Sinan: Muhalefet noktalarını bu kadar mikrolaştırdığınıza göre, yakın dönemde büyük kitlesel çıkışlar beklemiyorsunuz o halde?
Neşe Özgen: Toplumların yakın dönem tarihleri çok uzundur. Nekropollerde yaşamaya zorlanan insanlar olarak tahammül düzeyimiz çok sınırlanmış, hız algımız çok yükseltilmiş olmasına rağmen, aslında toplumların kalkışma yılları birkaç 10 yılla ölçülür.Tabii bu kadar uzun bir vade göstermiyorum ama 1950’den, 80’den bu yana olanlara bakarsak, 96’dan sonra olanlara, 2002’den bu yana olanlara bakarsak giderek hızlanmış bir sürecin asılnda neredeyse aynı hızda yıkılabileceğini de öngörebiliriz. Altı üstü 13-14 yıllık bir yıkımın içerisindeyiz. Geri döndürülebilir bir yapı bu. Yüksek örgütlenme gücü olmayan, istihbaratı zayıf ve sadece yıkım sözü verebilen bir yapı, politik olarak çok uzun süre ayakta kalamayacaktır. Sosyal ve kültürel etkilerinin vadesi daha uzun olacaktır, o da ayrı mesele.
Sinan: Artık bu sohbetlerimizi aylık olarak yapmaya çalışacağız. Dolayısıyla ben size her ay sohbetimizin sonunda aynı soruyu yönelteceğim: Önümüzdeki aya nasıl bakıyorsunuz? İyimser olmamızı sağlayacak herhangi bir doneniz var mı?
Neşe Özgen: Ekim ayından söz ediyoruz. Okulların açıldığı, üstelik her seneki sıkıntıları katmer katmer aşacak çok yeni sıkıntıların boy gösterdiği bir eğitim yılına giriyoruz. Okullar kapanmış, sınıflar değiştirilmiş, öğretmensiz yüzlerce okulla, milyonlarca öğrenciyle karşı karşıya bir Milli Eğitim… Tarımsızlaştırılmış toprak alanlarıyla karşı karşıyayız. Ekim dediğimiz ay hasatın sonlandığı ve çiftçinin, tarım işçisinin parasını eline aldığı aydır. Kışla karşı karşıyayız. Ablukada yok edilmeye çalışılmış yüzbinlerce insan, bütün bir yaz boyunca kendilerine çok da fazla yardım eli ulaşmaksızın kendi güçleriyle, biraz da destek güçlerle, yardımlaşma ve dayanışma ağlarıyla sadece hayatta kalmaya çalışabildiler. Ve geri dönüşleri de mümkün değil gibi görünüyor. Kışı kimisi çadırda, kimisi akrabasının evinde geçirecek. Ve bu çok önemli bir yara diye düşünüyorum. Elden alınmış belediyelerle karşı karşıyayız. İnsanların iradeleri hiçe sayıldı ve istediğimiz kadar beğenmeyelim, istedikleri kadar beğenmesinler, oy verdikleri yapılara el kondu.
Sinan: Üstelik demokrasiyi, milli iradeyi sandığa indirgeyen bir anlayış tarafından?
Neşe Özgen: Sandığı ne kadar eleştirirsek eleştirelim, temsili demokrasi üzerinden götürülen bütün iç oyunlar falan ne olursa olsun ortada bir sonuç var. Mesela Kadir Topbaş görevden alınsa, İstanbul’un ne olacağının düşünülmesi gerekmiyor mu? Yıkma meselesi bu kadar kolay bir mesele değil. Büyük bir işsizlik kriziyle karşı karşıyayız. Çünkü imalattan tamamen vazgeçti Türkiye. Kendisini inşaata, turizme ve satışa odaklamaya çalıştı, fakat ortadaki parsa giderek daha az insanın elinde toplanıyor artık. Savaşla karşı karşıyayız. Yani Ekim, daha da çok sıkıştığımız bir dönem olacak. Kışa yüksek şiddetle gireceğimizi düşünüyorum. Çünkü bu sıkışmanın muhalefete yönelik şiddetli baskıyı getireceğini, buna ses çıkarmaya kalkacak insan gruplarının daha da şiddetle bastırılmaya çalışılacağını düşünüyorum. İktidarın elinde başka bir aygıt yok çünkü… İkna, razı etme, pazarlık, kendisini olduğu gibi ortaya koyup karşısındakinden de rızalık alma, rıza devşirme gibi bir alışkanlığı da alanı da yok. Tamamen istila ettiği bir vatandaş alanını kendi bildiği gibi yönlendirmeye çalışacağını sanıyor hâlâ… Umarım ayağı çabuk suya erer ve bu yanlıştan çabuk dönülür. Çünkü Türkiye’nin hakikaten çok fazla şansı kalmadı…
Sinan: Türkiye açısından karamsar bir tablo ama sizin açınızdan güzel gelişmeler var. Yeni ve heyecan verici bir uluslar arası projeye başlıyorsunuz?
