Parmaklar klavyenin üzerinde dansa hazır, ama tedirgin. Sevgilisini ilk kez dansa kaldırışın acemiliği, ürkekliği var. Ya ayağına basarsam. Ya kulağımı dolduran müziğe, ayaklarım uyum sağlamazsa… Oysa biliriz, “tango yapma” derler. Parmakların klavyeyle dansı bu. Beynin kıvrımlarından süzülenlerin, ritmiyle tuşlardan ortaya çıkacak olan bir metin. Daha dün, Hüseyin Ocar’la bir kitap üzerine konuşurken, sevgili Fakir Baykurt’un sözlerini anımsattı: “Yazılan mutlaka okurla buluşmalı”… Yoksa ne anlamı olur. Yanlışıyla, doğrusuyla, hatalarıyla. Yıllardır yazarım. Bunun önemli bir kısmı, profesyonel bir edimdi. Tıpkı “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” der gibi eğer “vazifeyse” sorun yok. Daha rahat yazarsınız. Oysa altına imzanızı koyacağınız bir yazı olması durumunda; kaygı, ürkeklik, korku hemen devreye giriyor.
Olympia daktiloyla başladı serüven. Almanya’dan getirilmiş bir daktilo. Kimi zaman daktilo merdanelerinin arasına karbon kağıtlarıyla üst üste konmuş bir bildiri kaleme alındı, kimi zaman denemeler. Ama bu parmaklar, bu eller tuşlara her dokunduğunda ürkek, korkak ve kaygı taşıdı. Aklındakini, beynindekini nasıl yazıya dökerim sorusu, sinsice hep tutukluk taşıdı parmaklara. İşin bir de bu topraklarda yaşamanın verdiği kaygılar var. Küçücük iki veri yeterli bu kaygıyı duymak için. Bir tanesi, Avrupa Konseyi 2020 Ceza İstatistiklerinin ortaya çıkardığı gerçeklik. Buna göre Avrupa’da nüfusa oranla en fazla tutuklu ve mahkûm Türkiye’de bulunuyor. Diğer ikinci veriye gelince, o da Uluslararası Gazeteciler Federasyonu (IFJ) 2020 raporundan. Ona göre de Türkiye, dünyada en fazla gazeteciyi cezaevine gönderen ülke olarak istatistiklerde yerini almış durumda. Klavyede tango meselesine de açıklık getiriyor sanırım bu veriler…
Velhasıl suyun kenarına geldik. Ve Sinan Dirlik yüzmeyi öğreneyim diye beni arkadan denize itti. Bakalım yüzmeyi öğrenip becerebilecek miyiz, yoksa bu okyanusta boğulup gidecek miyiz? Yeni olana, gelmekte olana ve yeni başlangıca, uzun oldu ama MERHABA!
Hazır Baykal Gündeme Gelmişken…
Peker’in iddialarının ardından Livaneli’nin açıklamaları Baykal’ı tekrar gündeme getirdi. Aslında tartışma, Baykal’dan daha çok CEHAPE’yi merkezine almıştır.
Yalçın Küçük’ün Türkiye Üzerine Tezler’inde yaptığı yorumlardan birisi de “devrimci durum” tanımlamasıdır. “Türkiye’de devrimin gerçekleşmesi için bütün nesnel koşulların gerçekleştiğini, ancak öznel koşulun yokluğunun devrimi engellediğini” ifade eder, Küçük. “O öznel koşul da önder partinin yokluğudur. Tüm nesnel koşullar devrim için uygun, ancak bu nesnel koşulları devrime dönüştürecek bir irade, örgüt ortada yok” diye Yalçın Küçük aktarır.
Kuşkusuz Yalçın Hoca’nın savını tartışmak olasıdır. Yalçın Hoca’nın bu tespitinin bir değişkesi de 2002’den bu yana iktidardaki AKP’nin, bugün sonunun geldiğine ilişkindir. Erken seçim tartışmalarının yapıldığı bugünlerde tüm kamuoyu yoklamalarının Cumhur İttifakı’ndaki düşüşe dikkat çekmesine karşın, sorgulanan; “muhalefetin varlığı, yokluğudur”. Tüm nesnel koşullar, mevcut ancak bu koşulları, iktidar dönüşümüne evirecek bir öznel yapının ki bu koşullarda görüntüdeki ittifakın yetersiz kalması tartışılıyor.
Tarihe kişisel katkılar…
Baykal’la ilgili iddiaların ortaya çıkmasıyla birlikte, Gazete Duvar’dan İrfan Aktan’ın Livaneli’yle gerçekleştirdiği röportaj, genç Türkiye’nin 75 yıllık çok partili politik yaşamına dönük çok önemli tespitleri gündeme taşıyor. Livaneli’nin 1994 seçimlerine ilişkin yaptığı değerlendirmeler ve Ecevit, Baykal, İnönü profillerine ilişkin dile getirdiği yorumlar, dikkate değerdir.
Livaneli söyleşisinden satır başları…
Livaneli, hem İstanbul il başkanlığı seçimlerinde gönderme yaparak hem de Baykal’ın genel tavrı ve tutumuna ilişkin, “Deniz Baykal Kürtleri, Alevileri, ezilenleri sevmez” diyerek Pandora’nın 2. kutusunu açtı. CHP’nin son yıllarda özellikle ip üstünde cambazlık becerisinde ittifak bileşenlerini ürkütmemek, Batı ve ulusalcı seçmenlerini ürkütmemek adına izlediği politikalar, dikkate değerdir. Son yerel seçimlerinde “örtülü destek” diye tanımlanan HDP seçmenin özellikle İstanbul desteği, neredeyse herkesin bildiği sır olarak tutuluyor. Hem ittifak ortağı İyi Parti, hem kendi ulusalcı tabanı nedeniyle, CHP, adının HDP ile birlikte anılmaması için gerçekten “İP” in üzerindeki cambaz gibi “denge” tutturmaya çalışıyor. Tüm bunlar konuşulurken, TİP biri HDP’den olmak üzere diğeri de CHP’den iki milletvekilini üyeleri arasına kattı. Sera Kadıgil de, CHP’nin politikalarının yeterince “sol” olmamasını gerekçe gösterdi. Öte taraftan CHP’nin içinde “sol kanat” temsilcilerinin varlığı da biliniyor.
Livaneli’nin paylaşımlarında güzel vurgular var. Devlete İslamcı kadroların yerleştirilmesi sürecini ilk başlatanlardan biri olarak Ecevit’i anması da dikkate değerdir. Öte taraftan, Erdal İnönü’nün solculuğuna ilişkin yaptığı vurgu da önem taşımaktadır. Kürt milletvekillerinin partiden ihracına izin veren bir anlayışın “sol” olamayacağını dile getiren Livaneli, devlet geleneğiyle ve devleti korumanın itkisiyle hareket eden birinin 2 Temmuz’da Sivas’ta yanıyoruz diye feryat edenlere inanmak yerine, “Hayır efendim, öyle bir şey yok” diyen Sivas Valisi’ne inanmasını da hatırlatarak. İşte tam burada bir başka ismi anmak gerekiyor. 2 Temmuz’un 28. yılında, Türkiye’de bir ilk, 1966 yılında kurulan Türkiye Birlik Partisi’dir. Logosunda Hz. Ali’yi simgeleyen aslan ve aslanın çevresinde dairesel olarak yer alan 12 imamı temsil eden 12 yıldız var.
Timisi’nin kayda geçtikleri…
Sonuç olarak, bilineni yazmak, aktarmak değil derdim. Türkiye’nin politik tarihinde kişisel deneyimlerin, anıların, yaşanmışlıkların, kayıt altına alınması, paylaşılması çok değerlidir. Livaneli’nin söyleşide dile getirdikleri 75 yıllık çok partili sürecin, değerli ve önemli bir yergisi olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle Türkiye’de “sosyal demokrat” kimliğiyle ya da “sol” kimliğiyle ortaya çıkan merkez partilerine, partisine ilişkin yorumları.
Öte taraftan geçtiğimiz aylarda yayınlanan Mustafa Timisi’nin anılarını aktardığı, “Mustafa Timisi Anlatıyor, Biz Varız, Dün Bugün Yarın”[1] da, satır satır altı çizilecek, aktarımlarla dolu. Gelin Livaneli’nin CHP, Baykal, İnönü ve Ecevit yorumlarına birkaç aktarımla, Timisi’nin anılarından bakalım.
1977 seçimlerinde TBP, CHP ile ittifak yapma girişiminde bulunuyor. Ecevit, politik olarak gözde o sıralarda. Dönemin sloganları, “Toprak işleyenin, kullananın; hakça bir düzen…”. Timisi ve Ecevit, ittifak için görüşüyor. Hazırlıklar için harekete geçiliyor. Bir süre sonra CHP Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu tarafından ittifakın mümkün olamayacağı bildiriliyor. Daha da ötesi “Bizans oyunu” diye nitelenebilecek bir öneri de sunuluyor, TBP kendini feshetsin, sonra konuşuruz koşulları diye. 1977’de yaşananlar, bugün istikrar adına ucube Başkanlık sisteminin doğurduğu, ittifaklar sisteminin her gün yeni bir haberle gündeme gelme sürecinde, Türkiye’de siyasetin nasıl kaygan bir zemin üzerinde yürüdüğünü gösteriyor. Gürsel Tekin’in Millet İttifakı’ndaki parti sayısının 6, 7’ye çıkacağını söylediğini de anımsayalım. Bugünün şifrelerinin, geçmişteki deneyimlerde yeterince verildiğini de söylemek gerekir. Çünkü 1977 seçimlerinde CHP iktidar olamıyor ve ardından o meşhur, Güneş Motel görüşmesiyle gerçekleşen Adalet Partisi milletvekillerinin transferi kayıtlara geçiyor.
Livaneli’nin Ecevit yorumlarına bir desteği de Timisi’nin aktarımlarında görmek mümkün. Timisi de 12 Eylül sonrası Ecevit’in kendisini kapattığını, kimseyle görüşmek istemediğini ve parti oluşum süreçlerinde yapılan başvuruları reddettiğini belirtiyor. Rahşan Ecevit, parti başkanlığı sırasında “laiklik, din devlet ilişkilerinde” ılımlı bir politika izlemeye başladığını belirten Timisi İsmet İnönü’nün “Ama korkarım ki Bülent hem partinin başına, hem de ülkenin başına çok gaileler açacaktır”[2] yorumunu da ekliyor.
Son olarak Timisi’nin paylaşımlarından bugünler için kulaklara küpe edilmesi gereken bir üzüntüsünü de paylaşayım. İstanbul Belediye Başkanı. Belediye işçileriyle bir toplusözleşme gerçekleştiriliyor ve Türkiye tarihinde ender rastlanan bir zam oranıyla görüşmeler sonuçlanıyor. Bu yükümlülüğün altına giren Belediye, bir süre işçilerin ücretlerini ödemekte güçlük çekiyor ve alacaklar birikiyor. Tam o sırada işçiler greve gidiyor. Sözen’in o dönemdeki çağrısı şu “Ya yapmayın, seçim arifesindeyiz. Paramız olacak, ödenecek bunlar.” Sözü edilen Bayrampaşa seçimleri. Başkan adayının Baykal’a yakınlığı, parti içi çekişmeyle, DSP adayı Necdet Özkan’ın kazandığı seçimler. Ankara, İstanbul, İzmir ve daha birçok büyükşehirde yerel yönetimler CHP’de. Kısa süre önce Kadıköy, Maltepe gibi yerlerdeki ücret görüşmeleri, o günlere dair küçük bir anımsatmada bulundu. Deneyimler gösteriyor ki, akılla hareket etmek en doğru olandır.
Yine eskilere gidelim. Tam da Aziz Nesin’in 2 Temmuz nedeniyle sıkça konuşulduğu sıralarda. Hikâyeyi Yalçın Küçük de anlatıyor. Yıl 1977. DİSK metal işkolunda 25 işyerinde grev ilan ediyor. Aziz Nesin, grevin işçilerin değil işverenlerin işine yarayacağını dile getiriyor. Fabrikalarda stoklar birikmiş. Grev ellerini ovuşturan sermayenin elindeki stokları tüketmesi için fırsata dönüşmüştü. Tam da o sıralarda DİSK toplantılarında “Aziz Nesin, Sen Nesin” sloganları atılırken…
[1] Hatice AYDOĞDU – Nilüfer TİMİSİ NALÇAOĞLU, “Mustafa Timisi Anlatıyor, Biz Varız, Dün Bugün Yarın”, Dipnot Yayınları, Ankara-2021.
[2] Hatice AYDOĞDU – Nilüfer TİMİSİ NALÇAOĞLU, “Mustafa Timisi Anlatıyor, Biz Varız, Dün Bugün Yarın”, Dipnot Yayınları, Ankara-2021, S. 151.