Eğitim-Öğretim yılının sona ermesi, sınavlar (LGS, YKS), sınav sonuçları ardından tercihler derken yaz bitti bitiyor, yeni dönem başlamak üzere.
İyi bir tatil; dinlenmek, gezmek, eğlenmek, araştırmak, sorgulamak, okumak, izlemek ve dinlemekle bir bütündür. Bunları yapabildiğiniz ümidi ile aslında kısacık yaz tatilinde ne kadar önemli olaylara tanıklık ettiğimizden bahsetmek, problemi anlamaya çalışmak ve yaşananların üzerinden kısaca geçmek, hatırlatmak istiyorum.
Covid-19 ile mücadelemiz sürerken, her şey Marmara Denizi’nde görülen deniz salyası yani müsilaj ile başladı. Ardından, aşılanan nüfusun sayısının artması ve konulan pandemi yasaklarının kademeli olarak azaltılması ile tatil noktalarına hücum ettik. Dönüşümü yüz yıllarca sürecek olan, doğaya bıraktığımız yığınlarca çöp (bireysel atık) çekilen fotoğraflarla tarihe geçti. Derken, Temmuz ayı ortalarında birçok noktada aynı anda başlayan orman yangınlarımız yüreklerimizi yaktı. Bir yandan yangınlar için ne yapabiliriz diye düşünürken diğer yandan yoğun yağışların olduğu bölgelerde dere yataklarına yerleşim izni verilmesinin ölümcül sonuçlarını izledik. Şimdilerde konuştuğumuz ise, Afganistan’daki yönetim değişikliği ve ülkeden kaçan insan topluluğu yani mülteciler. Gelenler kim, nasıl insanlar, geçmişleri nedir, acaba bize zarar verirler mi, ülkemizin ekonomisi tüm bunları kaldırmaya yeter mi? sorularıyla kendimizi korumaya çalışırken, sadece filmlerde göreceğimizi sandığımız ama hepsi gerçek olan görüntüler ile vicdanlarımızı sorguluyoruz…
Yaşadığımız tüm bunlar çok gerçek ve bir o kadar bilimsel, gelin hepsine bu açıdan bir daha bakalım;
*Deniz salyası ya da bilimsel adıyla müsilaj; artan deniz suyu sıcaklıkları, denize akan atıkların yetersiz arıtımı ile oluşan organik bir oluşumdur diyebiliriz. Bu oluşumun sebebi belli; yıllardır artan deniz suyu sıcaklıklarına rağmen varlıklarını sürdürmeye çalışan deniz canlıları için yeteri kadar çaba göstermedik. Tüketimin her geçen gün arttığı ve atıkların fazlalaştığı gerçeğini görmezden geldik, bireysel ve sanayi atıklarımız için arıtma tesislerimizi geliştirmedik.
* Geri dönüşüm; kullanılmış ve bir daha kullanılmayacak olan maddelerin tekrar işlenerek yeniden kullanılmasıdır diyebiliriz. Etkin şekilde yönetildiğinde doğal kaynaklarımızın tükenmesini engeller. Sanayide enerji tasarrufu sağlar. Geri dönüşümlerini kolaylaştırmak için çöplerimizi ayrıştırarak sınıflandırılmış atık kutularında toplamamız gerekirdi ama yapmadık. Hatta gittiğimiz her yerde ardımızda çöp yığınları bıraktık.
*İklim değişikliği ya da küresel ısınma; ısıyı tutan gazların atmosferde artmasıyla oluşan kara, deniz ve hava sıcaklıklarında görülen artış sonucunda ikliminin değişmesidir diyebiliriz. Üretim ve tüketim çılgınlığına kapılıp atmosfere saldığımız gazların ilkim değişikliğine sebep olduğu gerçeğini kabul etmedik. Kanıtlarıyla anlatılan iklim değişikliğini durdurmak için yapılacakları kapsayan anlaşmayı bile tüm dünya ülkeleri olarak imzalamadık. Orman birçok canlının yaşamının sürdüğü ekosistemdir. Çıkan yangınlarla bu ekosistemdeki birçok canlının ölümüne neden olduk. Üstelik sıcaklıkların artması ile atmosferde oluşan nem, yoğun ve uzun yağışları getirdi. Yoğun yağışların olduğu bölgelerde dere yataklarına yerleşen kardeşlerimizin ölmesine izin verdik. Olabilecek doğal afetlere karşı bilimin ışığında kriz planları hazırlamadık, meydana geldiğinde doğru müdahaleleri yapamadık.
*Sığınmacı, mülteciler, uluslararası platformda dini, ırkı, milliyeti veya düşünceleri nedeniyle korunma arayan ancak diğer ülkeler tarafından resmi olarak kabul görmeyen kişi ve topluluklardır diyebiliriz. Bireysel ya da toplu olarak bu kişilerin kaçış ve yeni bir yer arayış hikâyelerini, boğulan çocukları yıllardır görüyoruz. Bu kişi ve toplulukların insan gibi koşullarda yaşaması için yeteri kadar çalışmadık. Bu sorumluluğun tüm dünya ülkelerine ait olduğunu haykıramadık. Uluslararası platformlarda kabul görecek, insanı değerli kılan sığınmacı ve mülteci politikalarına ihtiyacımız olduğunu yeteri kadar anlatamadık.
Artık teknoloji sayesinde yukarıda gördüğünüz tanımları araştırmak, bildiklerinizden emin olmak daha derin bilgiler öğrenmek çok basit. Değerli olan, eleştirel düşünme (critical thinking), sebep-sonuç ilişkisi kurabilmek. Maalesef yıllardır eğitim sisteminde sadece “bilmeye” önem verdik. Bilginin tanımını yapana geçer not, yapamayana “ezberle gel” dedik. Ancak değişen dünya koşullarında, sebep sonuç ilişkisi kurmak, olaylar karşısında geç kalınmadan harekete geçmek çok daha önemli hale geldi. Bilimin ışığında problemi tanımlamak en kısa zamanda yukarıda bahsettiğimiz yapmadık dediğimiz her şeyi acilen yapmaya başlamamız gerek. Artık eğitim programlarımızda müfredatı güncellemek, dünyanın karşı karşıya kaldığı problemler üzerine çocukları düşündürecek etkinlikler tasarlayarak farkındalık sağlamak zorundayız.
Okudunuz mu sevgili Leyla Alp’in ‘İnce şeyleri anlamak…’ yazısını?
‘“Ah, kimselerin vakti yok / Durup ince şeyleri anlamaya” der Gülten Akın İlkyaz şiirinde’ diye başlıyor ve hayatı anlamanın zorluğundan anlamaya vaktimizin kalmadığından bahsederek devam ediyor.
Hayatı anlamak, nefes alan, almayan ve bu dünyada yeri olan her şeye saygı duymak, doğal ve kıt kaynakların kıymetini bilmek ve kayba uğramadan her türlü zorluğa karşı birlikte ayakta kalmak bizi kurtaracak.