Sevgili okur iki insan yanyana geldiğinde en çok neyi konuşuyorsa ben de onu yazacağım. Yoksulluğu. Yani herkesin şikayetçi olduğu ama kimsenin sorumluluğunu üstüne almadığı yoksulluğu. Bitirmek için adım atmadığı gittikçe artan, gittikçe zorlayan yoksulluğu. Şikayet ettiğimizde fırça yediğimiz yoksulluğu. Yoksul olduğumuzu söylediğimiz için sebep olanların fena halde kızıp, sinirlendiği…
Bazılarımız başkalarından daha iyi durumda olduğunu düşünerek “buna da şükür” diyor. Oysa çok küçük bir azınlık dışında çoğumuz yoksuluz.
Ve yoksulluk akıllı telefon müsamereleriyle yok olmuyor. Öğrenci evindeki menemenin sucuğuna laf söyleyerek geçmiyor. “Ama sinema bileti alıyorlar” diyerek bitmiyor.
Ay sonunu nelerden vazgeçerek getireceğini düşünen her insan yoksul. Bazılarımızın daha zor durumda olması bizim yoksul olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.
Marketlerde ezilmiş sebze ve meyve reyonlarının olması yoksulluktur.
Herhangi bir şeyin güzelliğini, sağlamlığını, hoşunuza gitmesini değil fiyatı ucuz olanı seçmek zorunda kalmak yoksulluktur.
Rahat ve mutlu olabileceğiniz değil başınızı sokabileceğiniz bir ev aramanız yoksulluktur.
12 ay çalışıp bir hafta tatile gitmek yoksulluktur. Yılda bir kez gidebildiğiniz tatili ucuza mal etmeye çalışmak yoksulluktur.
Patronların sömürünün üzerini örtmek için “bir işiniz var daha ne istiyorsunuz” demesi ve sizin ses çıkaramamanız yoksulluktur.
Pazara gitmek için akşam saatlerini beklemek, kilo ile değil tane ile almak yoksulluktur.
Hesap yapmak zorunda kalmak yoksulluktur.
Geçen yıl yapabildiğin pek çok şeyi bu yıl yapamıyor olmak yoksulluktur.
Kağıt toplayan çocukların artması ise yoksulluk değil açlık. Emeklilerin ekmek kuyruklarında beklemesi yoksulluk değil rezalet. İnsanların çöplerden yiyecek araması yoksulluk değil sefalet.
Kocaman havaalanları, geniş yollar ve uzun köprüler var. Lakin o havaalanlarından herhangi bir Avrupa ülkesine bir haftalığına gidip gezebilecek insanlarımızın sayısı oldukça sınırlı. Köprülerden geçebilenler de…
Öfkeliyiz evet,
Kızgınız evet,
Ve evet umudumuz da var. Ne kadar derine düşersek düşelim bir gün çıkacağımıza inanıyoruz.
Bu yüzden ve bütün bunlara rağmen ne kadarsa o kadar olan yağımızla kavrulup gidiyoruz.
“Parayla saadet olmaz” diyen atamızın parası olmadığından böyle dediğine yüzde yüz eminim. Bir züğürt avuntusu olarak söylediğini yıllardır tekrarlıyoruz gibi geliyor. Lakin parayla olamayacak şeyleri ben de biraz biliyorum.
Birkaç gün sesiniz soluğunuz çıkmadığında kaygıyla “iyi misin” diye soran insanları parayla edinemezsiniz.
Yüzünüz düştüğünde, yüreğiniz kabardığında tasalanan insanların olması altından kıymetlidir
Acınla, yaranla yüzleşip onunla yaşamayı öğrenmeni sağlayacak bir para birimi yok.
Koruma ordusu yerine sokakta tek başına yürüyebilmek bütün kredi notlarından daha iyidir.
Hasılı yoksuluz ama gönlümüz hakikaten zengin.
Züğürt avuntusu mu belki.
Hiç kimsenin ayağını kaydırmadan, bile isteye canını acıtmadan yaşamayı tercih etmek zenginliktir.
Aynaya baktığın suretten utanmamak, o surete yalan söylememek zenginliktir.
Başını yastığa huzurla koymak zenginliktir. Çünkü vicdan kadar rahat bir yastığı hâlâ yapamadılar.
Koruyan, kollayan, üstünüze titreyen dostlarınızın olması zenginliktir. Hiçbir çıkar gözetmeden, canını acıtmak pahasına yüzüne doğruları söyleyen, omzunu yasladığın insan biriktirmek servettir.
Bilanço yapacak olursak maddi olarak hepimiz yoksuluz, manevi olarak bizden zengini az…
Benim tercihim kıt kanaat ama dayanışarak ayakta kalmak ve yanımdakilerle yaslana yaslana belki yalpaya yalpalaya ama kol kola yürümek.
Neticede bütün sokaklar eninde sonunda denize çıkar.
Cüzdanınız dolu, ekstreniz az sıfırlı, kalbiniz ferah olsun.
Kimsenin satın alamadığı, alamayacağı iç huzurunuzdan öperim.
Kargo: Buraya bir kitap bırakıyorum. Kadir Işık “Herkesten Uzakta” kitabıyla insanın insana ettiklerini ve edemediklerini anlatıyor.
Buraya bir şarkı bırakıyorum. Can Temiz “Altın Gibi Ağır” şarkısında “Neden vaktim varken daha fazla sarılmadım?” diyor.