Neşe Özgen: Çok teşekkürler bunu da dile getirdiğiniz için. Evet, iyi gelecek bana. Benim Türkiye’ye taşıdığım birkaç tane uluslar arası proje var. Bunlardan bir tanesi de 17 ülkedeki meslektaşlarımla birlikte gerçekleştirdiğimiz ve başlangıcından sonra hakikaten çok yüksek sayıya eriştirebildiğimiz sınır araştırmaları. Çok onurluyum Türkiye’ye bunu taşımış olmaktan, burada geliştirmekten. Gerçi bu yeni işten atma dönemlerinde Türkiye’de sınır araştırmaları yapan bütün araştırmacılar şu anda işsiz kaldı maalesef. Türkiye hem sınırların çalışılmasından pek memnun değil hem de sınıra dair bir politikası yok. Kısaca şöyle söz edeyim. Bu gruptaki meslektaşlarımın davetiyle, University of Macedonia’ya, “Slavonic, Balkan and Oriental Studies’e visitor profesör olarak gidiyorum. Güzel bir çalışma yapacağımıza inanıyorum.
Sinan: Ne yapacaksınız?
Neşe Özgen: Bir kere bu, antropoloji kadrosu yüksek bir ekip. Ek olarak da Balkan çalışıyorlar. Hem coğrafi iz konusunda; yani yeni bir coğrafya mekanını bölgeselleşmeden kurtararak ama dayanışma ve dostlukla birlikle nasıl tekrar düşüneceğimiz konusunda yeni olanaklılıklara bakıyorlar. Güzel bir şey bu. Yani markalaşma, bölgeselleştirme, tescil gibi meselelerin ötesinde ve dışında, hatta bunlara karşıt. Yeni bölgesel yapıların birbirleriyle nasıl bağlanacağı üzerine çalışıyorlar
Sinan: Balkanlarla sınırlı bir proje ekibi mi bu?
Neşe Özgen: Bu ekip Balkan üzerine çalışıyor. Bir süre birlikte çalıştığım grup Kafkas üzerine çalışıyordu örneğin, o da çok hoştu. Onu birbirine bağlayabiliriz belki. Bu grupla birlikte, geçmişte Via Egnatia dediğimiz eski Roma yolunun, mülteciler tarafından yeniden yürünerek arazileştirilmesine bir bakacağız. Çünkü mülteciler o yolu, geçmişte devletlerin kestiği sınırları da yıkarak arazileştirdiler. Yani bu çok yüksek bir şey! De facto bir durumdu. Çok heyecan vericiydi. 10 binlerce mülteci eski yolu hatırladı. Binlerce önceki dönemin yolunu el yordamıyla buldu. Kendi kadim bilgilerini yeniden hatırladı. Yıkılma anındayken birden tekrar oldu bu… Heidegger der ki “Ne zaman insan ölümü yener? Ancak bir uçurumdan düştüğünüzde ve yüzünüzün aşağıdaki zemine toslamasına bir karış kaldığında…” Çok önemli bir şey bu. Phronetic bir bilgidir. İnsanın kendi içindeki kapasitedir. Çok şükür hâlâ bu kapasiteye sahibiz. Evrensel bir ahlaktan falan bahsetmiyorum bunu söylerken. Kars’taki bir konferansta, bir etnograf arkadaşımız kendi köyündeki nene masalları üzerine bir çalışma sunmuştu. Nenesinin kendilerine anlattığı masallar. O masallardan sonra kendi çocukluk alemlerine, geceleri kaldırım ışığında ya da peçkanın ışığında duvarlara yansıyan gölgelerle birlikte kendi geliştirdikleri masalları eklemiş. Başta basit bir etnografya sunumu gibi