Başarılı bir iş kadını, Beşiktaş’ın her zaman için yengesi, twitter’ın muzip, evin yaramaz kızı, muhteşem bir anne… Kimi zaman bir galada, kimi zaman şık bir restoranda kimi zaman Vogue dergisinin moda/stil sayfalarında, kimi zaman yurt dışında eli ceplerinde sokaklarda gezerken, kimi zaman Seine kıyısında kahve içerken kimi zaman Kadıköy’ün sokaklarında salaş bir meyhanede, kimi zaman tribünlerde rastlayabileceğiniz, içi dışı bir, yerinde duramayan, alımlı, hilesiz, trüksüz, herkesle iletişim kurabilen, neşe dolu, bir an için bile enerjisini düşük göremeyeceğiniz, sosyal konularda tavrını koymaktan çekinmeyen, kitap kurdu, yazı sevdalısı, stil sahibi, aklından geçeni paldır küldür söyleyen, dışı sert, içi duygusal, samimi, hüzünlü, güzel, naif, kibar, kostak, twitterda genç kızların Sedef ablası… Ve her şeyden önemlisi; “canım sıkkın” dediğinizde işi gücü bırakıp sizi saatlerce dinleyecek, “kötüyüm” dediğinizde iki eli kızıl kanda olsa atlayıp gelecek, arkadaşınız olmasından büyük mutluluk duyacağınız bir dost… Yine her zamanki naifliğiyle “hadi bir röportaj yapalım Sedef” dediğimde kırmadı, tüm yoğunluğunun arasında vakit ayırdı ve sorularıma cevap verdi. Sedef Orman “Matruşka” gibi bir kadın, içi sürprizlerle dolu, tanıdıkça her kaldırdığınız bölümün altından, bambaşka, yepyeni, şaşırtıcı bir Sedef çıkıyor… Merak ettiyseniz, buyurun o zaman sohbetimize… Ulvi Yaman
Ulvi Yaman: Sedef öncelikle çok teşekkür ederim, beni kırmayıp vakit ayırdığın için. 1974’de kurulan Derimod’da ikinci kuşak olarak iş başındasınız. Üç yıl sonra yarım asırlık bir şirket olacak Derimod. Deri ve Modayı birleştirmek gayesiyle yola çıkan şirket bugüne kadar bir çok ilke imza ve cesurca adımlar attı. Türkiye’de yüze yakın (85 mağazamız var diyerek düzeltiyor) mağazanın tamamı size ait, franchasing sadece yurt dışına veriyorsunuz. Ortadoğu ve Rusya pazarlarından sonra Avrupa’da da yatırımlarınız başladı diye biliyorum. Şuraya bağlayacağım; Türkeye’den bir dünya markası çıkmaz ya da çok zor çıkar denilir hep, bir dünya markası olabildiniz mi? Olabilecek misiniz? Şirketin geçmişini de özetleyerek Derimod vizyonunu bizle biraz paylaşır mısın?
Sedef Orman: 1974 yılında deriyi moda ile birleştirmek amacıyla yola çıkan Derimod’un ben ikinci jenerasyonuyum ama aslında deri sektöründe dördüncü jenerasyonum. Ailemizin kökleri Makedonya’da lüks tren koltukları için deri üreten bir aile ve sonra büyük babamız da Kazlıçeşme’ye gelip tabakhane kuruyor. Sonra da dayım Ümit Zaim ve annem Zerrin Zaim derinin konfeksiyon ve giysi kısmında büyüyorlar . Gerçekten deri sektöründe bir çok ilke imza atıp adeta okul olmuştur Derimod. Bugün çok büyük olan deri sektöründe başarılı olan tüm firmaların muhakkak geçmişinde bir Derimod bağlantısı ya da Derimod’da çalışılmışlığı vardır ki bununla hep gurur duyduk. Türkiye’den dünya markası çıkması kolay değil, özellikle moda perakendesi konusunda bütün köşe başları kapılmış durumda ama Getir gibi teknolojiye dayalı servis şirketlerinin başarılarını görüyoruz. Bizim de yurt dışı stratejimiz önce yakın coğrafyamızda yani Orta Doğu, Rusya, Türki Cumhuriyetler ve Balkanlar gibi ülkelerde marka olmak ki bunu başardık. Sonrasında ise dünyaya açılmak kısmını şimdilik pandemi ve belirsizlikler sebebiyle askıya aldık. Biz deri ceketci olarak çıktığımız bu yolda son 10 senedir artık ciddi ciddi ayakkabıcı olduk. Bizim ikinci işimiz olmasına rağmen orta- üst segmente şu an sektör lideriyiz. Ve yatırımlarımızın çoğunu ayakkabıya yapıyoruz ve ayakkabıda inanılmaz bir büyüme trendi yakaladık.
Ulvi Yaman: Aile şirketi olmanın zorluklarını yaşıyor musunuz? Kuşaklar arası çatışma, vizyonlar, hedefler, yatırımlar anlamında soruyorum? Birinci kuşakla hedefleriniz, iş yapma tarzınız örtüşüyor mu?
Sedef Orman: Açıkçası aile şirketi olmanın zorluğunu hiç yaşamadık. Bunun en önemli sebebi asıl büyük patronların hep bizim vizyonumuzu desteklemesi ve kendilerini de hep güncel tutmayı becerebilmesi bence. Biz şu anda kuzenlerim Murat Zaim ve Ali Zaim ile işin başındayız. Ben deri ceket üretim, pazarlama, marka yönetimi ve tüm kreatif bölümlerin başındayım. Ali ayakkabı bölümünün başında ki ayakkabı çok hızlı büyüdüğümüz ve son birkaç senedir kendi segmentimizde sektör lideri olduğumuz bir bölüm, Murat ise tüm satış, mağazacılık ve iş geliştirme bölümlerinin başında. Yani ikinci jenerasyon çok güzel bir sinerji yakalamış ve büyüklerimizin gözü arkada kalmadan şirketi teslim ettikleri bir yapıda ancak elbette biz onların bilgileri ve tecrübelerinden her daim yararlanıyoruz. Her başımız sıkıştığında Ümit Zaim’i devreye sokuyoruz.
Ulvi Yaman: Yanılıyorsam düzelt lütfen, sen kreasyonlardan ve üretimlerden sorumlusun diye biliyorum. Aynı zamanda reklam, PR gibi pazarlama faaliyetlerinden. Özellikle Avrupa’da fiyat açısından avantajlısınızdır diye tahimn ediyorum peki tasarım anlamında da rekabetçi olabildiniz mi? Moda denilince çünkü akla ilk İtalya, Fransa gibi ülkeler ve markalar geliyor, ne durumdasınız tasarım açısından? Araştırmalar mutlaka yaptırıyorsunuzdur, Derimod’un yurt dışında algısı nasıl? Markayı nereye konumlandırdınız ve karşılık buldu mu? Ucuz ve kaliteli bir marka algısı mı var, yoksa tasarımla da ön plana çıkabiliyor mu?
Sedef Orman: Eğer kendin tasarımcı değilsen sadece tasarımla ön plana çıkan bir perakende markası olmak imkansız. Biz kendi segmentimizde yani orta- üst gelir gurubunda hem deri cekette hem ayakkabıda lideriz. Yurt dışına açılırken de marka algımızı “affordable luxury” yani ulaşabilinir lüks olarak koyduk. Bizim de tasarım ekiplerimizin büyük kısmı İtalyan. Moda ve trend satıyoruz ama günün “high end” trendlerine daha ticari dokunuşlar yaparak müşterimize sunuyoruz. Bu konuda da çok başarılı olduğumuzu düşünüyorum.
Sedef Orman: Ben senin gibi eski tip konvensiyonel reklamcılıktan geldiğim ve o şaşalı günleri yaşadığım için açıkçası gazete, dergi reklamlarının kan kaybetmesine çok üzülüyorum. 90,lı, 2000’li yıllarda Hürriyet gazetesinin arka kapağına verdiğimiz tam sayfa moda reklamlarının keyfini başka hiçbir reklamda görmedim açıkçası, akşam baskılarını almaya giderdik gece yarısı, öyle bir heyecan. Şimdilerde artık sadece sosyal medya, dijital ve influencer marketing kullanıyoruz desem yalan olmaz. Bir de TV reklamlarımız var. Dijitalin en büyük avantajı ölçülebilir olması. Kaç kişi reklamı gördü, kaç kişi tıkladı, kaç kişi ordan online siteyi gidip alışveriş yaptı kısmını görmek ve bunu harcadığın para ile ölçümlendirmek çok değerli tabii. Derimod’un kurumsal markasını yöneten arkadaşlarımız var tabii, orada benim çok dahilim yok ama tabii ki içerik ve samimi dil olarak etkim vardır?
