Geçen sezonun ardından…

0
176

Bu ilk yazıya öncelikle 2020 – 2021 Türkiye Süper Lig şampiyonu Beşiktaş ‘ı kutlayarak ve  geride bıraktığımız sezonu değerlendirerek başlayalım.

Spor programlarında, gazetelerde ve sosyal medyada vıcık vıcık işlenen, nerdeyse her yorumcunun işine geldiği gibi yorumladığı ve milyonlarca izleyeni üzen, sinirlendiren, hayretler içerisinde şahit olduğumuz hakem hatalarından bahsetmeyip, sadece futbol konuşabilmek adına onları yok sayıp daha teknik konuları yazacağım.

“Futbolda başarının anahtarı psikolojidir” der Julian Nagelsmann.  Sadece bu söz üzerine saatlerce konuşup, sayfalarca yazabiliriz.  Psikoloji faktörü bu sezon süper ligde de şampiyonun belirlenmesinde büyük bir rol oynadı.

Şampiyonluk yarışındaki rakiplerine göre çok daha alternatifsiz, çok daha mütevazi bir kadroya sahip olan Beşiktaş, Sergen Yalçın önderliğinde ipi göğüslemeyi başardı. Deplasmanda alınan Trabzon galibiyetiyle moralli başlayan sezon, üst üste gelen puan kayıplarıyla bambaşka bir yöne savruldu.

Kulüpte başta Sergen Yalçın olmak üzere herkes sorgulanmaya başlamıştı. Sergen Yalçın bu çok kritik dönemi, önce kendisine güvenip sonra da takımını başarıya inandırıp, seri galibiyetlerle arkasında bıraktı. Radikal kararlar alıp çok daha riskli ama bir o kadar da saldırgan ve üretken oynayan bir oyun anlayışı benimsemeye başladı.

Yükselişe geçen Beşiktaş’ı izlerken takımdaki inanmışlığı ve kararlılığı görebiliyorduk. Kendi yarı sahasından çok hızlı çıkabilen, maç boyu tempoyu kontrol eden, sahaya çok iyi yayılan ve topu kaybettiği anda agresif bir presle çabucak topa sahip olan takım, keyif veren bir futbol oynuyordu. Stoperlerin ve beklerin kendi yarı sahasına gömülmediği, rakibinin oyun kurmasına izin vermeyen, sahaya çok iyi yayılan ve üreten bir futbol.

Ve her galibiyetin ardından daha çok inanıp daha çok güçlendiler.

Bu oyun anlayışının yüksek seviyelerde baş ağrıtabileceğini söylemeden geçmeyelim. Geriden oyun kurma becerisine sahip takımlar presi deldikleri anda golle burun buruna kalabilirler. İstanbul’daki Alanya maçında rakibin bulduğu net fırsatları küçük bir fragman olarak düşünebilirsiniz.

Dar kadrosu, sakatlıklar ve hastalıklar son düzlükte Beşiktaş’ı epeyce zorladı.

Güçlü ve alternatifli kadrolarıyla Fenerbahçe ile Galatasaray oyun olarak çok tatmin etmeseler de, kazanmaya yetecek skoru elde edip zirve yarışına ortak oldular.

Bu baskıya Beşiktaş’ın nasıl tepki vereceği merak konusuyken, Sergen Yalçın hem taraftarlara hem de öğrencilerine güven veren konuşmaları, basın toplantılarında ki meydan okumalarıyla süreci çok iyi yönetti. Çalışmanın ve mücadele etmenin yanında inanmaktı en büyük etken şampiyonluk adına. Her şeyden önce Sergen Yalçın’a inandı Beşiktaş camiası.

Her oyuncusundan maksimum performans almayı başaran, kaç eksik olursa olsun takımını hep “tam” olarak nitelendiren ve sahaya hep aynı futbol felsefesini yansıtmayı başaran Sergen Yalçın’ı, oyuncularını ve tüm Beşiktaş camiasını bir kez daha yürekten kutluyoruz.