görünüyordu. Fakat sonunu şöyle bağladı: “Bazı meslektaşlarımızla İsviçre Alplerinde bazı köylerde aynı kelimeler, aynı hayaller ve aynı masallar olduğunu fark ettik. Bu bizi çok şaşırttı. Acaba insanın karanlık çağlardan gelen, mağara devrinden gelen böyle bir hatırası mı var, bir anı mı barındırıyor diye düşündük. Ama sonra şunu fark etmişler. Belli bir yükseklikte, belli yaşam sınırlarında, belli doğa şartlarında insanlar benzer hayaller görüyor, benzer öğretiler geliştiriyorlar.” Bu sonsuz bir olanak! Demek benim bir hücrem, bir yandan da Meksika’da çok benzer bir kentte arkadaşıyla oturup bir bardak kahve içen bir insanla beraber? Bu çok büyük bir olanaklılık! Bunu hissedebiliyor olmak önemli bir şey. Bu, evrensel kardeşliğin yeniden tesisidir. Hem eski bilgimizi böyle yeniden tazeleyerek, hem de bu bilginin üzerine yeni bilgilerimizi de ekleyerek… Bu Via Egnatia da da böyle oldu diye düşünüyorum. İnsanlar gerçekten kendi hafızalarındaki bilgideki o geçiş yolunu fark ettiler ve ulus devletlerin kurduğu sınırları da yıkarak oradan geçtiler. Çünkü aslında biz biliyoruz ki Via Egnatia Roma’ya kadar giden ikinci ticaret yolu. Coğrafi alanlar arasında yürünmesi en kolay yol. Çok da güzel bir yoldur. Her tarafında çok güzel heykeller, bazı yerlerde hala bozulmamış olan Roma kalıntıları, tapınaklar vardır. Yani bir coğrafyaya düşüp, oradan en kolay geçişi izlemeye başladığınızda 3000 yıl önceki yola düşmüş oluyorsunuz. 200 yıl önce oraya kim hangi sınırı dikmiş olursa olsun… Mesela Nusaybin’de belli bir yer ne kadar kapanmış olursa olsun, insanlar şu anda Suriye’ye kendi kadim geçiş yollarından geçmeyi biliyorlar. Çünkü coğrafi izler var orada. İşte bu coğrafi iz meselesini göçmenlerin bize yeniden hatırlatma biçimleri üzerinden çalışacağız arkadaşlarımızla. Mülteciler bize insan olduğumuzu hatırlatıyor ve şimdi biz yeniden insan varlığımıza kavuşabilir miyiz, ona bakmak istiyoruz.
Sinan: Dayanışmacı kimliğiniz nedeniyle bir çok genç arkadaşı da bu projeye öyle veya böyle taşıyacağınızı tahmin ediyorum?
Neşe Özgen: Üniversitelerimizin maalesef unuttuğu bir şeyi, genç olanın yetişmesini temin etmek zorundayız. Sadece dayanışma açısından değil, akademik etik gereği sorumluluğumuz bu. Aslında bu kurumsal olarak yapılmalı ama ben şimdi bir kurum geliştirmeye çalışıyorum mecburen…
Sinan: Ne kadar sürecek bu çalışma?
Neşe Özgen: Şimdilik 1 yıl sürecek ama projenin gelişimine bağlı olarak, genç arkadaşların katılımları ve buradaki bazı üniversitelerin bölümleri aracılığıyla bunu yükselteceğiz.
Sinan: Çok teşekkürler sohbet için. Umarım heyecanınız sönmez, devam eder ve önümüzdeki ay yüzünüzdeki aynı gülümsemeyle sizinle sohbet etme imkanı buluruz.
Neşe Özgen: Ben de öyle umuyorum. Teşekkür ederim.