Mehmet Said Aydın

0
415

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Bir bibliyoman mısınız yoksa iyi bir okur musunuz? Bu e-postayı aldıysanız zaten sizi iyi bir okur olarak kabul etmişiz demektir 🙂 Bu iki kavramı nasıl tanımlarsınız?

Mehmet Said Aydın: Bibliyoman olduğumu iddia etmem kurumlanmak olur sanırım ama kendimi birey olarak anımsadığım ilk günden bu yana (hatta anımsamadığım zamanlardan ebeveynlerimin ve akrabalarımın anlattıklarıyla) hep kitap vardı. Kitapsız, okumaksız, kitapçısız, kütüphanesiz herhangi bir zaman, an, vakit, dönem, durum anımsamıyorum. Hayatımın önemli bir bölümünde kitap yayıncılığı yaptığım için, birileri bana “iyi okur” demiş oldu sanıyorum çünkü yayıncılığın dünya ölçeğinde birinci şartı, iyi okurluk olmalı. Kitap peşinde çok zaman geçirdim, henüz dosya halinde de birçok kitaba talip oldum profesyonel olarak. Bibliyoman değil de bibliyofile daha yakınım sanıyorum.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Sahip olduğunuz kitaplar sizin için bir kitaplık mı yoksa bir kütüphane mi? Ayrımı nerede koyuyorsunuz? Yaklaşık kaç adet kitabınız var?

Mehmet Said Aydın: Bahsini edeceksem dilime “kütüphane” diye getiriyorum ama aslında kitaplık tabii. Kütüphane kurumsal bir şey; devletin, üniversitelerin, vakıfların… kütüphaneleri olur, bizimkiler kişisel kitaplıklar. Ama kitaplık deyince de insana sanki eşyayı tarif ediyor gibi geliyor. İçinde kitap olmasa da, içine kitap konulsun diye tasarlanmış bir eşyanın adı da kitaplık. Yüksek lisans talebesiyken Ankara’da, ev arkadaşım Eren’le ev ararken Tunalı Hilmi’nin başında bir ev bulmuştuk. Evi tutmamızın birinci sebebi, salonunun “kendinden kitaplıklı” olmasıydı. Bizim için kullanışlı ama tuhaf bir mimari seçimi vardı salonun; koridorların bir duvarı kitaplıkların sırtıydı ve taşındığımızda yaptığımız ilk iş, daha tabak çanak yahut üst baş çıkarmadan, kitapları “kendinden kitaplıklı” salona dizmek olmuştu. Kaç adet kitabım var sorusuna da çok sevdiğim, müşterisi de olduğum “Küçük Lütfi”nin (Sahaf Lütfi Bayer – Babil Sahaf) nadirkitap.com’daki söyleşisinde söylediği sözü anımsıyorum: “Kitap saymaya gelmez”. Kabaca şöyle bir sayı verebilirim ama sanıyorum; beş binden çok altı binden az.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Okumaya ve kitaplara ilginizi gerçek anlamda etkileyen biri ya da birileri oldu mu?

Mehmet Said Aydın: Elinde kitap gördüğüm ilk insan amcam olmalı. Okuma yazmayı henüz söktüğüm günlerdi, amcam da lisede miydi acaba yahut yeni mi bitirmişti, politik bilincin mütemmim cüzü olarak kitap okuyordu ve güzel müzikler dinliyordu. Sonra öğretmenlerim, bilhassa Türkçe-edebiyat öğretmenlerim. İçlerinden müstesna yeri olanı Erdal Can hocam. Akabinde abiler, ablalar, arkadaşlar, ahbaplar. Doğru düzgün okuma yazma faaliyetim 90’ların ortasından başlıyor dersek, memleketim Kızıltepe kitaba yatkın birçok kimseyi içinde barındırıyordu o yıllarda.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Her kitabın yolculuğu ilginçtir. Kütüphanenize geliş hikayesi sizin açınızdan ilginç enteresan bir kitabınız var mı?

Mehmet Said Aydın: Çok var – anlatması çok uzun sürer. Bana geliş hikâyesini anlatabileceğim en az iki raf kitap vardır şu an evde. O yüzden efemeratik iki hikâye anlatmak isterim yayıncılık günlerimden. İlki, Adalet Ağaoğlu’nun yayınevine yolladığı tashih faksları. Adalet Hanım düzeltilerini kâğıt üstünde yapıp yayınevine faksla yollardı, onlardan birkaçı duruyor bende. Bir de Sevan Nişanyan kitaplarından birinin tekrar baskısını yaparken, Nişanyan’ın kareli bir deftere el yazısıyla tuttuğu ve cezaevinden yolladığı notları var terekemde. Bu ikisinin bana geliş hikâyelerini seviyorum.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap alırken hangi kriterlere göre hareket ediyorsunuz? Konu mu, yazar mı, yayınevi mi, baskı kalitesi mi, çeviriyse çevirmenin ismi mi sizi o kitabı edinmeye yöneltir?

Mehmet Said Aydın: Henüz yayıncılık yapmazken, şiir kitapları hariç, yayınevi çok önemli bir şeydi benim için. “O yayınevinden çıkmışsa okunmalıdır” gibi bir kabulüm vardı – çok da değişmiş değil bu meyanda. Ama yıllar içinde hususen peşine düştüğüm meraklar, bağlamlar, yazarlar… oldu elbette. Onları toplamaya, takip etmeye çalıştım. Sözgelimi, Vedat Türkali’nin Bir Gün Tek Başına romanının bütün edisyonlarını topladım – aynı yayınevinin içinde kapağı değişmişse dahi. Yahut Türkçede Pir Sultan’la ilgili (ona ait ve onun üzerine yazılmış) her şeyi toplamaya çalıştım, şu an birkaç raf yekûn ediyorlar. Alevi-Bektaşi meselesine dair kendimce dişe dokunur bulduğum her kitabı da keza. Bazı niş yayınevlerinin bütün kitaplarını edinmeye çalıştım. Türkçenin bütün etimoloji sözlüklerini toplamaya gayret ettim ve elim erdikçe önemli bulduğum bütün sözlükleri. Kurgu dışı diye tarif edilen kısımda ise mektup, günlük, anı ve biyografi okumayı çok severim, onları topluyorum. Tercüme bağlamında da tercümanına illa bakarım, sevdiğim bir tercüman, pek de iyi bilmediğim bir yazarın kitabını çevirdiyse, “Vardır bir bildiği” deyip almaya, okumaya çalışırım. Kütüphanem ağırlıklı biçimde iki dilli olduğu için (Türkçe ve Kürtçe) tercümana bakmak mühim bir mesai benim için. Sözgelimi Selim Temo’nun Kürtçeden Türkçeye çevirdiği her şey var kütüphanemde.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kıskandığınız, görüp, duyup, ziyaret edip imrendiğiniz kütüphaneler var mı? En etkileyici bulduğunuz kütüphaneler kimlerin? Kütüphanenizde olmayan ama bir gün mutlaka olsun istediğiniz kitaplar var mı?

Mehmet Said Aydın: İlk imrendiğim kütüphane, yukarıda adını andığım merhum öğretmenim Erdal Can’ın kütüphanesiydi. Lise 1 talebesi olmalıyım, hoca-öğrenci ilişkimiz ahbaplığa doğru evriliyordu, ailesiyle yaşadıkları, devasa bir salona muntazaman dizilmiş o kütüphaneyi gördüğümde şapkam uçmuştu. İnsan geçmişten anımsadığı kimi şeylerin yıllar içinde “O kadar da büyük” olmadığını fark eder ya (“İlkokuldaki bahçe o kadar da büyük değilmiş” duygusu), Erdal Hoca’nın kütüphanesinin böyle olmadığından o an dahi emindim. Devamında müthiş kişisel kütüphaneler gördüm – hem editörlüğünü yaptığım yazarlardan hem ahbaplarımdan. Müteveffa Roni Margulies’in koleksiyon değeri de çok yüksek çok kuvvetli bir kütüphanesi ve müthiş bir efemera koleksiyonu vardı mesela. Süreyyya Evren’in ve Neval Güven’in, komşuluk ettiğimiz günlerde faydalandığım ve sanat/psikoloji ağırlıklı çok sevdiğim bir kütüphaneleri vardır. Selim Temo’nun ve Yalçın Armağan’ın şahane kütüphanelerini de eşelemişliğim mevcut. Bizzat kütüphanesi üzerine yazdıklarından ötürü merak ettiğim Enis Batur kütüphanesinden söz edebilirim – ve belki Selçuk Altun’un. Artık görmemin mümkün olmadığı ama hem okuduklarımdan hem dinlediklerimden çok merak ettiğim ve göremeyeceğim için hayıflandığım bir kütüphane (daha doğrusu oda) var; Necatigil’in “dünyadan büyük” odası. Bir gün mutlaka kütüphanemde olsun istediğim kitap adedi de çok, bahsi çok uzun olur. Oktay Rifat imzasının peşinde koşmuştum bir zamanlar, sonrasında sevgili dostum Ahmet Nebi Demirtaş (Salpa Sahaf) sayesinde eriştim. Gerisi Allah kerim.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Henüz kütüphanenizde olmayan ve belki hiçbir zaman olamayacak ama bir gün mutlaka olsun diye hayalini kurduğunuz kitaplar var mı?

Mehmet Said Aydın: Hiçbir zaman olmayacak kısmına pek kafa yatırmadım ama Adam Yayıncılık’ın şömizli küçük boy kitaplarının tamamına bir gün ulaşabilmeyi umuyorum.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Elbette her kitap değerlidir ama kütüphanenizde “yangında ilk kurtarılacak kitaplar” hangileri? Neden?”

Mehmet Said Aydın: Yaklaşık dört raf koleksiyon kitabı var, sanırım onlardır. İlk baskılar ve imzalılar. Bir de zamanla, yer sorunundan ötürü kendiliğinden eksilmek zorunda kalan dergiler var. Azalta azalta kendimce en kıymetlileri ayırdım, onlar da yangında ilk kurtarılırsa memnun olurum sanıyorum.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Arzu nesnesi olarak baktığınız kitaplarınız hangileri?

Mehmet Said Aydın: Ben kırtasiyenin tamamına arzu nesnesi olarak bakıyor olabilirim. Defterler, kalemler, gramajına ve cinsine göre kâğıtlar, kitap ağırlıkları, pergeller, cetveller, mürekkepler, silgiler, rahleler, kalem açacakları, zarflar… Epeyce peşine düştüğüm kalem de var, defter de. Çekoslovakya zamanından kalma kurşun kalem ve pergeller mesela, az bulunan renklerden mürekkepler yahut bütün boylarıyla Rhodia defterler. Hastalığa yakın ama tedavi olmaya pek gönüllü olmadığım bir durum bu. Arzu nesnesi kabilinden sayabileceğim ilk kitap Turgut Uyar’ın Divan’ının ilk baskısı olmuştu. En son Tutunamayanlar’ın Sinan Yayınları baskısının iki cildine de eriştim mesela – o arzu nesnesi kitaplardan biriydi, bilhassa ikinci cildi. Bir de Gülten Akın’ın külliyatının ilk baskıları için uğraşmıştım yıllar evvel.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap verme konusunda cömert biri misiniz? Zaman zaman kütüphanenizi hafifletmek için ayıklama yapıyor musunuz? Kriterleriniz neler?

Mehmet Said Aydın: Cömert sayılmam o konuda. Zaman içinde çevredekiler de sanırım bu hastalık meylini anladığı için benden kitap istememeye başladı. Bazen arkadaşlarıma kitap hediye ediyorum ama. Herkesin gündemi başka oluyor, kimi insan baskısı tükenmiş kitaba erişimi tam bilemiyor, öyle durumlarda sevdiğim insanların yerine o kitaba ulaşmayı ve hediye etmeyi seviyorum. Kütüphanemi iki taşınmada çok hafifletmiştim, o yüzden artık hafifleteceğimi sanmıyorum, küçük küçük hediye etmeler ve mükerrer olanları ayıklamak dışında.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Hiç kitap çaldınız mı?

Mehmet Said Aydın: Lisansın ikinci yılında bir tür öğrenci sporu olarak fuardan kitap çalmıştım, evet. Yıllar sonra fuarda tezgâhın önünde değil de arkasında durduğum yayıncılık zamanında da o yaptığımın bedeli gibi, kimi öğrenci arkadaşı görmezden geldim diyelim. Tefrite varmadığı sürece bir öğrenci folkloru olarak kitap çalmanın devam etmesi gerektiğini düşünüyorum doğrusu. Bir de, bilmeden çaldığım iki kitap var kütüphanemde; fakülte kütüphanesinden aldığım ama geri vermeyi unuttuğum ve kimsenin sormadığı YKY baskısı iki Ece Ayhan kitabı.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitaplarınızı hangi dizine göre yerleştiriyorsunuz? Yayınevi? Yazar? Konu vb.

Mehmet Said Aydın: İki kere denedim tasnif ve tanzim etmeyi; ikisinde de yayınevine göre ayırıp soyadı sırasına göre dizmiştim. Ama taşınmalarımdan birinde artık tasnif edilecek durumdan çıktı, ben de ucunu bıraktım. Şimdi birkaç konu başlığı hariç, dağınık duruyor kitaplar ama yerlerini az çok biliyorum diyelim. Dahası, bir tür açık raf kütüphane gibi, A kitabı ararken B kitaba rastlayıp ona dalmak, ayaküstü de olsa o aramadığım kitabı karıştırmak, oradan bir şeye tutulup başka benzer kitaba gitmek hallerini de seviyorum. O yüzden nasıl ki “Kitap saymaya gelmez”se, sanırım bir süredir “Kitap tasnif edilmeye de gelmez” diye düşünüyorum. Tembelliğime gerekçe uyduruyor da olabilirim.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Siz göçtükten sonra kütüphaneniz için şimdiden hazırladığınız bir plan var mı?

Mehmet Said Aydın: Evet var. Benim evim Kızıltepe ve ben göçtükten sonra kitaplar tasnif tanzim edilmiş ve kamusal kullanıma açık biçimde orada olsun planım var.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okuma ritüelleriniz var mıdır? Her yerde okurum, akşamları okurum, okurken müzik dinlerim vb.

Mehmet Said Aydın: En çok evde, uzanarak okudum ömrüm boyunca. Ama kütüphanelerde, toplu taşımalarda, kafelerde, iş yerlerinde, açık alanlarda da çok okumuşluğum var. Gürültüyü ya da fiziki manileri çok önemsemem. İdeal olanı ama, çok da kuvvetli olmayan bir ışıkla, yatarak okumaktır benim için.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okurken altını çizer veya sayfa kenarlarına not alır mısınız? Kartoteks kullanır veya bir deftere not alır mısınız?

Mehmet Said Aydın: Bir zamanlar çok ihtimam gösterirdim, altını dahi çizmezdim pek. Sonra değişti; sayfa da kıvırıyorum, altını da çiziyorum, derkenar notları da alıyorum. Deftere kitap notu aldığım söylenemez ama çok uzun yıllardır günlük tutuyorum, şiirlerin ilk halini deftere yazıyorum, dolayısıyla defterle kurduğum ilişki kendiliğinden başka türlü. Kartoteks kullanmadım ama özendiğim bir şey oldu hep o tasnif biçimi. Kısa bir süre, çıktısını aldığım makaleleri dosyalamıştım ama o konuda çok muvaffak olamadım. Nazlı Eray’dan, Murathan Mungan’ın tasnif konusunda çok tertipli olduğunu dinlemiştim bir söyleşide, ona özenmişliğim var.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitap okurken kaldığınız yeri işaretlemek için ayraç mı kullanırsınız yoksa sayfa ucunu katlar mısınız?

Mehmet Said Aydın: Kırtasiyenin neredeyse tamamına tutkuyla bağlıyım ama ayraç hiç sevmem. Aldığım kitabın içinden ayraç çıkınca derhal atarım, adeta kurtulmak isterim. Birden fazla kitabı aynı anda okuduğum için, kaldığım yeri bulma oyununu da seviyorum. Bir kitabı elimden bırakacaksam, mümkünse çeyrek, yarım ya da tamlarda bırakmaya çalışırım. 71. sayfadaysam mesela ve çok uykum gelmişse, kendimi 75’e kadar zorlarım, dolayısıyla yerini bulmak o kadar zor olmaz. Eğer yerini bulamayıp birkaç sayfayı tekrar okuduysam da “Demek ki buraları ikinci kere okumalıymışım,” diye düşünürüm. Alıntı yapacağım bir kitapsa okuduğum, unutmamak için sayfayı kıvırdığım da olmuştur.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kitabın size ait olduğunu gösteren özel işaretler, belirticiler kullanır mısınız? Size özel bir Exlibris’iniz var mı?

Mehmet Said Aydın: Endüstriyel bir exlibris’im var ama kullanmak her zaman aklıma gelmiyor. Kitabın ilk sayfasına kitabı edindiğim tarihi, notu aldığım semti ve paraf sayılır bir imzayı not düşüyorum ekseriyetle. İş gereği edindiğim ve elimden çıkaracağımı bildiğim kitaplara mümkünse ne not düşerim ne de altını çizerim.

Ulvi Yaman – Halil Duranay: Kütüphanenizde kitap dışında sizin için özel bir anlam taşıyan obje veya objeler var mı? Neler ve neden?

Mehmet Said Aydın: Kırtasiye eşyasının bir kısmı mecburen kitaplıklarda duruyor – en çok defterler. Resimlerini de çok sevdiğim şair Metin Eloğlu’nun puldan hallice bir resmi ve Aliye Arslan’ın bir maskı duruyor raflarda şu an. Rafların bazısı iki hatta üç sıra kitapla tıka basa dolu olduğu için, başka eşyaya pek yer kalmadı.

Not: Mehmet Said Aydın’ın fotoğrafları Erdost Yıldırım, kütüphane fotoğrafları Mehmed Said Aydın tarafından çekilmiştir

Önceki İçerikKurumsal Rasyonellik
Sonraki İçerikTürkiye’de Sanatsal İfade Özgürlüğü Temmuz 2024 Raporu
1966, İstanbul doğumlu. Marmara Üniversitesi, Basın-Yayın Yüksek Okulu,Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Aynı üniversitenin Radyo ve Televizyon Bölümü’nde yüksek lisans yaptı ve doktora çalışmasına devam etti, tez aşamasında ayrıldı. 1984-1989 yılları arasında, bir yandan okurken bir yandan Toros Mühendislik şirketinde İthalat ve Pazarlama Müdürü olarak görev yaptı. , yine aynı yıllar arasında UNESCO’ya bağlı, kar amacı gütmeyen uluslararası programlara sahip “The Experiment In International Living in Turkey”de Program Koordinatörlüğü görevini yürüttü. 1991 yılında Şeker Sigorta’da Reorganizasyon, Pazarlama ve Reklam Müdürü olarak mesleki kariyerine başladı. 1993 yılında Oyak Sigorta’da Reklam Müdürü olarak görev aldı. Dream Design Factory’de 7 yıl Genel Koordinatörlük, (dDf'teki son 3 yılında dDf’nin yan kuruluşu olan dda, Dream Design Advertising’de Müşteri İlişkileri Direktörlüğü) Capital Events’de 2 yıl Genel Koordinatörlük görevlerinde bulundu. 2003 yılında X-event’in kurucu ortaklarından biri olarak, şirketinin genel koordinatörlük görevini üstlendi. 2005-14 yılları arasında Farkyeri Reklam Ajansının Kurucu Ortakları arasında yer aldı. Ulusal ve uluslararası müşteriler için yüzlerce başarılı projeyi hayata geçirdi.Reklamcılık ve Etkinlik Yönetimi alanlarında bir çok ödül aldı. İstanbul Modern Sanatlar Galerisi’nde Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yaptı. Doğrudan Pazarlama İletişimcileri Derneği Genel Koordinatör olarak görev yaptı. Çeşitli kitap projelerine katkıda bulundu, çeşitli dergi ve gazetelerde yazı, araştırma ve makaleleri yayınlandı. Halen bir çok ajans ve markaya danışmanlık vermektedir. TTNet'in "Yaratıcıya Destek, Yaratıcı Ekonomiye Destek" projesinin eğitmenlerinden oldu. 2006-2011 yılları arasında Bilgi Üniversitesi, Reklamcılık Bölümü’nde, “Etkinlik Yönetimi” dersleri verdi. Fenerbahçe Kulübü, Yüksek Divan Kurulu Üyesidir Specialties: Advertising, Event Management and Marketing, Special Project

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz