Çoğu kişide Balthazar daha derin iz bırakmışsa da özellikle ve nedense Justine’in ağzımda bıraktığı o acı tadı zaman zaman hep hatırladığım İskenderiye Dörtlüsü’nden çok sonra okumuştum Lawrence Durrell’in “Kıbrıs’ın Acı Limonları” nı. Kıbrıs’a yerleştiğim ilk günden bu yana ne zaman bir limon ağacına elimi uzatsam, Lawrence Bey’in acı limonlarını hatırlarım. Kıbrıslılar “ekşi” der limona ve fakat laf aramızda, Anadolu’da yetişen çoğu limon cinsine göre hayli tatlımsıdır Kıbrıs’ta limonlar, soyup rahatlıkla dilim dilim yiyebilirsiniz portakal gibi. Ya da… Savrulup geldiğim topraklarda öylesine acılaşmıştı ki her şey, Kıbrıs’ın “ekşisi” bile tatlı gelir oldu bana… Kim bilir?
1952-56 arasında, belki de tatlı limonlarının ekşileşip acılaşmaya başladığı yıllarda yolu düşmüş Kıbrıs’a Lawrence Bey’in. Her ne kadar “bir süreliğine yaşamak üzere” geldiğini söylese de Kıbrıs küçük yer, İngiliz istihbaratı ile fazla haşır neşir olduğu fısıldanır Ada’nın dar sokak aralarında. Günahı iddia sahiplerinin fakat “Acı Limonlar” ı okurken Durrell’in bir edebiyatçı gözlemciliğinin hayli ötesine geçen analizlerini dikkate alırsak, sanki bu iddia pek de basit bir Kıbrıs dedikodusu değilmiş gibi… Neyse, ölmüş adamın arkasından konuşmak da yakışık olmaz şimdi.
Mutfak tezgahıma yayılan, canım Necat ve Mine’nin bahçesinden ellerimle topladığım yarım çuval limona bakıp göz kararı bunların ne kadarını sıkıp buzluğa atsam, kalanıyla ne yapsam diye düşünürken Lawrence Bey’in kitabının son sayfalarındaki hüzünlü cümleleri geliyor aklıma… “hiç kimsenin el sallamadığı ve gülümsemediği” bir veda ile ayrılır yazarımız Ada’dan. Günü gelip ben de veda ettiğimde arkamdan el sallayacak, gülümseyecek, hatta belki bir iki damla… Ah! Hani soğandan söz ediyor olsak göz yaşarmasının bahanesi olacak da… Ne bu şimdi?
Limon diyordum… Yaz aylarında bildiğimiz o sarı, yatak limonları bulamazsınız Adada. Girne pazarında kilosuna 20 TL vermişliğim var geçen yaz ki nasıl derler, evlat acısı gibi oturmuştu yüreğime. O zaman her damlası kıymetli limonun. Kışta bolken saklamak lazım yaz darlığına… Ben sıkıp sıkıp buz torbalarına doldurup atıveriyorum derin dondurucuya. Taze sıkılmış kadar lezzetli olmasa da iş görüyor yoklukta. Bir de sıkmadan önce iyice yıkadığım limonların kabuklarını alıyorum incecik. İster rende ister meyve soyacağı yardımıyla. Yine buzdolabı torbalarına doldurup buzlukta saklıyorum, salataya, keke çöreğe kullanmak için. Her nevi salataya, yemeğe şahane bir koku katıyor limon kabukları. “Rayiha” derler eskiler, “güzel koku” manasında. Hani “aroma” da deniyor ya “rayiha” nedense kokuyu lezzetle ilişkilendiren bir kelime olarak daha çok oturuyor bence. Yine de bunu bizim Dr. Ali Gül’e sormak lazım…
Kıbrıslılar “ekşiyi” ete, kebaba sıkıyorlar. Şaşırmadım çünkü rahmetli halam da limon sıkardı ete. Etin kokusunu “kırdığını” söylerdi. Neden limon sıktıklarını sorduğum Kıbrıslılar ise hep tuhaf buldular sorumu, “e sıkılır çünkü?” Tamam da sen neden sıkıyorsun canım kardeşim? Üstelemek tamamen kişisel zevkim, çünkü yanıtı olmayan soruları çok Kıbrıs’ın ve sanırım bir adalılık hali bu. Her sorunun bir yanıtı olmalı mı illa? Elbette hayır… Hele tekinsiz bir coğrafyada, kanlı bir tarihe