikayet etmeye pek de hakkı olmadığını düşünüyorum. Öne sürün yeni isimleri, bakın ne kadar eğleniyoruz.