“Onsuz [mimarlıksız] yaşayabilir ve ibadet edebiliriz, ancak hatırlayamayız.” [1]
Evimizden sokağa adımımızı attığımız anda özel olandan kamusal olana geçiş yaparız. Sokaklardan meydanlara, meydanlardan parklara bir kentin sınırlarında hareket ederiz gün boyu. Yapıların arasında dolaşır, belleğimizde kayıtlı olan mekanların kılavuzluğunda hatırlarız geçmişte yaşanmış olanı. Oturduğumuz banklar, beklediğimiz otobüs durakları, dostlarla buluşma noktası heykeller, uğramadan geçilmeyen kitapçı, kısa molaların çay ocağı, önünde basın açıklamaları yapılan kamu binaları ve daha nicesiyle kentsel bir belleğin parçaları arasında geziniriz.
ODTÜ Mimarlık Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Aykaç, “Bellek, Kolektif Bellek ve Koruma” başlıklı makalesine [1], John Ruskin’in Mimarlığın Yedi Işığı adlı eserinde yer alan yukarıdaki cümle ile başlar ve devam eder; “Ruskin, ….bellek kavramını mimarlığın altıncı ışığı olarak nitelendirir ve belleğin özellikle zamana karşı daha dayanıklı olması amacıyla inşa edilen, anı değerine ve anıtsallığa sahip kamu yapılarında veya konutlarda somutlaştığını belirtir. Geçmişin kalıntısı olarak mimarlık bu bağlamda hem belleğe katkıda bulunur hem de onu tetikler.”
Kentsel mekanların tasarımında mimarın rolü tartışılmaz. Bir mekanı kentsel hafıza mekanı olarak tanımlamak için tek başına yeterli bir etken olmasa da hafızayı tetiklediğini, hafızaya katkıda bulunduğunu belirtmeden geçmek istemedim. Yazımın içerisinde kentsel hafıza mekanları ile otorite/iktidar/erk arasındaki ilişkiyi tartışmaya açmak niyetindeyim. Ancak köşe yazısından öte bir iddiam bulunmadığını ifade etmeliyim. Daha önce akademik düzeyde yazılmış makalelerin bazılarından yapacağım alıntılar eşliğinde kişisel bir değerlendirme yapmayı planlıyorum. Galatasaray Meydanı örneği de kolaylaştırıcı olarak bana eşlik edecek. Sizin de ilgilinizi çekebildiysem usulca esasa giriyorum.
Hafıza/Bellek Mekanı Nedir?
Maltepe Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü’nden Ar.Gör. Gamze Tayılga ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, İç Mimarlık Bölümü’nden Doç.Dr. Saadet Aytıs’ın “Bir Bellek Mekanı Olarak Geçmişten Günümüze Atatürk Kültür Merkezi İç Mekanı” başlıklı makalesinde [2] şöyle bir tanımlama yer alıyor. “Bellek mekanları, insan gruplarının kamusal eylemlerde “grubun birlik duygusunun ve kendine özgülüğünün temelini oluşturan, geçmişe ait ortak bir bilgiyi” ifade etmesine aracılık eden yerler olarak tanımlanmaktadır (Assmann, 1995’den aktaran; Winter, 2015: s.321).”
Mekanlar hafızamızda nasıl yer ediniyor diye düşünüyorsanız aynı makalede bu soruya da açıklık getiriliyor;“Mekanı kavramanın ve algılamanın ilk aşamasını duyu organları ile mekanı hissetmek oluşturmaktadır. Renk, doku, biçim, ses, koku, ışık gibi mekana ait fiziki unsurların duyu organları ile beyne iletilmesi sonrasında bireysel özellikler nedeniyle kullanıcı beyninde farklı simgeler oluşmaktadır. Bireylerin mekanı kavrama ve analiz süreçleri farklı içsel uyaranlar ve şartlarla gerçekleşmekte ve mekan algılanmaktadır. Algılanan mekan, bellekte kodlanır.
Kullanıcının mekanı zihninde algılaması sürecinde mekanla kurulan ilişkiye göre mekansal bir ögenin bellekte saklanması farklılık gösterir. Mekanın kullanıcı için kalıcı olma durumu, içerdiği bağlam ile orantılıdır. Bir mekanın bellekte ilişkilendirilmesi, eşleştirilmesi, yönlendirilmesi karşılaştırılması ve kodlanması anı, deneyim, algı ve duyumlarla desteklenerek gerçekleşir. Uzun süreli belleğe aktarım ise kodlamanın gerçekleşmesi ile sağlanır. Uzun süreli bellekte kodlanan bu öge, bireyin yaşam döngüsü içerisinde tekrar hatırlanmak üzere geri çağrılır (Öymen Özak ve Gülçin Pulat, 2009: s.150).
