Sosyal Medya Karalamaları / 1

0
119

“Çağdaş üretim koşullarının egemen olduğu toplumlarda hayatın tümü kendisini dev bir seyirlikler birikimi olarak ortaya koyar. Bir zamanlar doğrudan doğruya yaşanan her şey, bir temsile dönüşmüştür”[1]

Sosyal medya artık günlük hayatımızın bir parçası olmaktan öteye geçti. Günlük yaşam pratikleri ile yer değiştiren sosyal medya kullanım alışkanlıkları artık “yaşanılanı” amaç olmaktan çıkartarak, sosyal medya içerik üretimi için bir araç haline getiriyor. Guy Debord’un 1967 yılında yazdığı (hatta daha sonra 1973 yılında filmini de yapmıştı) ve modern topluma karşı oluşturduğu eleştirel aforizmalardan oluşan “Gösteri Toplumu”ndaki öngörüler hiç bu kadar reel hale gelmemişti.

Gidilen her etkinlikte kimse artık etkinliğe konsantre olmuyor, dinlemiyor, izlemiyor, herkesin elinde cep telefonu “yaşamak” yerine kayıt altına almaya çalışıyor. Kayıt altına almak önemli, çünkü asıl amaç etkinliği deneyimlemek değil, amaç ertesi gün için facebook’ta, twiter’da, instagram’da kendini var edebilmek için “data” toplayabilmek, içerik çıkarabilmek. Sosyal Medya’da yeni bir “ben” yaratabilmek için, olmak istenilen, başkalarının kendisini nasıl algılamasını istiyorsa o meyanda ince ince bir kişilik örgüsü işleniyor. Yaşanan her şey, dostlarla yemeğe gitmek, sinema, tiyatro, konser, tatil, alışveriş vb. artık yalnızca sosyal medya dolgusu için tüketilmesi gereken bir araçlar zinciri. Üstelik üretimin konusu “kendisi” bile olsa, içeriği yalnızca fotoğraf, video ve tek cümlelik tanımlamalarla kurgulayan bir anlayış, aynı işlemi yapan milyonlarca kişi olduğunda, “var olma” kaygı ve çabası günün her saatinde aynı işlemin yeni “içerik”lerle tekrarı ve yinelenmesine ihtiyaç duyuyor. Kendi kalabalığımız ve kendi tüketimlerimizle, kendimizi tüketmemek ve gündemde kalabilmek için ortaya konulanı saniyelerle yutup, tüketen, demode ve eski kılan platformlarda büyük bir efor sarf etmemiz gerekiyor. Bizlerin oluşturduğu ve tüketilmesi için kendimizi ortaya koyduğumuz, açlığını açlığımızın oluşturduğu bu “kör” ve “obur” kuyu doymak bilmiyor çünkü.

Çift yönlü işleyen bu “doymazlık”, sürekli kendimizle ilgili sözde içerik üretmenin yanı sıra, başkalarının, ne dediği, ne yaptığı, ne yediği, ne içtiği, nereye gittiği, kimle olduğu ile ilgili bitip tükenmeyen bir “merak” uyandırıyor. Çalışırken, evde, seyahatte her ne yaparsak yapalım kısa aralar vererek bir yandan sürekli olarak instagram, facebook ve twitter üzerinden başkalarının hayatına bakıyoruz. Sosyal Medya olmasaydı eskiden haberdar olamayacağımız bu çokluğun eylemliliği yeni bir hastalığı doğuruyor; FOMO.(Fear of Missing Out-Sürekli bir şeyleri kaçırmaktan, yakalayamamaktan korkmak) Yapılan araştırmalarda katılımcıların büyük çoğunluğu insanların sosyal medyayı başkalarını kıskandırmak için kullandığına inanıyor. Yarısı ise her şeye yetişmeye çalıştıkları ve yetişemedikleri için rahatsızlık duyduklarını belirtiyorlar. Sosyal medya paylaşımlarının ise en çok kıskançlık ve suçluluk duygularını tetiklediği ise yine bulgular arasında. Her ne yaparsak yapalım, ne kadar vakit ayırırsak ayıralım, ne kadar sosyalleşirsek sosyalleşelim “kişi” bazında değil de kümülatif olarak baktığımız için hep bir eksiklik ve yetersizlik duygusu yaşamaya başladık. Üstelik bu kümülatif çoğunluğu oluşturan bileşenlerden biri olduğumuz için, bu toplu halüsinasyonda aynı duyguyu diğerlerinin yaşamasına da bir yandan biz sebep oluyoruz.