Ulvi Yaman: Özellikle twitter’da insanların alışık olduğu; mesafeli, soğuk, stratejik olarak farklı bir algı yaratmaya çalışan iş insanlarından çok farklı, alışılmadık bir profilin var. Herkesle iletişim halinde, sıcak, aklından geçeni sansürlemeden söyleyen…. İş hayatında da böyle misin? Çalışma arkadaşların, şirket çalışanları, müşteriler, tedarikçiler? Yoksa kurumsal hayat, iş hayatında farklı bir duruş sergilemeyi zorluyor mu?
Sedef Orman: Aynıyım her yerde. Biraz da şuursuzluk belki bu? farklı duruş sergilemeye inanmıyorum. Doğru, sıcak, samimi iletişimle çözülmeyecek bir iş olduğunu düşünmüyorum. Hep şakayla karışık söylüyorum ben twitter’da keşfedildim diye? kendimce komiklikler yapıp, saçmalıyordum ama birden bu tarz çok sevilldi ve çok takipçim oldu. Aslında işin aslı şu; benim küçüklüğümden beri hep gözlemlerim çok iyidir, hep hikayelerim vardı anlatacak ama hiperaktif olduğum için uzun bir şeyler anlatmaktan çok sıkılırım. Yani senin anlayacağın kısa, komik anlatma sanatı benim işimdi zaten ben twitter’da kendi mecramı bulmuş oldum?
Ulvi Yaman: Özellikle mesleğin olduğu için ve bir çok yerde dile getirdiğin için soruyorum; modayı, trendleri takip etmek ile stil sahibi olmak arasında ne fark var? Sen kendi stilini nasıl tanımlarsın?
Sedef Orman: Stil sahibi olmanın genel moda ve trendlerle ilgisi yok bence. Stil bir yaşam tarzı. Evinin dekorasyonundan, kıyafetine, sık gittiğin mekanlardan, arkadaş çevrene, tatil alışkanlıklarına kadar her şey senin stilin. Benim stilim ne dersen; ben daha çok deneysel derim. Günlük moduma göre değişen bir stil. Ama en çok kullandığım parçalar uzun elbiseler, biker deri ceketler, Air Jordan ya da Stan Smith ayakkabılarım. Bir de herhangi bir markanın o sezon en moda olmuş, en görülmüş parçasını asla almam, daha zamansız benim stilim.
Ulvi Yaman: Yoğun bir iş hayatı, annelik, seyahatler, sosyal medya, iş yemekleri vb. Yorulmadın mı? Seni ne zaman görsem çok enerjiksin, hiç yorgun görmedim, sesin hiç yorgun gelmedi? Bir kısmı kişiliğinden kaynaklanıyor eyvallah ama yine de zor, nasıl başarıyorsun?
Sedef Orman: Bu saydıklarından hiç yorulmadım açıkçası, ben buyum ama son bir senede pandemi kaynaklı kısıtlamalar, belirsizlik, sevdiklerimin sağlığı için endişelenmek çok yordu beni.
Ulvi Yaman: Gelelim Beşiktaş’ın yengesi olma durumuna, Fikret beyden ayrıldıktan sonra bile “Beşiktaş’ın yengesi” olma durumu kaldı. Gerçi sosyal medyadan gördügüm kadarıyla Beşiktaşlıların yengesi olma durumunun yanı sıra twitterda genç kızların ve oğlanların “Sedef Ablası” olma durumu da var. Özellikle anonim olarak her aklına gelenin yazıldığı, acımasızsa eleştirilerin olduğu bir ortamda, görece bir dokunulmazlık pelerinin var. Takipçilerinle sıcak bir ilişkin var, ulaşılmaz, uzak değilsin, sana soru sorup, danışabiliyorla, şakalaşabiliyorlar, ne düşünüyorsun bu konuda?
Sedef Orman: Çok seviyorum bu durumu. Gerçekte benim yengeliğim çoktan bitti hatta başkanın da başkanlığı bitti ama bizim Beşiktaş’lılarla sevgi bağımız hiç bitmedi. Aslına bakarsan sosyal medyada yakaladığım bu samimi ortamı ve takipçilerimle dostluk durumunu çok büyülü buluyorum. Normal şartlarda hiçbir ortamda karşılaşma, tanışma imkanım olmayan insanlarla sosyal medya sayesinde tanıştım ve birbirimizle çok şey paylaştık, çok şey öğrendik. Reel hayatta çevremde görmediğim kadar zeki, komik, çılgın genç var sosyal medyada ve ben gerçekten onlarla iletişimimden çok keyif alıyorum. Bence sosyal medyanın en büyük gücü bu.
Ulvi Yaman: Kızlarınla iişkin nasıl bir anne olarak? Genelde senin, benim karakterimdeki insanlar çocukları büyüyünce rolleri değiştirirler, çocuklar daha tutucu, konservatif olup ebeveyn rolü üstlenirler, ebeveynler kontrol edilmesi gereken çocuk durumuna düşer. Sizde nasıl? Evin yerinde duramayan, haylaz çocuğu sen oldun mu? Özellikle sosyal medyadaki paylaşımların, kendin olma durumuyla ilgili eleştiriyorlar mı?
Sedef Orman: Gerçekten çok doğru söyledin? evin haylazı benim gibi, en azından en aklı başındasının ben olmadığım kesin? Allahtan kızlarla çok eğlenceli, keyifli bir ilişkimiz var. birbirimizin hayatlarına, seçimlerine hep çok saygılıyız. Sosyal medyadaki varlığımı seviyorlar hatta fenomensi?anne hoşlarına da gidiyor ama bana tek yasakları tiktok? ona da el atarsam annelikten ret gelebilir? Senin de dediğin gibi ben bu kendin olma durumunu çok önemsiyorum. Kızlarıma da hep rol modelliğim bu yönde. Mesela kızlarımla ilgili en büyük hayalim onların da kendi hayallerini kurup, hayallerinin peşinden gidebilme cesaretleri olması. Sevgi dolu, üreten, çalışan, gezen, okuyan, çabalayan, gülen, ağlayan, kendilerine saygı duyan bireyler olmalarını çok önemsiyorum. Bir de çocuk büyütürken en önemli şeyin sevgi olduğuna inanırım. Koşulsuz, şartsız, sonsuz sevgi gören çocukların her zaman hayata 1-0 önde başladığını görüyorum ve fazla sevginin hiçbir zararı olduğuna inanmıyorum.
Ulvi Yaman: Bavul dergisine yazıyorsun, bu da toplumsal algı açısından alışılmadık bir durum. Genelde profesyonel üst düzey iş insanları daha farklı konularda, daha farklı mecralarda yazar, çizer, farklı mecralarda olmak isterler. Hatta bir adım daha ileriye gideyim, profesyonel iş hayatında tanıdığım, iş yaptığım bir çok insan bırak bavul dergisinde yazmayı derginin varlığından bile haberdar değildir. Biraz bunu açalım mı? Neden Bavul? Neden farklı bir alanda yazı yazarak kendini ifade etme ihtiyacı?
Sedef Orman: Edebiyat ve şiire hep çok düşkündüm. Kelimelerle de aram hep çok iyidi. Kendimi hep yazarak daha iyi ifade ettim. Dediğim gibi ben twitter’da keşfedildim. Yazdıklarım farklı geldi, sevildi sanırım, Bavul’un sahibi Önder Abay da twitter’da yazdıklarımı çok sevdi. Ondan Bavul’da yazmakla ilgili bir teklif gelince açıkçası önce çok korktum çünkü ben edebi bir düzen içinde örneğin başlangıcı, gelişmesi, sonucu olan metinler yazmayı bilmiyorum ve sanırım beceremem de. Benim kısa komik cümlelerim, gözlemlerim var sadece. Ama çok şanslıyım ki Önder Abay asıl alameti farikamın benim bu tarzım olduğunu ikna etti beni, kendim gibi devrik cümlelerle yazmamı destekledi, yazılarımda kendime has tarzıma devam edebildim ve doğrusunu istersen Bavul’da yazmayı çok çok sevdim. Bu kadar eğitim, iş dünyası, başarılar, annelik gibi bir dolu şeyin yanında Bavul’da yazmayı ilk sıraya koyarım. Kapağında Zülfü Livaneli, Haydar Ergülen, Şükrü Erbaş, Ataol Behramoğlu gibi hayranı olduğum yazarların yanında ismimin olmasından daha gurur duyduğum bir şey yok dünyada. En iyi yazı terbiyesini de Bavuldan aldım. Aynı cümleyi daha iyi, daha kısa, daha net, daha vurucu ifade edebilmek uğruna onlarca kere silip tekrar yazmışlığım, o duygunun tam doğru kelimesini bulabilmek için sabahlamışlığım var. Adeta kelimelerle raks etmek gibi bir şey bu, görünmez bir bağ var sanki kelimelerle aramda.
Ulvi Yaman: Yurt dışında okudun, yurt dışı bağlantıların var, sürekli seyahat ediyorsun, imkanın var…. Yurt dışına yerleşmeyi düşünmedin mi hiç? Bu ülkeden umutlu musun hala? Ekonomik, sosyal anlamda…
Sedef Orman: Yurt dışında her yerde yaşama imkanım olmasına rağmen hiç gitmeyi düşünmedim. Ülkemden umudu hiç kesmedim, kesmem. Sokaklarında anılarım, gençliğim var, mezarlarında sevdiklerim var. Çok garip bir his bu memleket, evlat gibi, atsan atılmıyor, satsan satılmıyor. Gittiğim her yerde ülkem burnumda tütüyor . Ne kadar şikayet etsem de, yüreğime bir kaya oturmuş gibi ağırlık hissetsem de ülkemi sözümü sakınma gereği duymadan keyifle oturduğum samimi bir dost meclisini özler gibi özlemekten kendimi alamıyorum. Anadolulu olmanın sevdiğim taraflarından biri tutku. Aşırı hatta ayarsız sevinçler, aşırı hüzünler, toprağına köküne bağlılık hep bu tutkunun parçaları. Bu yüzdendir ki herkesinki ülke, bizimki memleket! Bırak gitmeyi, hala deli gibi yatırım yapmaya devam ediyoruz. Gelecekle ilgili hep umudum var. Çünkü umutun zıddı umutsuzluk değil bence, vasata teslim olmak. Ve vasata teslim olanlar bir daha asla iflah olmaz.
Ulvi Yaman: Neden hala Orman soyadını kullanıyorsun? Bunu magazinel veya sansayonel bir başlık çıkarmak adına sormuyorum, Sedef’in duyguları anlamında merak ediyorum. Sanırım bir çok kişi de merak ediyor.
Sedef Orman: Aslında bunun birkaç sebebi var. Birincisi ben çok küçük evlendiğim için iş dünyasına da evlendikten sonra girdim. Ve kendi soyadımdan çok daha uzun yıllar Orman soyadını kullandım, öyle tanındım, tüm hisselerim, tapularım Orman soyadıyla. Hatta imzam bile Orman. İkinci ve manevi olarak benim için çok değerli bir sebebi ise; rahmetli kayınpederim çok arzu etti soyadını bırakmamamı ve hep kızı gibi kalmamı. Ben de boşanırken mahkeme kararı ile resmi olarak Orman soyadını aldım. Ömrümün sonuna kadar böyle kalacak yani.
Ulvi Yaman: Mutlu musun Sedef?
Sedef Orman: Ben hayatın amacının mutluluk olmasını içi boş ve batılı bir kavram olarak görürüm hep. Oysa bizim topraklarda hüzün de güzeldir, hüznüne meftun olmak da.. Onun da ayrı güzelliği, dinginliği vardır. Zaten de günün sonunda mutlu hayat yok, mutlu anlar var. Hayat dümdüz giden, konforlu, güvenli bir otoban değil her zaman. Tali yollar ya da yol ayrımına geldiğin çatallar var. Hangi yoldan gidersem gideyim, pusula sabit bende. Pusula kalbimin sesi. Böyle olunca verdiğin kararların arkasında durmak daha kolay bence ve daha az pişmanlık oluyor. O yüzden başta kızlarımın varlığı olarak hep şükredecek çok fazla şeyim olduğunu biliyorum ve kişiliğimin ana ham maddesi hep umut dolu olduğu için genel olarak kendimi mutlu görüyorum.
Ulvi Yaman: Yirmi yıl sonra ya da emekli olduğunda kendini nerede görüyorsun? Var mı emeklilik hayallerin?
Sedef Orman: Valla ben kendimi 5-6 sene içinde emekli görüyorum ya da umuyorum diyeyim. Bir sahil kasabasında, bahçeli bir taş evde, sevdiklerimle beraber sadece yazmaya konsantre olduğum bir hayat hayalim var. Hiçbir yere yetişmem gerekmeyen, zaman mefhumu olmayan daha salaş ve doğaya teslim bir hayat bu. Akşamları bahçede uzun sofralar kurulmuş, eşim dostum komşularım gelmiş, yemekler yapmışım, sunuyorum, Müzeyyen eşliğinde bol kahkalı, bol sohbetli akşamlarımız var. Umarım gerçekleştirebilirim.
Ulvi Yaman: Tekrar çok ama çok teşekkürler vakit ayırdığın için.