Bellek mekanları, içerdiği referans noktaları ile kullanıcının mekanı deneyimlemesi sonrasında geçmiş olay ya da durumları zihninde canlanmasına yardımcı olan mekanlar olarak tanımlanmaktadır (Akıncı, 2020: s.21). Bellek mekanlarıyla ilgili kritik nokta, bu mekanların yalnızca olayları bizzat yaşayanlar için değil, olaydan çok sonra doğanlar için de referans noktası oluşturmasıdır (Winter, 2015: s.324). “
Kamusal Mekanlar ve Otorite
Gazi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nden Yard. Doç. Dr. Neşe Gürallar’ın, “Kamu – Kamusal Alan – Kamu Yapıları – Kamusal Mekân: Modernite Öncesi ve Sonrası için Bir Terminoloji Tartışması” başlıklı makalesinde [3] konuya ilişkin detaylı bir tanım ile karşılaşırız; “Devlet, Habermas’ın ifade ettiği gibi “kamu erki”dir, ona teslim edilen erki elinde tutandır ve bu nedenle kamu, “devlet”ten daha geniş bir alanı tanımlar. Kamu alanı iki ayrı niteliğe sahiptir: Bir yandan gündelik hayatta Arendt’in de tanımladığı gibi “ortaklığa”, hepimize ait olma durumuna işaret eder, diğer taraftan ise siyasi bir katılım ve varoluş mekânıdır. Bu nedenle kamu kelimesinin “devlet” olarak algılanmaması, tartışmada hedeflenen nokta devlet ise devlet terimi yerine “kamu”nun geçirilmemesi daha doğru olur.
Mimarlık terminolojisinden örnekler üzerinden devam ettiğimizde, sözgelimi tiyatro binaları kamu mülkü olmayabilir, özel şahıs ya da tiyatro gruplarına ait olabilir, ama kamu için var olurlar, yani kamusaldır.
Kamusallık ise herkese açıklık ile tarif edilmelidir. İster kapalı mekân ister kentsel açık alan olsun, kamusal mekân derken “erişilebilir” yani genel kullanıma izin veren yapı grupları ya da kentsel açık alanlar ifade edilmektedir. Burada “erişebilirlik” kamusallık için anahtar kavramdır. Kentsel/kamusal açık alanlar, üzerinde kolaylıkla uzlaşılabileceği gibi herkesin kullanımına açık alanlar, parklar, meydanlar, sokaklardır.”
Kamusal mekan tanımını açmam gerekiyordu. Çünkü “herkesin kullanımına açık alanlar, parklar, meydanlar, sokaklar” dan seslenirizotoriteye/iktidara/erke. Sözümüzü oradan söyleriz. Toplantı, gösteri ve yürüyüşlerin, mitinglerin ardından ayak izlerimiz orada kalır. Duyduğumuz bir ezgi, bir slogan, gördüğümüz bir ağaç. bir pankart, sokağı kaplayan ıhlamur kokuları ile yıllar geçse de anılarımız kamusal alanlarda bizimle ve bizden sonrakilerle yaşamaya devam eder.
Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Esengül Ayyıldız ve Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Kaan Taşbaşı, “Kentsel Kamusal Mekânlarda Toplumsal Hareketler ve Eylem Pratikleri: İletişim Bilimleri Açısından Otorite Mekânlarına Müdahale Olarak Hrant Dink Eylemleri” başlıklı makalesinde [4] “Kent yaşamı, sosyal eyleyicilerin edimlerini ve etkinliklerini gerçekleştirdikleri bir tiyatro sahnesi gibi toplumsal eylemliliğin sahnesidir (Mumford 2003). Kent öyle bir sahnedir ki, bir bütün olarak toplumsal dönüşümleri yaratan, buradaki benzerlikler, uyumluluklar ve aynılıklar değil, farklılıklar ve çatışmalardır.” denilerek kentler bir sahneye benzetiliyor.
Toplumsal eylemliliğin sahnesi olması yanıyla kamusal mekanlar örneğin sokaklar, meydanlar, kamu binalarının önleri otoritenin de önem verdiği, tabiri caizse dikkat kesildiği mekanlardır. Halkın, emekçilerin kitleler halinde bir araya gelmesinden, yalnız olmadığını görüp birbirleriyle etkileşime girmesinden, dayanışmasından ve hatta umuda kapılmasından duyduğu endişe ile kamusal mekanı otorite kendi mekanı haline dönüştürür. Aynı makalede; otorite mekanı kavramı için; “… kent alanlarının, yurttaşların serbestçe eylediği alanlar olmaktan çıkarılıp, yerel yönetimler (valilik, belediyeler gibi siyasal iktidarın kent alanlarını düzenleyen resmi otoriteler) ve onların kolluk güçleri tarafından kısıtlayıcı kurallarla denetim altına alınmasını karşılamaktadır. Sözgelimi toplanma ve protestoların yapıldığı Taksim Meydanı gibi bir alanın, yurttaşların politik eylemlerine kapatılması, kısıtlanması ya da izne tâbi tutulması gibi…” açıklaması yapılmıştır. Bu bağlamda kamusal alan ve hafıza mekanları ile otorite arasındaki ilişki muhalif olanı unutturmak, yerine yeni ve lehte olanı eklemek ihtiyacı üstüne kurulmuştur diyebilirim.
Oysa kentlerin merkezinde yer alan ve toplanma alanı amacı taşıyan meydan düzenlemeleri günümüzün “agora”ları gibi yani Antik Yunan kentlerinde gördüğümüz halka ait toplanma alanları gibi toplumun kullanımına açık olmalı. Otorite karşıtı politik eylemler söz konusu olduğunda yasaklanan, konser ve futbol eğlencelerine açılan keyfilikten uzaklaşılarak halk için demokratik bir sahne, bir agora niteliğine geri dönüşü sağlanmalıdır.
Kentsel Hafıza Mekanı Olarak Galatasaray Meydanı Örneği
1976-1980 yılları arasında liseli devrimci gençlik hareketinin yükseldiği liselerden biri olan Galatasaray Lisesi’ni de içine alan Galatasaray Meydanı [5] 27 Mayıs 1995’ten bu yana Cumartesi Anneleri’nin oturma eylemine ev sahipliği yapıyor.
Otuma eylemi 1000.haftasını geride bıraktı. 1000 haftadır ellerinde kaybedilen yakınlarının resimleri ile cinayetlerin aydınlatılmasını, faili meçhul bırakılmamasını istiyor aileler. 1000 haftadır her cumartesi, aynı yerde, aynı taleple ve kırmızı bir karanfille sevdiklerinin bir mezarı olsun, doğdukları topraklarda bir mekanları olsun istiyorlar. Galatasaray Meydanı da “toplumsal eylemliliğin sahnesi” olarak her hafta sonu Cumartesi Annelerinin çığlığını bağrına basıyor.
Meydan, kentsel hafızadaki yerini bu anlamda çoktan edinmiş durumda. Hatta “yalnızca olayları bizzat yaşayanlar için değil, olaydan çok sonra doğanlar için de.” Ancak oturma eyleminin 700.haftasına denk gelen 25 Ağustos 2018 tarihinde meydan Cumartesi Annelerine yasaklanarak otorite mekanına dönüştürüldü. O tarihten itibaren beş yıl boyunca kayıp yakınları ve dayanışma gösterenler biber gazlı, ters kelepçeli saldırılar ile gözaltına alındı, yargılandı. Anayasa Mahkemesi, 16 Kasım 2022 tarihinde uygulanan bu şiddet ve kötü muamelenin hak ihlali olduğuna dair karar verse de 973. haftaya kadar polis saldırısı devam etti. 11 Kasım 2023’den beri küçük bir grup halinde eylemin yapılmasına izin veriliyor. Eylemin 1000.haftasında ise bu kısıtlama bir günlüğüne kaldırıldı ve binlerce hak savunucusu ve kayıp yakını Galatasaray Meydanı’nda toplandı.
Eylemin Mekansallaşması, Mekanın Eylemselleşmesi
Galatasaray Meydanı ve Cumartesi Anneleri ilişkisi karşılıklı bir bellek barındırıyor bence. Mekan ve eylem arasında karşılıklı bir özdeşlik kuruyor zihnimiz ister istemez. Galatasaray Meydanı Cumartesi Annelerini, Cumartesi Anneleri Galatasaray Meydanı’nı hafızasına birlikte kaydetmiş durumda. Dolayısıyla kentsel hafıza mekanı kavramı bir eylemin mekansallaşması, bir mekanın eylemselleşmesi şeklinde de okunabilir bu örnekte. Hatta Taksim Meydanı ve Gezi Direnişi, İnsan Hakları Anıtı ve Yüksel Direnişinin de benzer bir ilişkiyi barındırdığını söyleyebilirim.
Taleplerin geniş halk kitleleri tarafından sahiplenilmesi ile eylemin toplumsal bir harekete dönüşmesi ve ısrarlı bir tavırla yıllarca sürmesi eylemin mekansallaşmasını, mekanların kentsel hafızaya kaydedilmeleri ve başka hak arama mücadelelerinin de odağı haline gelmesi mekanın eylemselleşmesini açıklıyor diye düşünüyorum. Otoriteler için kısıtlama ve yasaklarla önüne geçilmek istenen belki de budur. Çünkü eylemi anlık bir protesto anlayışından çıkararak talep karşılanana dek aynı mekanda sürdürme kararlılığı kentsel hafızanın oluşmasını sağlayacaktır. Belki de asıl mesele o hafızadır, kolektif hafızamızdır.
Kaynakça:
[1] Bellek, Kolektif Bellek ve Koruma
[2] Bir Bellek Mekanı Olarak Geçmişten Günümüze Atatürk Kültür Merkezi İç Mekanı
[3] Kamu – Kamusal Alan – Kamu Yapıları – Kamusal Mekân: Modernite Öncesi ve Sonrası için Bir Terminoloji Tartışması
[4] Kentsel Kamusal Mekânlarda Toplumsal Hareketler ve Eylem Pratikleri: İletişim Bilimleri Açısından Otorite Mekânlarına Müdahale Olarak Hrant Dink Eylemleri
[5] Galatasaray Lisesi/Meydanı