Beşiktaş’ın şampiyonluk macerasını teknik konulara fazla girmeden özetlerken, tek bir futbolcu ismi bile yazmadım. Oysa ki, farklı mecralarda bolca onore edilen çok çarpıcı performanslar vardı. Belki de bu sezonun en önemli öğretisi “isimlere takılmamak” oldu. En kritik virajda iki santraforunu birden kaybeden Sergen Yalçın, bunu defalarca altını çize çize anlattı. Takım üstündeki psikolojik etkisi taraftarlara da sirayet edince, en çok inanan camia mutlu sona ulaştı.

Sezonu 2. sırada tamamlayan Galatasaray, beni olumsuz anlamda oldukça şaşırttı. Geniş kadrosu, tecrübeli yıldızları, yetenekli genç oyuncuları ile yola çıkan Fatih Terim, bana göre en istikrarsız sezonunu yaşadı. Zaman zaman oynanan iyi futbol kısa süre sonra basit hataların yapıldığı bir oyuna dönüşüyordu. Bu iniş çıkışları sezon boyu izledik. Her şeye rağmen, kritik maçları kazanarak yarışta kalmaları, finalleri kazanmaya alışık taraftarları havaya sokmaya yetti.

Ligin son haftasında farklı kazanmaları halinde şampiyon olma şansları olmasına rağmen, ortaya konulan performans en azından benim tahminlerimin çok altında kaldı.

Bizlere yansıdığı kadarıyla görebildiğimiz, Fatih Terim ile yönetim arasındaki gerginlik Fatih hocaya, dolayısıyla da takıma olumsuz etki yaptı. Özellikle devre arasında yapılan transferlerden önemli katkılar alınsa da, arzu edilen oyun bütünlüğü ve devamlılığı bir türlü sağlanamadı. Önümüzdeki yıl nasıl bir yol haritası çizeceklerini merakla bekliyoruz.

Abdullah Avcı yıllardır heyecanla takip ettiğim bir isim. Futbolun bilimsel yönüne inanan, sürekli kendini geliştiren ve  hitap gücü yüksek bir teknik adam. Trabzonspor ile yaptığı çıkış gerçekten takdire şayan. Kendisine inanan bir oyuncu grubu ile neler yapabileceğinin sinyallerini fazlasıyla verdi. Tepeden tırnağa yeni bir takım yapmak yerine ufak dokunuşlarla revize edilirse, makine gibi futbol oynayan bir Trabzonspor izleyeceğimizi düşünüyorum.

Süper Lig’de hedefi ve beklentileri büyük olan kulüplerin amaçları şampiyon olup, Avrupa arenasında da başarılı olmak. Avrupa ‘da başarılı olmak için günü kurtaran değil, uzun vadeli ve akılcı planlamaların yapılması gerekiyor. Doğrusunun bu olduğu bilindiği halde, kulüplerimiz çoğu zaman taraftar baskısı altında boğuluyorlar. Çünkü herkes şampiyon olmak istiyor! Hem uzun vadeli planlamalar yapıp hem iyi top oynayıp hem de şampiyon olmak öyle çok kolay bir iş değil.

Başka bir açıdan bakarsak ligimiz, son derece temposuz, 38 yaşındaki Atiba ‘nın orta sahayı domine edebildiği, çok uzun bir süre resmi maç yapmamış Onyekuru’nun gelir gelmez golleri sıraladığı ve bir önceki sezon Belçika 2.liginde hiç gol atmamış Boupendza’nın 22 gol atıp gol kralı olabildiği tuhaf bir lig. Hal böyle olunca kimse uzun vadeli bir planlama riskini almak istemiyor.

Fenerbahçe ise psikolojik olarak en yaralı kulüp. Büyük borç altında yönetimi devralan ve herkesin beklentisinin çok yüksek olduğu bir başkan, başarı gelmedikçe stres dozunun artması… Takımına inanılmaz bağlı ama son 15 yılda defalarca travmalar yaşamış bir taraftar topluluğu ve kapıdan içeri girdiği anda bu stresi hissetmeye başlayan futbolcular.

Çok iyi bir kadro kurulmasına rağmen yanlış zamanda yanlış teknik adama emanet edildi takım. Demek ki bu kuvvetli kadroya çok güvendiler.

Erol Bulut neden başarısız oldu sorusunun cevabı çok öğretici olabilir. Bu sorunun cevabı elbette “kötü hoca olduğu için”, “Kadıköy’de maçlar kaybettiği için” gibi sığ cevaplar değil. İlerleyen zamanlarda bu konuyu başka bir yazıda irdeleyebiliriz.

Buna karşılık Emre Belözoğlu ile yola devam etme kararını da doğru bulmuyorum!

Bu kadar güçlü bir takım kurduktan sonra , çok riskli bir teknik adam tercihi yapan yönetimin B planı bu olmamalıydı. Öncelikle, Emre Belözoğlu ‘nu çok seviyorum ve bu yoldan gitmek isterse çok başarılı olacağını düşünüyorum.  Ama lütfen şu spor yorumcularının pompaladığı “Emre’ den sihirli dokunuş” tarzı saçmalıkları unutalım. Bunun kimseye bir faydası yok.

Antep maçında rakibin son saniyede kaçırdığı inanılmaz gol, Ankaragücü ve Kayserispor maçlarının uzatmalarının uzatmasında atılan gollerle gelen galibiyetler ve tabi Başakşehir maçının yine son dakikasında rakibin kaçırdığı penaltı sonucunda gelen 3 puan!

Erol Bulut için yanlış zaman demiştim, Emre Belözoğlu için çok daha riskli, çok daha yanlış bir zaman. Kendisi eğer başarılı bir teknik adam olmak istiyorsa, önce üst seviyelerde eğitimler alıp sonra da öğrendiklerini altyapı takımlarında uygulamaya çalışmalı. Teknik direktörlük, öyle atalım denize öğrensin yüzmeyi denilecek bir konum değil. O yüzemezse Fenerbahçe boğulur!

Zira başkanın ve yönetimin başka canı kalmadı!

Peki bundan sonra 4 büyük takım ne yapmalı?

Bu konuya dair de fikirlerimi paylaşıp, sahayı şimdilik terk ediyorum.

Beşiktaş kadro yapısı itibariyle çok da tahmin edilebilir bir yapıda değil. Yüksek performans aldıkları kiralık oyuncuların takımda tutup tutamayacakları büyük bir soru işareti. Sezonu 2 kupayla kapatan Sergen Yalçın ile devam etmeleri ise sürpriz olmayacak. Takımın zaaf noktalarını mutlaka tekrar analiz edecektir. Şampiyonlar liginde tatsız anılar yazmak istemiyorsa, mutlaka arayı iyi değerlendirip çalışmalı. Defansif oyun sistemleri ile ilgili ders videoları seyredip, mümkün olduğu kadar fazla da okumalı. Baskı altında oyun kurma, hücum setleri, oyun kendi sahasında oynanırken prese ne zaman, nasıl başlayacağı gibi sistem içindeki bütün detayları mükemmelleştirmeye çalışmalı. Çünkü asıl iş şimdi başlıyor.

Daha önce de belirttiğim gibi Galatasaray’ın çok iyi bir kadrosu olduğunu düşünüyorum. Fatih Terim’ in görevine devam edip etmeyeceği belirsizken planlama konusunda yorum yapmak ne kadar doğru emin değilim. Fakat şunu söyleyebilirim ki; 4 büyük takım arasında tepeden tırnağa köklü bir değişime en uygun konumdaki takım Galatasaray . Son iki sezon hariç sportif başarıya doymuş bir camia olduğu için bu konuda elleri kuvvetli. Tepeden tırnağa derken oyuncu kadrosundan bahsetmiyorum.  Avrupa standartlarında sistem empoze edebilecek bir teknik adam ve yine onun seçeceği kuvvetli bir yardımcı ekip.  Tabi bunun gerçekleşebilmesi için taraftar baskısından çekinmeyen ve seçilirken “biz yeni bir yapılanmaya gidiyoruz, taraftarlarımızdan beklentimiz sabırlı olup bize destek olmalı” diyebilecek bir başkana ihtiyaç var.

Sportif başarı konusunda Galatasaray’ın eli ne kadar kuvvetliyse Fenerbahçe’nin ki ise o kadar zayıf. Cadı kazanı gibi. Kadro çok iyi ama teknik adam seçimi yanlış demiştim. Kupasız geçen her sezon daha da zorlaştırıyor seçim yapmayı. Kariyeri başarılarla dolu bir teknik adam olduğunuzu hayal edin. Fenerbahçe ‘ye gelmişsiniz ve takımınıza bir oyun felsefesi, bir sistem öğretmek istiyorsunuz. Karşınızdaki en büyük tehlike, sistem ile diziliş arasındaki farkı bile bilmeyen, dört ay önce havaalanında meşalelerle karşıladığı futbolcunun yedi sülalesine küfür eden, topa vuran golü atmazsa “pas versene a.k.”, pas verdiği adam golü atamazsa “kendin vursana a.k.” diyen adamdır, adamlardır.

Peki kimdir bu adamlar? Orta ve alt ekonomik kesimde, ekmeğini kazanmak için saatlerce çalışan, büyük ihtimalle hakkı yenen ve hayatının kötü olduğunu düşünen, kazandığı  üç kuruş paradan tasarruf ederek çocuklarına her sene formalar alan, maçlara götüren ve takımına aşık olan adamdır, adamlardır. Elbette bu profille ortak özellikleri olan ama çok parası olan bir kesim de vardır. Ortak nokta, ortak özellikleri ise Fenerbahçe’ye ya da x takıma aşık olup, futboldan anladıklarını zannetmeleridir.

Sözün özü, taraftar saçmalayabilir ama haklıdır!

Fenerbahçe için en zor olan şey hem bu taraftarı mutlu etmek hem de doğruları yapabilmek. Kimsenin tartışmayacağı kariyerli bir hocayı futbolun patronu yapıp, her şeyi ona bırakmak en doğru hamle olacaktır. Eğer bu aksiyon üç sene önce alınsaydı, bu taraftar şimdi daha tahammüllü olacaktı.

Trabzonspor da zor ve sabırsız bir camia. Abdullah Avcı göreve geldikten sonra bana göre ligin en çarpıcı çıkışına imza attılar. Genç ve dinamik bir kadroları var. Oyuncu grubu ile Abdullah Avcı’nın uyumu ümit verici.

Uzun uzun yazmaya hiç bir gerek yok.

Trabzonspor’ un aynı yolda devam edip, transferde küçük dokunuşlarla Abdullah Avcı ‘ya güvenmeye devam etmesi gerekiyor. Sistem oturtmak sabır ister, özveri ister, uyum ister. Sancılı kısmı atlatmak üzereler, üstelik kabus gibi başlayan bir sezonu 4. bitirmeyi başardılar.

Pandemi nedeniyle maçların seyircisiz oynanması en çok Beşiktaş ve Trabzonspor ‘a yaradı.

Peki maçlar seyircili oynansaydı, lig sonunda yine aynı tabloya mı bakardık? Bunu kestirmek imkansız olsa da, soracağım sorulara kendiniz cevap verip tahminde bulabilirsiniz.

En güzel cevabı veren üç okuyucumuzu yazın oynanacak olan Avrupa Kupası finaline gönderiyoruz.

(Yok yahu göndermiyoruz, öyle bir mecra değil burası )

Maçlar seyircili oynansaydı….

Ligin ilk 6,7. haftasında üst üste puanlar kaybeden Beşiktaş ve Sergen Yalçın iç saha maçlarında protesto edilir miydi?

Şayet edilse takım sonradan kazanacağı ritmi, inancı ve tempoyu yine yakalayabilir miydi?

Fenerbahçe kendi sahasında o kadar çok maç kaybeder miydi?

Deplasmanda o kadar çok maç kazanabilir miydi?

Erol Bulut nerdeyse ligin sonuna kadar görevinin başında olur muydu?

Fatih Terim’in o ya da bu sebepten eskisi kadar iyi motive edemediği takımı seyirci motive edebilir miydi?

Abdullah Avcı baskı altında kalmadan sistemi üzerinde çalışabilir miydi?

Her şey bir yana, stadyumların dolu olduğu günleri çok özledik. Gereksiz transferlerin az olduğu, akıllı politikaların uygulandığı, yaşlı futbolculara öküz yüküyle para ödenmediği verimli bir sezon öncesi diliyorum.

Unutmadan, hani o hayatımızda hiç  adını duymadığımız, transfer dedikodusu çıkınca Youtube ‘da dünyanın en iğrenç müzikleri eşliğinde iki buçuk dakikalık videosunu izleyip Messi’ye benzeteceğimiz futbolcular var ya… Onlardan bir cacık olmaz, boşuna heveslenmeyin…