Sağ Faşizmi…

0
132

(Selam. Artık yazılarım için, fonda hangi müzik eşliğinde okuyalım? diye soruyorsunuz ya Dünya’nın en tatlı okuyucuları olmaya hak kazanıyorsunuz ???? Bir teşekkür edeyim dedim. Ayrıca artık daha çok insan ilişkileri üzerine yazacağım. Varsa üstesinden gelemediğiniz bir konu, hemen mesaj kutuma haber bırakın, hallederiz.:)

Bu haftaki yazımda size, her hafta köşe yazısı yazmak zorunda kalıp da saçma sapan ve konudan konuya atladığı her daldan kolajlarla günü kurtaran köşe yazıcısı taklidi yapacağım. Hazırsanız…: Veriyorum müziği : Pink Floyd- Shine On You Cray Diamond

Sol elim sıkıntılı benim. Sanki dilimizi bilmeyen bir yabancı gibi. Sağ elimle her işimi yapabildiğim gibi sol, son derece yabancı bana. Aslında İlköğretimde iken iki elimle de yazabiliyordum. Sonra sabırsızlığım her şeyin önüne geçince solu bıraktım. Hep arkadan geliyordu. Biz sağ ile ikimiz her şeyi en kısa sürede gerçekleştirirken o hep geride kaldı ve zamanla dışlandı. Dışlanınca da sanırım küstü bana. Beynimin bir lobuyla idare etmeye başladım, ki bir tanesi yetiyordu bana, o da Sol lobum. İhtiyacım olmadığı kesinleşince tamamen yabancılaştık birbirimize. Bilinen bir tezdir ya sağ elini kullananlar sol lobunu, sol elini kullananlar ise sağ lobunu baskın duruma getirir. Daha sonra bu tezin üzerine gittim ve gördüm ki sağ elim sağ lobda kullanılan baskın bölgeleri de aktifleştiriyormuş belli ki. Yoksa günlük hayatta yaptığım çoğu şeyi yapamam. Öyle ki uzmanlara göre sol beyin yani sağ elin baskın kullanımı:

  • Dil ve konuşma becerisi,
  • Mantıklı düşünme,
  • Kritik karar verme,
  • Hesaplama ve işlem yapma.

Becerilerini aktifleştirirken, sağ beyin ise yani sol el baskınsa:

  • Yüz hatırlama,
  • Duyguları anlama,
  • Hayal gücünü kullanma,
  • Yaratıcılık,
  • Müziğe yatkınlık

Sinsiliğin Kitabı

Benim bütün hayatım sağ beyin lobundan yönetiliyor gibi bir şey yani. E ama yanlış el. O zaman başka bir tezle kendimi sarstım. Demek ki sağ elim iki lobumu da çaktırmadan etkinleştirebiliyor. Bu yeni buluşum beni dehşete düşürdü. O andan itibaren sinsi gelmeye başladı bana sağ elim. Kendi bölgesinin dışında ve benim bilgim olmadan işler çeviriyordu. Bir yandan sinsiliğin kitabını yazıyordu. Buna tahammül edemezdim. İyice soğudum. Şimdi bu vesile ile (vesile de ne güzel bir kelime ama dil becerim yani sağ lobum olmasa nereden bileceğim?) sol elimle barışmaya uğraşıyorum. Önce dişlerimi fırçalamaya karar verdim sol elimle. Dişlerim 1 hafta yarım yamalak fırçalandı. Sağ elimle fırçalanan bölgeleri düzeltmek zorunda kaldım. Hep bir baskınlık hep çakallık bu sağ elimde. Sol o kadar nazik ki fırçayı tutmayı bırak, yemek yiyeyim desem çatalı tutamıyor. Piyano çalayım desem sağ elim hem akorlara basıp hem tek tek notalara basmak için yanıp tutuşuyor. Geçen gün yemek yaparken soğanı sadece tek elimle kestim. Tek gözüm yaşardı, bu da mı tesadüf? İşte böyle bir atıllık durumu. Yeniden dil öğretiyorum şimdi ona. Sol elime. Yaşama dair bilgiler veriyorum. Anahtar böyle tutulur, kapıya şöyle sokulur. Pencere böyle açılır, çorap şöyle giyilir, saç böyle taranır. Konuşmaya başlaması gerek. Yarı beyinle bu zamana kadar idare etmişim ama ya şimdiden sonrası? Dünya hızla dijitalleşiyor, artık daha çok şey öğrenmem gerek. Her saniyemi öğrenmekle geçirmeliyim. İki lobumdan da beklentilerim var benim. Bu öğrenme özürlüyle üstelik. Ama benim hatam. İki çocuğu olup da birine ilgi gösteren anneler gibiyim. Diğer çocuk hayattan vazgeçmiş şimdi ne yaparsan yap toparlayamıyor. Ama diğeri, sağ taraf. Öyle sinsi ki kendisini iyi gösteriyor, sanırsın hep iyi niyetli. Ama öyle bir baskınlık, öyle bir kendi lobunda olmayana yaşam hakkı tanımama durumu, öyle bir faşizm…

Ateş Pahası ile Bronzlaşma

…Dedim de aklıma geldi. Bir arkadaşım bir haftalığına Türkiye’ye geldi. Neredeyse otuz yıl İngiltere’de yaşamış. Annesini gördü standart. Estetiklerini, dişlerini, saç bakımını, kaş ekimini, kan tahlillerini yaptırdı, bronz ve sağlıklı görünmek için solaryumlarına girdi. İstanbul’da çöpü tam zamanında toplanan caddelerde arkadaşlarıyla kahveler içti. Selfiler, videolar, eskileri anmalar derken, döndü geriye. Ama nasıl agresif. Döndüğünden beri dilinde tüy bitti; Ülke aşırı pahalanmış. Öyle böyle değil diyor, ateş pahası. Bir sabah uyandığında aldığın şeyi ertesi sabah aynı fiyattan alamıyorsun. Maaşını alıp hesap yapsan, bir önceki ay yaptığın hesapla bu ay arasındaki uçurum Yemen’deki El Hajjarah uçurumundan daha yüksekte kalır. Korkunç. Delirebilirsin bu durumdan, mahvolursun, ayakların yere basamaz olur, düşersin, diyor. Evet diyoruz çok zordayız hepimiz. Ama diyor, asıl sorunum bu değil benim. Her yer dolu. Bütün kafeler, restoranlar, alışveriş merkezleri, gırla, “sport centerlar”, sinemalar. Bu insanlar bu paraları nasıl buluyorlar benim derdim bu, diyor. Ne yapıyorlar da bu kadar para bulabiliyorlar. Mesela ben pound harcadım ama bittim mahvoldum. Estetisyenime gün ve saat bulamadım 1 ay öncesinden gün bakmaya başladık sekreteriyle. Zamanım kısıtlı diye beni araya sokuşturdular. 1 fincan kahve içtim 140 tl verdim. Bunlar bu parayı nereden buluyorlar? Biri bana çıksın açıklasın. Eski oturduğum apartmanda 7 bin olan kiralar 42bine çıkmış. Onu da ödeyebiliyor, dışarıda yemek de yiyebiliyor, benzin de alabiliyor, çocukları koleje de yolluyor. Kim bunlar? Bu harcamaları yapan bu insanlar kim bunlar? Diyor. Cevapsız kalıp histerik serzenişlerini dinlerken, yüzünün haritasını bir kare bile atlamadan takip ederek yeni yaptırdığı Fransız askısının izlerini bulmaya çalışıyorum. Tıpkı sağ elime benziyor bu yüz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz