Irkçılık ve cinsiyetçilik gibi diğer önyargılarla birlikte yaşçılık/ yaş ayrımcılığı/ ageism gelecekteki benliklerimizi hedeflemede benzersizdir. Yaş ayrımcılığı insanlara yaşlarına göre önyargı içeren bir ayrımcılık türüdür. Irkçılık ve cinsiyetçiliğe benzer biçimde yaş ayrımcılığı farklı yaşlardan insanlar hakkında olumsuz klişeler barındırmayı içerir. İlk klişe ardıllıkla ilgilidir. Daha genç insanlar genellikle yaşlı bireylerin “sıranın kendilerine geldiği” ve genç nesiller için yol açmaları gerektiğini düşündüklerini varsayarlar. İkinci klişe tüketimle ilgilidir. Daha genç insanlar genellikle sınırlı kaynakların yaşlılar yerine kendilerine harcanması gerektiğini düşünürler. Son olarak gençler de yaşlı yetişkinlerin kimliklerine ilişkin klişelere sahiptir. Daha genç insanlar, kendilerinden yaşça daha büyük olan insanların “yaşlarına göre davranmaları gerektiğini” ve gençlerin kimliklerini, konuşma kalıplarını ve giyim tarzları gibi şeyleri çalmaya çalıştıklarını düşünürler.
Önyargıların hiçbiri mantıklı olmamasına rağmen gayet sinsice derinlere nüfuz ederler. Küresel salgın döneminde her tür medya kanalında artan sıklıkta yaşlı istismarının her türlüsü ile ilgili manşetler ile karşılaştık. Her karşılaşma içimizde alarm zillerini çaldırdı. Bu ziller iki durum için bizleri uyardı. İlki içinde biraz insani olgunluk olanları olagelen, vahşilik bile denebilecek bu hareketlere karşı isyana sürüklerken ikincisi, gelecekteki sıranın kendilerinde yani hepimizde olduğunu göstermiş olmasıydı. Ümit Kıvanç’ın yazdığı üzere ‘Dışlanacak kesime “yaşlılar” diyoruz. Ve giderek artan şekilde, bu kavrama fazlasıyla olumsuz yan anlamlar yüklüyoruz. Azıcık daha zorlarsak, ıskarta veya safra ile eş anlamlı hale gelecek yaşlı kelimesi.’
Dilimize yerleşen ‘yaşlılar’ terimi bile sorunlu bir niteleme. Çünkü bu adlandırma dahilinde homojen olunması istenen bir grup ortaya çıkarılıyor. İçinde barındırdığı çeşitliliği, farklılığı, dayanıklılığı görmezden gelinip hatta ve hatta yok sayılıp böylelikle sözde bir ‘öteki’ yaratılıyor, yani ‘benden’, ‘senden,’ bizden’ olmayan ‘o, onlar’.
Dünya hakkındaki sahte bir ikili görüş genç ve yaşlı üzerinden kurgulanıp, kuşakları politikalar, programlar, yaşam düzenlemeleri olarak ayırıp sağlamak zorunda olduğumuz bütünlüğü çoraklaştırıyor.
Kaynakların kullanımını, gençlik mitinin çerçevesinde devamlı surette verimliliğe, üretime vurgu yaparak dağıtmaya çalışmak aslında bizleri sürdürülebilir bir toplumun dinamiklerinden mahrum bırakıyor. En acı veren de mahrumiyetimizin nedenini hedef şaşırtarak yaş ayrımcılığının içselleştirilmesiyle beraber yaşlı var sayılan ama yalnızca yaş kriteri üzerinden bir öteki olarak yaratılan kesime hesap olarak kesilmesidir. Kendi ötekileştirmelerimiz için adeta bir suç ortağı gibi çalışan yaş ayrımcılığı onlarca yıllık birikmiş ve derinlere yerleşmiş sonluluğa dair korkuyu da ifade etmektedir. Düzen insanı bir tüketici, bir müşteri durumuna getirirken sanki yaşlılar da artık hayatta bir tüketici olamayacağı için dünyada yaşayacak yerleri kalmadığını sessizce bizlere bağırır. Onlar artık bu hak görme çağının çocukları değildir, onlar bizim onlara hak gördüklerimiz kadar burada olacaklardır. Çünkü biz tüketerek aslında kendimizi tüketerek, her istediğini yapabildiğini zanneden tüm güçlü varlıklarızdır. Biz kendini yaşlanmayan sananlar zannederiz ki ölüm, sonluluk, hayattan kopma hep onlara ait. Bizler “ol” deriz, “olur!” Halbuki yaşlılar kimdir ki?
