Türkiye İşçi Partisi (TİP) Kültür Sanat Sekreteri Kutlu Özmakinacı iktidarın sanata saldırılarına karşı savunma hattı oluşturduklarını söyledi.
Kutlu Özmakinacı, Yüksek Sadakat grubunun hem kurucusu hem basgitaristi hem de en sevilen şarkılarının yazarı. Hukuk fakültesi mezunu olan sanatçı bir süredir Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) “Kültür-Sanat Sekreteri” olarak görev yapıyor. SÖZ Platformu ekibinden Mahmut Çınar, Gazete Duvar’da Özmakinacı’yla bir söyleşi gerçekleştirdi.
Türkiye’de sanatçılar, müzisyenler, birazcık siyasetten bahsetmeye başladığında tuhaf reaksiyonlar alır, “Sanatçısın sen işine bak” diye. Bununla ilgili yorumlarınızla başlayabiliriz.
Siyasete böyle bir ‘ilgisizlik’ beklemek, her şeyden önce sanatın ne olduğunu anlamamış olduğunuzu gösterir. Çok bilinen bir sözü hatırlatmak lazım: Sanatın politikadan öğreneceği bir şey yoktur ama politikanın sanattan öğreneceği çok şey vardır. Zaten Rönesans, feodalizmin aşılması, aydınlanma derken sanatçıların iktidarla olan hami/himaye edilen ilişkisinin yıkılmasıyla bu konu kapandı. Bizde hala konuşuluyor ya da dillendirilebiliyor olmasının sebebi, benzeri bir ‘hami/himaye edilen’ ilişkisinin sanatçı ile devlet arasında devam etmesinden kaynaklanıyor. Elbette devlet tapınımı zirvede olan bir kültürümüz olmasının, geçmişte devletin ‘yoldan çıkan’ sanatçıları özgürlüklerinden mahrum bırakmaktan öldürmeye varan uygulamalarının bunda rolü olması ve bu tutumun özde hala değişmemesinin de etkisi büyük.
Türkiye’de iktidarın bu kadar karşısında olan bir politik oluşumun içerisinde yer alırken? Bir sanatçı olarak, “Ben konser yapacağım, şurada konserim olacak, bu kesilir mi, şu yasaklanır mı?” diye düşünmediniz mi?
Hayır, çünkü faşizmin paternlerini biliyorum. Şu anda susarak, radara girmemeye çalışarak hedef küçültmeye çalışan arkadaşlar da, işler daha da kötüye giderse faşizmin ‘susma değil konuşma zorunluluğu’ olduğunu yaşayarak anlayacaklar. Beni TİP’e katılmaya motive eden şey ise biraz mizacımla alakalı. Şikâyet eden insanları ve şikâyet etmeyi sevmem ama yıllardır bu durumdayım. Normalde kendimi herhangi bir siyasi hareketle özdeşleştirmeyecek kadar bireysel bir insanım ama en azından şimdilik bu ‘yalnızlığı’ rafa kaldırmak ve mücadeleye dâhil olmak gerekiyor. Böylece “geleceği görmek ama kimseyi olacaklara inandıramamak” olan Cassandra’nın lanetinden kısmen de olsa kendimi kurtarmış oldum. Nihayetinde benimki son derece kişisel bir motivasyonla, “ben bu şikâyet etme durumundan bıktım, bir şeyler yapmam lazım” noktasına gelmemle alakalı.
Popüler kültür içerisinde büyük şöhretler edinmiş, ana akım olmuş insanların bir süredir çok enteresan çıkışları oluyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Özgül ağırlığınız büyüdüğü ölçüde söz söylememiz zorlaşır, riskiniz artar ve devamlı rejimin radarında olursunuz. Riskin değerlendirmesi ancak o kişinin yapabileceği bir şeydir. Başka bir ifadeyle Tarkan, Sezen Aksu ya da Cem Yılmaz’ın bir şey söylemesi ile benim söylemem aynı şey değildir. Ancak o kadar büyük olmanın ve toplum için rol modele dönüşmenizin de sorumlulukları olmalı. Bu seviyede olan isimlerin tutumlarını daha da ileriye taşımalarını temenni ediyorum.
Kimi isimlerin devlet kaynaklarından adaletsiz biçimde faydalandırılması, birçok sanatçının duruşundan ötürü sanatını ifade etmekte zorlanması, sansüre uğraması… 2022 bu anlamda çok yoğun bir yıl oldu biliyorsunuz. Bu noktada TİP’deki pozisyonunuza binaen birkaç sorum olacak. Partinin Kültür-Sanat Sekreteri’siniz. Partiniz bütün bu olup bitenlere nasıl yaklaşıyor?
Şu an için TİP’in kültür ve sanat dünyasıyla ilgili tutumu, ilk seçimde iktidara gelmeyeceğimiz gerçeğini göz önünde bulundurursak, iktidarın sanata yaptığı saldırıları durdurabilmek için bir savunma hattı oluşturmak. Herkesin bildiği çok ağır sansür, saldırı, yasaklamalar var. Burada sanatçıları çok yalnız hissettirmemek gerekiyor, en önemli kısa vadeli amacımız bu. Uzun vadeli amaçlarımıza gelirsek… Bir kere sanata da insan hakları ölçeğinde bakmak gerektiğini düşünüyoruz. Nasıl ki barınma, güvenlik, sağlık gibi hakları insanın doğuştan kazanması gereken haklar olarak görüyorsak sanatı ve sanat eğitimini de doğuştan gelen bir hak olarak görüyoruz.
Spesifik olarak ise Türkiye’de sanat emekçilerinin durumuna odaklanıyoruz. Sanatçılar “kayıt dışı” bir yaşam sürüyor. Temel sorun bu. Devletle, sosyal güvenlik sistemiyle sanatçı olarak temel ilişkimiz “serbest meslek” anlayışı üzerinden konumlandırılıyor. Yani, sen kendi başının çaresine bakabiliyorsan devlet sana biraz omuz atıyor gibi bir durum. Oysa bildiğim kadarıyla Türkiye’de yalnızca müzikten 300 bin civarında insan geçim sağlıyor. Bunun ne kadarı kayıt altında bilmiyoruz çünkü sistemde tanımlı değil müzisyen. Müzik emekçilerinin ciddi bir kısmı bugün kazanıp bugün ihtiyaçları için harcayan insanlar. TİP’in bu bağlamda en öncelikli talebi ya da bir gün icraatı, sanatçıların kayıt dışılığı sorununu çözmek, sansürü kaldırmak ve sanatı lüks değil gündelik yaşamın bir parçası haline getirmek olacaktır.
Röportajın tamamı için TIKLAYINIZ