Sosyal Medya’nın dayattığı hız ve bu hıza bağlı olarak gelen yazıdan koparak görüntüye kayan yeni içerik biçemleri okuma alışkanlıklarından, dinleme, izleme alışkanlıklarına kadar kültür endüstrilerinde köklü bir değişikliğe yol açıyor.

Rahmetli Küçük İskender’in kendi şiirleri ile ilgili yazdığı bir anekdot durumu daha iyi kavrayabilmemiz için önemli. “Çünkü okur profilinde gayet ciddi sıkıntılar baş gösteriyor artık: Geçtiğimiz günlerde, yaygın bir iletişim sitesinde “en sevdiğiniz şiirlerim” tarzında gayet masum bir değerlendirme istedim kendim hakkımda; arkadaşlarca isimleri yazılan şiirlerin birçoğunun bir şekilde ses ve görüntü kayıtlarının internette dolaşımda olması, okur sözcüğünün yerini seyirci/dinleyiciye bıraktığının belirtilerinden sayılmaz mı?”[2]

MTV kültürüyle gelen, müziğin görselleştirilmesi ve görsellikle paketlenerek tüketiciye sunulması da sosyal medya’nın bu hızı karşısında yetersiz kalmaya başladı. Sosyal medyada saniyelerle önümüze gelen her yeni paylaşımda, yeni bir müzik parçasının üç ila beş dakikalık klibinin tamamını seyredebilecek kadar bir zaman bulabilmek büyük lüks artık. Çünkü her yeni paylaşım, artık “an” içerisinde eskiyor. İlginçtir müzisyen Ömer Ahunbay ile yaptığımız bir sohbette, bu durumun, müzik üretimindeki klasik kurgunun değişmesine yol açtığından bahsederek, Klasik formdaki intro, melodi, nakarat sıralamasında, insanların parçanın tutulmasını, akılda kalmasını sağlayan nakarat bölümüne gelecek kadar sabırları olmadığından yavaş yavaş partisyonların yerlerinin değiştiğini, klibin başında hedef kitleyi yakalamak için yeni üretilen müzik eserlerinin nakarat bölümüyle başladığını anlattı. Yakın bir gelecekte, nakarat bölümüyle sınırlanmış, çok daha kısa müzik eserlerine rastlarsak sanırım şaşırmamız gerekecek.

Öte yandan işin en acı yanı, sosyal medya’da paylaştığımız, beğendiğimiz, retweet ettiğimiz her şeyin nitelik olarak tartışılmalı olsa bile “içerik” olduğunu bilmiyor oluşumuz. Bir yandan sanal ortamda yeni bir kimlik kazanmaya çalışırken çoğu zaman düşünmeden ortaya koyduğumuz her eylem, bu “beğen” tuşuna basbak da olabilir, samimiye düşerek kurgudan uzaklaşarak tekrar paylaştığımız bir espri de olabilir satır aralarında bizle ilgili çok şey söylüyor. Yeni birisiyle tanıştığımızda artık önce sosyal medyada arattırıp fikir sahibi olmaya çalışıyoruz. Aynı şekilde yeni birisini işe alacağımız zaman da. Geçtiğimiz yıllarda, üniversitede öğrencilerle gerçekleştirdiğimiz küçük bir deneyde, bir saat zaman zarfında, o günlerde gündemde olan yerli bir film hakkında herkesin bir makale yazmasını istedim. Herkes film hakkında ne düşünüyorsa hiçbir kısıtlama olmadan onu kaleme aldı, kimi yerdi, kimi beğenisini dile getirmeye çalıştı. Bir saatlik sürenin sonunda tüm öğrencilerden makalelerini kendi imzaları ile kendi sosyal medya sayfalarında paylaşmalarını istedim. İki üç öğrenci dışında kimse paylaşmaya cesaret edemedi. Çünkü adı “makale” olarak tanımlanmış bir yazı, doğal olarak bir iddia taşıyordu ve altında kendi imzaları olduğu için kritize edilmekten, eleştirilmekten korktular. Çünkü “yazı”yı ciddi bir “içerik” olarak tanımlıyorlardı. Oysa hemen hemen hepsi aynı filmle ilgili olarak üzerinde hiç düşünmeden sosyal medya sayfalarında kısacık bir cümle ile sevdiğini veya yerdiğini belirtmiş, beğen tuşuna basmış, yeniden paylaşmış, gülücük işareti koymuş, sosyal medya dili ile kendilerini konumlamışlardı. “İçerik” ürettiklerinin farkında olmadan ve sosyal medyadaki her paylaşımlarının bir gün, bir yerde, birileri için (bu bir sevgili de olabilir, yeni görüşme yaptıkları bir işveren de) onları tanımlayacak veriler topluluğu olduğunu bilmeden.