gözünüzü açıp akışına yaşamayı öğrenmişseniz. Tekinsiz mi dedim az önce? Evet… Yaşadıkça görüp öğrendiğiniz bir şey bu Ada’da… Kadim kültürlerin kavşağı olup Araplardan Venediklilere, Osmanlılardan Yunanlara dağarcığına her şeyden birazcık katılmış bu coğrafyada hiçbir şey “tam” değil. Bir şey aynı zamanda çok şey… Her şey aynı zamanda hiçbir şey… Böyle olunca soruların da kalıcı karşılıklarını aramaktan vazgeçiyor insan. Akışına bırakıyor yaşamı. Derinliksiz, tutunmasız… Limon ağaçlarına benziyor Kıbrıslılar. Çok ilginç, limonun kökleri çok derinlere inse de yüzde 90’ı toprağın üst tabakasında, bunun içindir ki çok hassastır limon ağacı. Olur da bir yerden bir yere taşımak gerekirse kolayca hasar alır kökleri… Anlamazsın, kurur gider kökleri parçalandığında… Belki bu yüzden bu genel geçerlik. Yurdundan, toprağından koparılmış insanlar… Bölünmüş, örselenmiş, sıkıştırılmış bir küçücük yurt, çokça kafa karışıklığı… Kıbrıslı şair Neşe Yaşın ’ın ölümsüz dizelerindeki gibi… “Yurdunu sevmeliymiş insan/ Öyle diyor babam/ Benim yurdum ikiye bölünmüş ortasından/ Hangi yarısını sevmeli insan?” (Neşe ile 2016’da yaptığım röportajı okumak isterseniz tıklayınız)
Yalan yanlış prodüksiyonlarla, hamasetle değil akılla, anlayışla bakabilsek: daha çok konuşsak, dinlesek onları kim bilir, belki bir gün acı limonları da tatlanır Kıbrıs’ın Kıbrıslılar için… Vatan dediğimiz topraktan ibaret değil zira… Huzur, güven, ekmek, özgürlük… Vatan dediğimiz barış içerisinde bir arada yaşayabilmek, hayal kurabilmek geleceğe dair…
Kıbrıs ve limondan bu kadar söz etmişken, limonlu birkaç tarife yer vermeden olmaz.
Öyleyse şuraya Kıbrıs’ın bence en şahsına münhasır adamlarından birinin, Ulaş Gökçe’nin “Alkol sağlığa zararlıdır. Fazla içmeye gerek yok. Azı çok güzel, fazlası sizi köle yapabilir. Alkolizm, en kötü bağımlılıklardan biridir. O nedenle bu güzel zevki, bağımlıkla bozmayın” zarif uyarısıyla yazdığı Limonçello tarifini bırakayım…
İkinci tarif ise (vegan dostlarımdan özür dileyerek) daha önce instagram hesabımda da paylaştığım Muğla’dan bir reçete. Kulakları çınlasın emektarımız Serçin pek güzel pişirirdi Köyceğiz ekşilemesini…
MALZEMELER
Köy tavuğu (market tavuğunu önermem, ne o öyle bulaşık süngeri gibi!)
Tereyagı (3-4 çorba kaşığı)
Limon (2 adet)
Mısır unu (1 buçuk çorba kaşığı)
İnce bulgur (1 çorba kaşığı)
Sarımsak (4 diş)
Tuz, Kırmızı biber
1 tutam şeker
1 dal taze biberiye
YAPILIŞI
Tavuğu iyice haşla, irice parçalara böl.
Limonları sık, dövülmüş sarımsakla iyice çalkala.
Tereyağını tavada hafifçe kızdır, tavukları tavada kızartıp ayrı bir tabağa al.
Tavukları kızarttığın tavadaki tereyağının üzerine sarımsaklı limonu ekle. Karıştır, sarımsak kokusunu mis gibi salsın. Sonra 2-3 kepçe haşladığın tavuğun suyunu ekleyip tıngırdayınca mısır ununu ekle ve topaklanmamasına dikkat ederek, sürekli karıştırarak kısık ateşte pişir. Bulguru, tuzu, şekeri biberiyeyi ekle, karıştırmaya devam et. İyice kıs ocağı ve bulgur tamamen yumuşayana kadar pişir.
Sos kıvama gelince biberiyeyi çıkart, at. Kızarmış tavukları at sosun içine, 2-3 dakika kısık ateşte kalsın.
Tavukları servis tabağına al, üzerine bolca sosu gezdir, kırmızı biber serp, limon dilimleri ile servis et. Afiyet olsun.