Ahmet Hamdi Tanpınar. Kiminiz okumuştur belki eserlerini. “Huzur”u ve “Mahur Beste”sinin Türk edebiyatında tartışmasız bir yeri vardır herhalde ve Tanpınar’ın… Mahur Beste 1944 yılında tefrika halinde yayınlanıyor. Bir kitap olarak basımı ise ancak ölümünden sonra 1975 yılında mümkün oluyor. Kitaptan bir alıntı değişmez Mahur Beste’mizi çarpıcı bir dil ile anlatıyor.
Tanpınar’ın “Mahur Beste”sinden…
Çöküşü görenlerin ancak bu gidişatın düzeltilebileceğini düşünenlerin, belki de hiçbir çağda dinlenmediği bu toprakların sadece kısa bir kesitini aktaran Tanpınar, Mahur Beste’de yarattığı karakterler ile nasıl da sonuçsuz düşünebildiğimizi ve kendimizi açmazlara, umutsuzluklara sürükleyebildiğimizi anlatıyor.
“İyi ama, bu tek adam, bu otuz milyona göz açtırmıyor. Bütün hayat hakkını gasp etmiş… / Orası doğru. Kimse itiraz edemez. Hepimiz onun nasıl bu memleketi yıktığını biliyoruz. Fakat mesele o değil. Mesele bu hürriyet aşkının, bu istibdat düşmanlığının asıl düşünülmesi lazım geleni unutturmuş görünmesinde. Hepimiz Abdülhamit ile meşgulüz. Sarayın etrafındaki beş on kişi hariç, ordu, memur, halk, herkes, sabah akşam onu düşünüyor. Onun fenalıklarını saya saya cezbeye geliyoruz. Bu Kadiri zikri gibi bir şey oldu. Memlekette iki ses var: Padişahım çok yaşa! Kahrolsun Abdülhamit! İyi ama, sade bununla iş çıkmaz, farz edelim bu adam ortadan yok oldu, onu devirdik, saltanatı bıraktı, yahut öldü; o zaman ne yapacaklar? Abdülhamit gitti, biz işimizi gördük, artık bize ihtiyaç kalmadı, Allahaısmarladık, demeyecekler ya… Her şey gösteriyor ki, Abdülhamit’in hakiki halefi tav’an veya kerhen bu cemiyet olacaktır. Onlar iş başına geçecekler; o zaman ne olacak?..
/Yani bütün hanedan… /Hayır, hayır, hanedandan bahsetmiyorum, insandan bahsediyorum. Her insan gibi onlar da biribirinden çok ayrı mahluklar. Devirleri de biribirinden çok ayrı. Hamleleri ayrı, ufukları ayrı. Fakat aynı ıstırap, aynı memnuniyetsizlik var. Aynı burgu insanın içini deliyor. Aynı karanlık içinde yaşıyorlar.
/İyi ya, hükümet şekli meselesi… /O da değil, daha derine ineceksin. Daha derine inmemiz lazım. Bu karanlığa inmeden bulamazsın. Mesele bu karanlığın kendisinde. Mesele şurada: Niçin bu kadar biçareyiz, ümitsiziz? Neden her tuttuğumuz dal elimizde kalıyor? Bu memlekette sadece fena şey mi yapılır? Bütün hesaplarımız mı bozuk? Hiçbir faziletimiz kalmadı mı? Ne Aziz devri; ne Hamid devri dünyada bir milletin tahammül ettiği fenalıkların en büyüğü değildir. Mesele yıkılış halinde olmamızda, içinde yaşadığımız şartlar aleyhimize dönmüş…”
Şartların aleyhimize döndüğüne, yani tam karşılığı tabiri ile makus talihimize hayıflandığımız bir dönemin, aslında hiç bitmeyen bir fikri gerileyiş olduğunu anlatıyor yazmanın üstadı. Kimseyi kırmadan ama lafını da esirgemeden.
İlhan’ın “Mahur Beste”sine…
Tanpınar’ın eserinin üzerinden 28 yıl geçer. Faziletsiz toprakların yıkılışı devam ederken, bu yıkılışa dur demek isteyen nice canlar feda edilir. Yıl 1972. Mayıs ayının 6’sı. Karanlığın daha da derin bir zifire gömüldüğü günün ardından ve Tanpınar’ın bıraktığı yerden, Atilla İlhan devam eder yazmaya. Bu sefer bu eşsiz esere acılı dizeler ekleyerek.
“Şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız, /O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız, /Gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız, /Yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız, /O mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız, /Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı, /Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı, /Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı, /Gittiler akşam olmadan ortalık karardı, /Bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra, /Sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara, /Simsiyah bir teselli olur belki kalanlara, /Geceler uzar hazırlık sonbahara…”
Aydınlık beklentisi yiter gider gözlerden. Yüreklerde bir ağırlık ki, henüz doğmamış olanların bile içine senelerce işleyecek yükü ile çöreklenir. Hani hep söylendiği tabiri ile sayısız kez uğranan, sözün bittiği yere bir kez daha gelmiştir memleket. Oysa ki hangi çocuğu başlamak isterdi ki hayatına bu fersizlik ve ağırlık ile, bu topraklarda. Ama üstat, sonbaharın haberini veriyordu işte.
Bu da bizim “Mahur Beste”miz…
Ne hanedan ne hükümet şekli meselesi, bestemizi mahur kılan. Ne de bu topraklar her iki üstadın da söylediği denli karanlıklar içinde olmak zorunda. Ancak karanlığı bir durum olarak kabul eder ve bunun tersini arzu edersek, işte o zaman bize aydınlık lazım olur. Ancak bu aydınlığı nerede bulacağız ve bulduğumuzda nasıl koruyup kollayacağız.
Aydınlığı yitirdiklerimizde aramak saygıyı hak ediyor. Ancak bize bundan fazlası gerekiyor. İnsan olarak, öğrenerek, anlayarak ve anladığımızı yaşamımıza aktararak o hayal ettiğimiz aydınlığın yayılmasına katkı sağlamamız gerekiyor.
Makus talihi değiştirmenin yolu kaderci olmamak ile başlıyor. Oysaki kadercilik, hepimizin gönülden ve tutkuyla bağlı olduğu bir sığınak. Kimimiz için değiştirilemeyecek bir semavi yazı, kimimiz için ise değişmenin önünde yıkılamaz bir duvar, bir mükemmel mazeret. Bir de bunu kabulün veya değiştirmenin ortak bir atalet veya hareket gerektirmesi meselesi var. Hep beraber uymalı veya hep birlikte karşı çıkmalıyız. Aksi halde ne yaşayabilir ne de yıkabiliriz.
Oysa ki her bir insanın kendi aydınlığı, kendi anlaması bile topyekûn bir ortak kaderin değişmesine neden olabilir. Peki bunu hayatta kalarak yapmak da mümkün mü? Yani yaşarken ve yaşatırken karşı çıkmak mümkün mü? Elbette ki güç görünüyor, ama mümkün.
Bugün, üstatların bu acılı ancak edebi değeri mükemmel metinlerinin üzerine sözü uzatmak hadsizlik olacaktır. Ancak, daha güzel ve aydınlık bir gelecek için neler yapabileceğimizi sizler ile paylaşmaya devam edeceğiz. Yazacağız, söyleyeceğiz ve paylaşacağız. Dünyamızı nasıl aydınlatacağız ve bu aydınlığı, her zaman hep birlikte olamasak da, nasıl koruyacağız? Hepsini sizlerle birlikte tartışacak ve bulacağız.
Yalnız şunu bilmekte yarar var ki, bu dünyada talihi tersine dönmüş yegane topraklarda yaşamıyoruz. Bütün bir dünya insanları olarak geleceğimizi aradığımız günlerde yaşıyoruz. Şimdilik ilk yapmamız gereken, içinde yaşadığımız odaların ve sayfaların dışında neler olduğunu görmek, bilmek, anlamak ve anladığımızı paylaşarak tartışmak.
Reportare’nin sayfalarında yeniden buluşmak dileği ile. Sağlıklı ve sevgiyle kalın…