Bir çocuk, bir filmle bile hayatınızı değiştirebilir, inanın!
Çocukluğumdan beri beni bu kadar etkileyen bir film daha izlememiştim. Netfilix’te yayınlanan 3 sezonluk bu diziyi üç günde bitirdiğimi söyleyip anlatmaya başlayayım. Uyumak zorunda olmasam belki aynı gün de bitirebilirdim. Aynı heyecanla siz okuyucularımla buluşturmak istedim. Yazmadan, anlatmadan duramayacağım. Ayyy çok heyecanlıyım. Hadi, başlayalım;
Tanıştırayım; O Anne, ama ‘e’ ile söylerseniz sevinirim. İzin verirseniz ismi okunuşu ile yazacağım. En ama i ile söyleyeceğiz. Eni…
Sevgili Hayat, bizi rahatsız edeceksin biliyorum ama sevmeyi de unutma!
Filmin tanıtımını gördüğümde bir “yetim hikayesi” açıkçası filmi bir süre atlamama neden oldu. Canımın yanacağını, etrafımız bunca kötülükle çevriliyken ağlamaya, Otoümmin bozukluktan kaynaklı hastalıklarıma bir yenisini eklemeye niyetim yoktu. Ne alakası var demeyin! Tamam diyin ama dinleyin. Hastalıklarımın kökeni derin üzüntü ve kaygıya dayanıyor. “Hassas kalpler için dünya cehennemdir” sözünü bilirsiniz. Aklımı “çok da şeetme” şeklinde çalıştıramıyorum. Çok şeediyorum maalesef… Bu nedenle rahatsız eden ama ardından iyileştiren yöntemler sunan hikayeler seviyorum. Çünkü hayatın da böyle olması gerektiğini düşünüyorum.
Neyse, Eni’ye dönüyorum. Ne olduysa o gün “bir bakayım, çok acıtırsa bırakırım” diyerek açtım filmi. Bırakamadım! Evet, acıttı ama hemen ardından iyileştirdi. Bu denli coşku, hayranlık uyandıracağını, geleceğe dair güç vereceğini bileydim çok önce izlerdim.
“Hayal etmek, hatırlamaktan daha iyi” dedi Eni. Çünkü onu acılardan, kötülüklerden koruyan en büyük güç hayal etmekti… Böyle başladı film. Filmin her karesi önce tokat atıyor, sonra aklınıza girip şefkatle öpüyordu. Kızıl saçlı, çilli yüzlü, gözleri zekasının pırıltısını taşıyan bu çocuk elimden tutup beni gittiği her yere sürükledi. Dur durak bilmeyen heyecanı, sürekli konuşan tatlı dili, pıt pıt atan kalbi çok çekiciydi.
“Tüm dünya senden nefret etse kötü görse bile vicdanın rahatsa ve sen suçlu olmadığına inanıyorsan hiç arkadaşsız kalmazsın!” dedi Eni. Arkadaş edinmekteki marifeti, çocuk olmaktan ziyade insan olmanın verdiği özgüvenden kaynaklanıyordu. Çünkü insan tertemiz bir zihinle doğardı, sevilmek ihtiyacı, dürüstlükse göreviydi.
Bir çocuğun neşesinden, hayal gücünden mahrum kaldıysanız…
Beyaz çiçeklerle bezenmiş yoldan geçerken Mathiew’e sordu “bu yolun adı ne” “Ağaçlı yol” dedi Mathiew. Ne kadar da sıradandı Eni’ye göre. “Gördüklerim arasında hayal gücüyle güzelleştirilemeyecek tek yer… Ağaçlı yol değil “Beyaz Huşu Yolu” diyeceğim” dedi Eni… Barry Gölü’ne hayran hayran baktı ve dedi ki “Hayır! Parlak Sular Gölü onun adı”
Eni sanki büyük kelimeler söylüyor sanıyorlardı ama o aslında büyülü kelimelerle konuşuyordu… Kitap okuyan ve okuduğunu zihninde canlandıran bu çocuğun yabancısı mıyız? Bizim çocukluğumuz da Eni gibi değil miydi? Ben hatırlıyorum Küçük Ev diye bir dizi vardı ben çocukken. Kendimi nasıl da içinde bulurdum o dizinin. Okuduğum kitaplarda etkilendiğim ne çok şey vardı. Hepsini hayata geçirmek isterdim. Peki, ne oldu? Devlet ve onun her yere uzanan kolları vardı. En doğal davranışlarımıza yasak, ayıp, günah, saçma sözcükleriyle çit çektiler. Zihinlerimizi kendi sistemlerine uygun “topluma uyum sağlamak” cümlesiyle zehirlediler. Hayallerimizi “dolabımız yiyecek dolsun, babamın işi olsun, annem dayak yemesin” lere hapsettiler. Kimi için yat, kat, külçe altın sahibi olmak hayallerini gerçekleştirmek oldu. Oysa biz de büyülü kelimelere, yeşil dallı hayallere sahiptik. Budadılar…
Eni, yoldan çiftliğe gelene kadar ve sonrasında ondan önce tanımlanmış olan her şeyi yeniden tanımladı! Marilla ve Mathiew Cuthbert’in yaşadıkları çiftlik Green Gables’a evlatlık olarak getirildiğinde Marilla ve Mathiew’le birlikte tüm kasabanın tanımları değişecekti. Eni, çevresinin eski-köhne tanımlarını sorgulamalarını sağladı.
Örneğin bir gün Marilla’ya “Kadınlar da her şeyi yapabilir, siz kendinizi narin ve aciz olarak mı görüyorsunuz?” dedi. Eni öyle görmüyordu. Çünkü hayal gücüne ve gerçekleştirme iradesine sahip bir insan olduğunu düşünüyordu. İhtimaller ve olacaklar değil onları nasıl biçimlendireceği ile ilgileniyordu Eni. Beni burada çok heyecanlandırdı. Düşündüm. Evet, alışılmışın ya da bazılarının istediklerinin dışına çıkabilirsek başka ve daha güzel bir dünya bizi bekliyor olacak.
Sahip olduklarımızı sevebilmek fakat daha iyisini hak ettiğimizi bilerek fazlasını istemek ne muhteşem… Eni bunu öğretiyor bize. Bir çocuğun kafasından geçenleri bilemeyebilirsiniz, bilmeniz de gerekmez. Onun hayal gücüne alan açsanız ve tutuculuktan vazgeçip onunla değişseniz bu çok iyi olur. İkiniz için de… Size kulağa romantik gelen şeyler söylediğinde dinleyin. İsterseniz dinlemeyin ama o güçlü zihin sizi ikna edecektir. Bir çocuk hayatınızı iyi yönde değiştirebilir, buna izin verirseniz… İzin verirseniz (izin vermeniz faydanıza) ve anlarsanız değiştirebilir. Sizi, köyü, kasabayı, şehri, ülkeyi ve sonra dünyayı…
İzleyin! Ay ışığında bir ağaçta uyumak için…
Çocuklarınızla birlikte izleyin. Sonra diğer çocuklara izletin. Aslında en çok da yetişkinlere izletin. Çocuk, kadın, erkek, tutuculuk, gericilik, ırkçılık, doğa, düşünce, hayal gücü, mücadele, haklılık, haksızlık, acı, mutluluk, huzur, aşk ve hayata dair her şeyi bulacağınız bu filmin nasıl bittiğini anlamayacaksınız.
Benim bu filmden aldığım motto;
Hep bizim faydamıza olana mı yöneleceğiz? Ya biz başkalarına iyi geleceksek… Ve şu yaşıma kadar anladım ki başkalarına iyi gelmek, bize de iyi geliyor. Sevgiyle…
Not: Anne with an E, Lucy Maud Montgomery‘nin klasik çocuk edebiyatı Anne Green of Green Gables’dan uyarlanan Kanadalı bir televizyon dizisidir. Yazar Lucy Maud Montgomery bir yetişkin, Eni’i karakterini de bir oyuncu canlandırdı. Bunların farkındayım, biliyorum. Ama inanın öğretmenliğim sırasında Eni’lerle defalarca karşılaştım. Uygarlık tarihindeki iyi olan ne varsa bu çocuklar sayesinde oldu. Eni’nin dediği gibi “çok çocuk” değil “bu çocuklardan çok” yapmalıyız.
Bu diziyi ben de bayilarak izledim, yaziniz da harika, herkes izlesin bence de, teşekkürler.