Dolayısıyla gerçek bir “tüketilen tüketici” olarak kalbimizde bunun bir yalan olduğunu bilsek bile hepimiz yaşlanmaya karşı kazanabileceğimiz bir savaşmış gibi “savaşmaya” teşvik edilir, sadık neferler gibi atlarımızı bu toz duman meydanlarda koştururuz. Sanki düşman, ebedi gençliğimiz karşısında duran, bizi hayatın sonluluğunu hatırlatan yaşlılıkmış gibi. “70 yeni 50’dir” gibi mantralar, olabildiğince uzun süre güçlü ve canlı olma ihtiyacını vurgular, ancak dejeneratif hastalıkları, bilişsel kaybı veya yalnızlıktan muzdarip olanlar için alternatif senaryolar sunmaz. Yaşlıları yani bizi insanlaştırmaktan uzaklaştırıp tıbbileştiren ve neredeyse kamusal bir alana dönüştüren beden içine hapsederek sömürüye devam eder.
Parasını karşılayabilenler için, yaşamın ikinci aşaması, bakımlı sakinlerin olduğu ve yeni arkadaşlarla sonsuz keşif turları yapabildiği, “yaşam tarzı” ümit verici olan bölgeler pazarlanır. Yaşlılık yine bir gençlik ve hak etme anlayışında parası olana satılır. Ama bunu karşılayamayanların gözden uzak bir yere park etmesini istenir. Amaçlarından mahrum bırakılarak günlerini nasıl geçirdiklerini de çok düşünülmemeye çalışılır, zaten bizde büyüklere saygı vardır diye sözlerimiz bizi nazarlık gibi korur bu düşüncelerden. Aslında hepimiz sınırsız kapitalizmin makro-ekonomik ve sosyal güçleri ve kalpsiz bir iş ekonomisi tarafından daha fazla rehin alınıyoruz.
Yaş ayırımcılığını biraz daha anlamak istiyorsak yaşlı bir insanı her gördüğümüzde, onu gelecekteki benliğimiz olarak hayal etmemiz gerekir. Bireysel sosyal görüşlerin geleneksel kolektivist görüşlere üstün geldiği modern, kapitalist uluslar arasında küresel yaşlanmanın temel özelliklerinden birinin yaş ayırımcılığı olması şaşırtıcı değildir.
Hepimizin yaşlanma hakkındaki düşünme şeklimizi irdelememiz gerekir. Özellikle bilmeliyiz ki yaş alabilmek diye yani yaşamak diye en temel özgürlüğümüz vardır. Yaşlanmak, yaşam seyrimizin hem en doğal süreci; hem de sosyal, toplumsal, ruhsal, tarihsel olarak ileri ve geri perspektifleri olan sosyal ve politik bir alandır. Bu bağlamlara göre düşünürsek asıl odak noktamızı, yaşam seyrimiz içindeki sosyal ve ekonomik duraklarımızı iyileştirmek için çevirmeliyiz. Henüz şansımız varken yaş alabilme yani yaşayabilmek için sosyal güvencelerimizi, sağlık hizmetlerine erişim haklarımızı, sağlıklı gıda tüketimi, yaşanabilir çevre gibi konularda haklarımızı mı talep etmek daha iyi olmaz mı? Araştırmalar yaş ayırımcılığının artık cinsiyetçilik ve ırkçılıktan daha yaygın olabileceğini öne sürerken bunun hem yaşlılar hem de genel olarak toplum için ciddi sonuçlar doğuracağını öngörmektedir.
Yaş ayrımcılığı, çözüm bekleyen sorunların sorulmasını engellerken, sorunların kavramsallaştırılma şeklini de sınırlayarak politikalar geliştirmenin önüne büyük bir engel olarak çıkmaktadır. Irkçılığa, cinsiyetçiliğe veya önyargıya artık hiçbir şekilde tahammül etmediğimiz bir çağda, yaş ayırımcılığı neden hala kabul edilebilir durumdadır?