Türkiye’nin deprem haritasında kıpkırmızı kalın çizgiler var misal 99’dan bu yana hayatta olanlar o kalın çizgilerin var güçleriyle sallandığına tanıklık etti. Şu anda hayatta olanlar ikinci tura doğru yol almakta. Memleketin fayları, çürük yapıları insanların bedenlerine, ruhumuza, kafamıza yıkıyor, biz yine de kendimize gelemiyoruz. Çünkü felç edildik, görüyor, anlıyor, dertleniyor ama harekete geçemiyoruz.
Antakya, İskenderun, Samandağ gibi tarihi önemi olan kentlerinin olduğu, ülkenin en neşeli insanlarının, en lezzetli sofralarının ili Hatay bu kalın çizgilerden birinin en ucunda yer alıyor.
5 Şubat’ı 6 Şubat’a bağlayan gece çalışırken sabahlamış, yatmadan son bir kez Twitter’a göz atayım demiştim. Depremden dakikalar sonra, yerli yabancı rasathanelerin raporlarına hızlıca bakıp, sokaklara dökülmüş yakınlarıma ulaştığımda, depremin büyüklüğünü, olayın vahametini ben anladım, her nedense “devlet büyükleri” anlamadı. İçinde binlerce askerin bulunduğu garnizonların, boydan boya sahil şeridinin olduğu ilin en gözde yerlerinden birinde, İskenderun sahilinde oturan çocukluk arkadaşım 15 ve 22 yaşındaki gencecik evlatlarıyla yardım beklerken diğer on binlerce can gibi can verdi.
Taş kalpli, yolsuz iktidarın iç siyasi çekişmeleri, beceriksizliği ve liyakatsizliği sayesinde yardım ulaşmadı, üstüne bu durum yayılmasın diye Twitter bandı daraltıldı, yardım edilseydi ölmeyeceklere kendi salâları dinletildi.
Tam bir yıl geçti o korkunç depremin/depremlerin üzerinden. Kadim şehir Antakya’nın %70-80’i yok oldu. Yaklaşık 300 bin ev yıkıldı sadece 7.200 ev teslim edildi. Kayıplarla ilgili rivayet muhtelif, resmî açıklama 50 bin ama Turkcell’in 150 bin hattı kapattığı fısıltı gazetesi ile yayıldı. Herkesin hala ulaşamadığı yakınları var. İskenderun’u deniz suyu basarken Antakya bir çamur deryası içinde yüzüyor. Arabayı çamurdan çıkarmaya gelen traktör de çamura saplanıyor, toz toprak, pislik içinde ortalık. Kiralar 15-20 binlerden başlıyor, tarım cenneti memlekette eti boş verin, sebzeye yaklaşamıyor insanlar pahalılıktan.
Kötülüğün ekonomik krizle birleştiği, açlığın derinleşip, yoksulluğun yayıldığı, depremin yaralarının sarılmadığı ülkemizde normalde gün yüzü görmemesi gereken iktidar seçimleri bir kez daha kazandı.
Ülkenin üstünde bir şey deneniyor, gün gibi ortada. Pespayeliğin prim yaptığı, temel demokrasi kurallarının uygulanmadığı, iş başında işi bilenlerin, vatanını sevenlerin olmadığı bir yer oldu Türkiye. Muktedir, çoğunluğun fakir, azınlığın çok zengin olduğu; ‘çok zengin azınlık’ yer, içer, gezer tozarken, ‘fakir çoğunluğun’ onları ekranlardan, restoranların, AVM’lerin etrafına serpiştirilmiş banklardan izlediği bir ülke yarattı. Toplumun geniş kalabalıkları için her yıl bir diğerinden daha zorlu geçer oldu.
Hadi biz muhalifler beceremedik derdimizi anlatamadık, sesimizi duyuramadık, deyin ki saçmaladık, koyun bizi bir yana. AKP/MHP seçmeni neden bu rezilliğe “rezillik” diyemiyor, dahası niçin her seçimde koşa koşa oyunu bunlara veriyor? Bu adaletsiz, ahlaksız düzen içinde can mal güvenliklerinin tehlikede olduğunu göremiyor mu? Onların çocukları depremde yolsuz müteahhitlerin evlerinde ölmüyor mu? Onların çocukları liseyi bitirdiği halde iki lafı bir araya getirmekte, okuduğunu anlamakta zorlanmıyor mu? Onların çocukları gelişmiş batı ülkelerinden birine kapak atmanın hayalini kurmuyor mu? Hepsini geçtim onların çocukları aç kalmıyor mu? Yoksa yeni “norm” bu mu? Kurumların yıkıldığı, çürüdüğü, tamamen “ilişki” bazlı iş yapma(ma) anlayışının yerleştiği, her koyunun kendi bacağından asılıp, derisinin soyulup, parça parça edildiği bir düzen mi istedikleri?
Gerçekten ne diyeceğimi, bu garabeti nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Bence kimse bilmiyor. Çürük binalardan, yapılardan yakınlarımızı depreme kurban vererek kurtuluyoruz, çürük rejimlerden kurtulacak siyasi depremler için gerekli enerjiyi biriktirmeye ise mecalimiz yok çünkü felç olmuş durumdayız. Bu hastalığı yenmek, yeniden ayağa kalkmak zorundayız. Kurban verdiğimiz canlar ve daha da vereceklerimize borcumuzdur. Bu ülkenin tüm depremlerinde can verenlerin ruhu şad olsun, hayatta kalanların aklı başına gelsin umarım.
Melis hanım, doğru söylersiniz. Tükenmişliğimiz, hep aynı şeyleri yaparak farklı sonuç bekliyor olmanın, doğallıkla olmayınca da yılgınlığa düşülmesinden kaynaklanıyor. Artık salt üç-beş para vererek, giyim kuşam eşyası vererek değil, daha akıllı, daha gerçekçi, daha doğa uyumlu ve daha etkili dayanışmacı bir yaşam tarzı belirlememiz gerekiyor. Sorunları anlama ve çözümlere yaklaşımda farklı bir yol seçmek demek. Sorun Çözümleme -bir örnek https://bit.ly/4247kiV- temelli Kök Sorun arama yaklaşımını öneren BNGV olarak “anlamadığın sorunu çözmeye kalkma!” diye yazıp söyleyerek ömür geçiriyoruz. Akıllarımızı birleştirmek durumundayız. Yakın ilişkide olduğumuz camialara bunu anlatmalıyız. Ben bir alo mesafesindeyim. 5322461121 Selamlar..