Bir şey yer içerken genzime kaçtığında anneannem baş parmağıyla alnıma bastırıp, “helal çocuğuma helal” der sırtıma pıt pıt yavaşça vururdu. Helal lokma mühimdi. Helal lokma yedirmek daha da mühimdi…
“Helal” alın teriyle, hakiki bir çaba ile kazanılmış, hak edilmiş anlamında kullanılırdı. Ama en çok da “rıza ile sunulmuş, rıza ile elde edilmiş” anlamında…
Mühimdi yediğin, içtiğin, aldığın, kullandığın her şeyin “rıza ile sunulmuş” olması, gasp edilmeden, çalınmadan, çökülmeden elde edilmiş olması… “Helal para” kazanmak ve eve “helal lokma” getirmek, “ananın ak sütü gibi helal” olanın mücadelesini vermek, her alışverişin sonunda birbirine hak geçmiş olabileceği endişesiyle “helalleşmek” mühimdi bu topraklarda…
Bakmayın şimdi üç beş müteahhidin milyarlarca dolarlık vergi borçlarını bir kalemde silip, siyasi şovlarının lebalebliğiyle övünüp, fikirdaşının cenazesinde binlerce kişiyle saf tutarken kirasını bile ödeyemeyip intiharın eşiğine gelen küçük esnafın, beş kişiyi toplayıp şarkısını söyleyemeyen müzisyenin, anasının cenazesini üç kişiyle defnetmek zorunda kalanın karşısına çıkıp “hakkınızı helal edin” dediklerine…
Sosyal medyada ödenemediği için kesilmesin diye herkesin birbirine “bir el atın kardeşler” çığlığı ile elektrik su faturaları ortalığa saçılırken, enerji şirketlerinin “zararını” üstelik bir kalemde o faturaları bile ödeyemeyen kullanıcıların sırtına yıkıp “sektörlerimizi yalnız bırakmadık” edepsizliğine bakmayın…
44 bin 301 insan, tıpkı dünyanın dört bir yanındaki çoğunluğu yoksul ve emekçi 3 milyon 373 bin kardeşi gibi, Dünya Sağlık Örgütünün “hükümetler gerekeni yapsalardı aslında önlenebilirdi” dediği pandemiye kurban verilirken, “kapanıyoruz inşallah” deyip 26 milyon çalışanın 22 milyonuna dönüp “sen değil, sen çalışmaya devam edip ekonominin çarklarını döndüreceksin” diyenlerin gaddarlığına bakmayın…
“Turistin göreceği tüm vatandaşlarımız aşılanacak” rezilliğinden hicap duymak bir yana, bunu bir de reklam filmine dönüştürüp “sen eğlenmene bak, aşılıyım” diyecek kadar ar ve haya duygularının üzerine beş yüz kilit vuranların şuursuzluğuna bakmayın…
Ekmeğin kırıntısını pencere önüne serpip, bahçedeki ağacın birkaç meyvesini dalında bırakıp “kuşun böceğin hakkıdır” diyen, evde pişenden bir kaba koyup “kokmuştur şimdi” diye elimize tutuşturarak komşuya gönderenlerin kültüründen “geriye bıraktıkları” şey tam da arzuladıkları yeni kültürel iktidarın göstergeleri… Çünkü emekçinin, yoksulun, garip gurabanın hakkına çöküp sıkıp süzerek elde ettikleri ne varsa fütursuz bir güce, edepsiz bir görgüsüzlüğe dönüştürdükleri şeyin ta kendisi özledikleri “kültürel iktidar…”
Ahlaksızlığın, arsızlığın, hayasızlığın, vicdansızlığın, sınır tanımazlığın, şuursuzluğun kültürel iktidarı!
Gözümüzden kaçırmaya çalıştıkları gerçek ise kuşkusuz hiçbir zaman aynı şeyi anlamadığımız, anlaşılan o ki, hiçbir zaman aynı şekilde kavramlaştırmamızın da mümkünatının olmadığı “Anadolu irfanını” ellerinde tespih, dillerinde dua ile gözlerimizin önünde kıtır kıtır doğrayıp yok ettikleri…
Bütün bu kepazeliklerin sonunda bekledikleri “helalleşme”, bizim anladığımız, bizim peşine düştüğümüz adaletli bir el sıkışma, herkesin aklına, vicdanına, içine sinen bir “mizan” değil, zalimin zulmüne kalın bir çizgi çeken, hesap sorulmasından, hesap vermekten kurtulmaya çalışan bir “kapatma telaşı!”
Gayet dünyevi bir haramzadeliğin, gayet dünyevi bir talanın hesabının üstünü örtme, “Divâna” bırakıp sıyrılma telaşının hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun bu toprakların kadim “helalleşme” kültürüyle ilgisi yok.
Halkın ekmeğidir adalet… Ve adalet kendinden menkul bir helalleşme ile değil, gerçek bir hesaplaşma ile sağlanır…
“Helal etmiyoruz” diyenlerin çığlığına kulak verirseniz duyacaksınız ki helal etmedikleri her kör kuruşun, her lokma ekmeğin, her damla göz yaşının ve kanın hesabını “Arş-ı Âlâ’ya” yükselten, Allah’a havale eden bir çığlık değil bu… Daha korkutucu bir çığlık! Çok daha korkutucu!…
Hadi Brecht’e kulak vererek bitirelim madem: Mühimdir çünkü, halkın ekmeğidir adalet…
Bilin: Halkın ekmeğidir adalet.
bakarsınız bol olur bu ekmek,
bakarsınız kıt,
bakarsınız doyum olmaz tadına,
bakarsınız berbat.
Azaldı mı ekmek,başlar açlık,
bozuldumu tadı,başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.
Bozuk adalet yeter artık!
Acemi ellerle yuğurulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter!
Yeter katıksız,kara kabuklu adalet!
Dura dura bayatlayan adalet yeter!
Bolsa insanın önünde ekmek,lezzetliyse,
gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur.
Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire…
Bilirsiniz,nasıl bolluk doğurur ekmek:
Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.
Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl,
adalet de gerekli her gün,
hem o,günde bir çok kez gerekli.
Sabahtan akşama dek,iş yerinde,eğlencede,
hele çalışırken canla başla,
kederliyken, sevinçliyken,
halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe,
günlük, has ekmeğine adaletin.
madem adaletin ekmeği bu kadar önemli,
onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin?
Öteki ekmeği kim pişiren?
Adaletin ekmeğini de
kendisi pişirmeli halkın,
gündelik ekmek gibi.
Bol,pişkin,verimli.