Sosyal Medya’nın “içerik” algısı gibi değiştirdiği olgulardan biri de “aktivizm” algısı. “Dijital Aktivizm” olarak tanımlanan bu yeni biçem, örgütlenme, mesaj iletme, lobicilik, kaynak toplama ve yayınlama, takip etme, internet üzerinde eylemden tutun da, sokaktaki eylemler için “network” oluşturarak örgütlenme biçimine kadar bir yelpazeyi kapsıyor. Wikileaks’ten, Cablegate’e, Tahrir Meydanından “Occupy Wall Street / Wall Street’i İşgal Et” eylemlerine, SOPA ve PIPA yasalarına karşı geliştirilen muhalefete kadar karşılığını farklı eylemlerde bulmak mümkün. Bu başarılı örneklere karşılık, sosyal medya’nın konformizminin getirdiği, oturduğu yerden, çoğu zaman anonim ve gizli kimliğiyle, bir “tık”la kendini aktivist sanma eğiliminin artıyor olması ciddi bir problem. Özgür Uçkan’ın “Dijital Aktivizm mi? Aktivizm mi?” başlıklı yazısında durumu şöyle özetliyor;“Burada bir paragraf açıp, dijital aktivizmin sorunlu bir tarafından da söz etmek gerek. İnternet üzerinde bir kaç yere tıklayıp, bir kaç şey paylaşıp aktivist huzura erme, böylece de etkisizleşme tehlikesine işaret etmek için, “slacktivism” (dijital tembellik), “clicktivism” (tıklamacılık) gibi terimler üretildi. Bu terimler, benim “dijital fanus etkisi” dediğim bir sorunu ortaya koyuyor: “Dijital aktivizmin en önemli sorunu, “dijital fanus etkisi” diye adlandırdığımız bir dezavantajdan kaynaklanıyor: İnternetle sosyalleşen insanlar, bir banner’a tıklayarak Afrika’daki açları doyurduğunu, yağmur ormanlarını kurtardığını veya ozon deliğini kapattığını düşünmeye başlıyor! [Ancak] ağlarla gerçekliği [birleştirebilenler] bu fanus etkisini kırabiliyorlar. Dijital aktivizm, dijital olmayan hedeflere yönelik olarak ancak “hibrid” yapılarda işe yarıyor: Yani sokakla buluştuğu zaman…”

Sosyal Medya’daki davranış biçimlerimiz şaşırtıcı bir biçimde “ergen” davranışlarına benziyor. İster aktivizm olsun ister yukarıda saydığımız kurgusal varlık çabası için paylaştıklarımız olsun, çoğunluğun beğenisine/ilgisine hitap etme kaygısı yüzünden bir yandan bizleri “tek tip”leştiriyor. Okul arkadaşları tarafından dışlanmamak için farklılıklarını ortaya koyamayan, ortak paydalar üzerinden kendini konumlandıran ve popüler olmaya çalışan ergen çocuklar gibiyiz. Facebook’taki arkadaş, twitter ve instagramdaki takipçi sayımız ile kendimizi ve çevremizdekileri tanımlayarak değerlendirdiğimizden, yani “skor”a oynadığımızdan, nicelik peşinde koşarken niteliği(mizi) kaybediyoruz. Çünkü kendimiz olursak, yalnızca “biz” gibi olanlarla iletişim halinde olabileceğiz. Düşük rakamlar, düşük takipçi sayıları, düşük ektileşimler bizi değersiz hissettirecek, tıpkı öyle olanları değersiz gördüğümüz gibi. Bu yüzden sürekli çıtayı düşürmek zorundayız, yediden yetmiş yediye, her kültürden, her ideolojiden, her takımdan, her kültürden birilerini yakalayabilmek için tıpkı televizyon programları gibi “rayting” uğruna hiçbir şey söylemeden bir şeyler söylememiz gerekiyor.

Kendimize değil de, birbirimize baktığımızda, daha çok benzeşeceğimizi ve kimliğimizi kaybedeceğimizi görebilmek bu kadar mı zor?


[1] Guy Debord, “Gösteri Toplumu” Ayrıntı Yayınları

[2] Küçük İskender, “Bir Delinin Ot Defteri”, Sel Yayınları

Önceki İçerikA’dan Z’ye Memleket: Mustafa Hakkında Bir Şey…
Sonraki İçerikŞık ve Lezzetli: Somonlu Rulo
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz