Bundan yaklaşık 12-13 yıl önceydi. Bu gavurlar da amma disiplinli adamlar. Sabahın köründe alelacele bir kahvaltıdan sonra hızla konferans salonuna yöneldik. Her şeyleri dakik… Kahvaltı da kahvaltı olsa, tatsız tuzsuz, vallahi hiç acımaları yok… Kalabalığın ilerlediği koridoru takip ederek yerimizi almak için yürüyoruz.
Ben de dahil Sağlık Bakanlığı’ndan birkaç görevli dışında ülkeden etkinliğe katılan başkaca birileri de yoktu. Hoş o zamanlar ülke gündeminde bu türden konular ne gezer… Sağlıklı beslenmek de neymiş?
Yiyecek, temizlik gibi günlük ihtiyaçlarla ilgili ürünleri, hızlı tüketim mallarını küresel olarak pazarlayan, satan dünya devi bir şirket düzenliyordu bu faaliyeti. Onların misafiri olarak gelmiştik. Bizim ülke neden bu kadar geri diye içimden geçirmedim değil o vakitler. Belli ki şirket lobicilik yaparak her ülkenin sağlıkla ilgili bakanlık, kamu ve sivil toplum kurumlarından birilerini davet etmiş ve çalışmalarını ve bu konulardaki titizliğini anlatmak istiyordu. Ben de o yıllar sağlığın geliştirilmesi üzerine çalıştığımdan bakanlıktaki arkadaşların yönlendirmesiyle sürece dahil olmuştum.
Salon hıncahınç doluydu. Her ülkeden davet edilen konuklar olduğunu hatırlıyorum. İki günlük etkinlik için yalnızca iki günlüğüne davet edilmiştik. Yani insan davet ettiği kişilere bulunduğu şehri şöyle bir gezdirmez mi hiç? Zaten sabahtan akşama kadar konuşmalarla doluyuz. Hepi topu bir öğle arası var…
Büyücek, amfi tarzında bir konferans salonuydu… Türk aklı işte, gelen giden sayısına, etkinliğin büyüklüğüne göz atmadan olmaz. Sen de 500 ben diyeyim 1000. Epey kalabalık. Arka bölümlerde yer buluyoruz. Biraz da yüksek alandan herkesi görmeyi tercih etmedim değil. Davet eden şirketin temsilcileri doğal olarak bir hoş geldiniz konuşmasıyla bizleri karşılıyorlar. Sonrasında konuşmacılar birer birer sahne almaya başlıyor. Çoğunlukla kendi çalışmalarıyla ilişkilendirdikleri sağlıklı beslenmeye ilişkin bilgiler veriyorlardı.
Birkaç farklı ülkeden temsilci ise hem ülkelerindeki çalışmaları hem de besinlerde kullanılan içeriklerle ilgili bilgileri paylaşarak bunların sağlığa etkilerini anlatıyordu. Zaten sıkışık bir programa yorgun ve yarı uykulu gelmiştim. “Yani birader uyku getirdiniz” diye içimden bir sesin beni devamlı şekilde dürttüğünü hatırlıyorum.
Umudu kesmiştim. Yıllardır katıldığım türden bir konferanstayım düşüncesi beni sarmıştı. Ta ki o konuşmacıya kadar…
Yine ilgisizce dinlemeye başlamış olduğum o konuşmacı diğerlerinden farklıydı işte. Hem heyecanlı hem eleştirel hem de bilgi dolu bir giriş yaparak dikkatimi çekmişti. İçimdeki sesi batırmış, uykumu açmıştı.
Diğerlerinden daha farklı bir konuşma içeriğine sahipti. Sağlıklı beslenmeyle ilgili olarak toplumsal bilincin ne kadar yetersiz olduğuna odaklamıştı. Sağlıklı beslenme konusunda ülkeler düzeyinde örgütlenmiş yapılar ve bunların çalışmalarına değiniyordu. Anlatımının birçok yerinde “Nutrition Commission” ve “Nutrition Counsil” ifadelerini kullanıyordu. Nedir bu diyerek o an meraklanmıştım.
Neredeyse Avrupa’nın her ülkesinden örnekler veriyor, bu organizasyonların yaptıkları çalışmalara değiniyordu. Ama her yararlı işte olduğu gibi biz yine örnekler arasında yoktuk. Yanımda oturan bakanlıktan görevli arkadaşlara ister istemez sorma ihtiyacı hissettim. Kulağına eğilerek “bizde yok mu böyle bir kurumsal yapı” diye sordum. Aynı şekilde ve sessizce yanıtladı: “Ne gezer hocam.”
Anlamış ve açıkçası çok şaşırmamıştım. Dünya dönüyordu ama bizim ülkedeki dünya pek dönmüyordu işte. Düzdü düpedüz, tepsi gibi öküzün boynuzlarının üstündeydi hala… Sonra belli etmeden bu organizasyonların ne olduğunu ne iş yaptıklarını hangi ülkelerde kurulu olduklarını sessizce cep telefonu üzerinden araştırmaya başladım. Kulağım bir yandan da konuşmacının sunumundaydı tabii. O anlattıkça hem şaşkınlığım hem de öfkem artıyor, öte yandan konuyla ilgili bilgilenme hırsım da çoğalıyordu.
İnternet ortamında epeyce bilgiye ulaşmıştım. Avrupa’daki küçük ülkeler dahil neredeyse her ülkede irili ufaklı beslenme ile ilgili ulusal komisyonlar vardı. “Şu Amerika’da işler nasıl” diye bir kurcalayayım dedim. Öyle ya vahşi batı, vahşi kapitalizm. Herhalde orada beslenme ve sağlık kimin umurunda olurdu. Boşuna fastfood beslenmeyi yaratmamış adamlar…
Kazın ayağı hiç de öyle değilmiş oysa… Üstelik 1928 yılında kurmuşlar “American Society for Nutrition” adlı teşkilatlarını. İlk kurulduğunda adı “American Institute for Nutrition” olarak kayıtlarda geçiyor. 1955 yılında kurulmuş olan Mc Donald’s şirketinden tam 27 yıl önce… Demek ki çok önemli bir konu.
Zaten okudukça önemini şıp diye anlıyorsun. Konunun esası özetle şöyle; zihnine olduğu gibi bedenine giren şeyler de zararlı olabilir. O zaman bunun için bir koruma ve bilinçlendirme çalışmasına ihtiyaç var. Yani beslenmene, soluduğun hava kadar, izlediğin, okuduğun içerikler kadar dikkat etmelisin. İnsan dışarıdan gıda, su, hava ve düşünceler alan bir varlık. Bedensel, ruhsal ve zihinsel anlamda tam iyilik hali için insanın dış faktörlerin olumsuz etkilerine karşı korunması kaçınılmaz.
Koruyucu sağlık konusu burada devreye giriyor. Korumak için toplumsal bilinç ve toplumsal değişim şart. Ama bu yetmez. Alışkanlıkları, davranışları yani yaşam biçimlerini değiştirmek gerekiyor. Bunun için de toplumun kalıplaşmış yeme içme alışkanlıklarını ve bunların sağlık bakımından olumsuz etkilerini belirlemek gerekiyor. Yani yoğun kırmızı et, yağlı beslenirsen kalp damar hastalıkları, kolestrol gibi hastalıklara yakalanma olasılığın oldukça yüksek. Aşırı yeme, yanlış beslenme ile obezite patlaması kaçınılmaz… Beslenme biçimleri hastalıkların da habercisi. Dolayısıyla sağlıklı beslenmek önemli.
Peki ne yapmış bu kuruluşlar. Ülkelerinde beslenme alışkanlıklarına ilişkin araştırmalar yapmışlar. Bölgesel ve yerel olarak beslenme alışkanlıklarına ilişkin haritalar çıkarmışlar. Besinlerde yer alan zararlı ve yararlı öğeleri dikkate alarak bu türden beslenmelerin gelecekte yaratabileceği hastalıkları öngörmeye çalışmışlar. Daha da ötesi bu hastalıkların önüne geçmek yani koruyucu sağlık bakımından beslenme davranışlarının değişimi için çalışmalar üretmişler. Bilimsel toplantılardan tutun da sağlıklı beslenme konulu ulusal kampanyalara kadar.
Okudukça gözlerim açılıyor, dinledikçe kızgınlığım artıyordu. Nasıl olur arkadaş? Bizim ülkedeki insanlar can değil de patlıcan mı? Vatandaşların sağlıklı ve yeterli düzeyde beslenebilmeleri, zararlı besinlere karşı korunmaları için neden hiçbir çalışma yapılmaz? Neden böylesi kamusal organizasyonlar kurulmaz, toplumsal bilinç için bir hareket yapılmaz?
Konuşmacılardan biri ise can alıcı bir konuya değinmişti. Nasıl ki sigara gibi ürünlerin paketlerinde uyarıcı işaretler vardı, nasıl ki televizyon yayınlarında yaş gruplarına göre, program içeriklerine göre uyarıcı işaretler vardı, her besin konusu paketli gıda için de uyarıcı işaretler olmalıydı. Yani yalnızca bir etiket basıp, küçük yazılarla bu uyarıları yapmanın bir anlamı yoktu. Zira paketli ürünlerde bulunan katkı maddeleri konusunda tüketiciler yeterli bir bilgi ve deneyime sahip değildi.
Hem karınca duasından beter o kadar küçük yazıları okuyup da kim katkı maddeli bu ürünleri ayırt edebiliyordu? Kim hangi katkı maddesinin hangi tür hastalıklara sebep olacağını biliyordu? Tüketiciler ne kadar bilinçliydi?
Rakam olabilirdi, renk olabilirdi ama ürünün içerik bilgisinin dışında paketli ürünlerin hastalıklara sebep olma riski bakımından sınıflandırılarak rakam ya da renkle de olsa işaretlenmesi, tüketicilerin de bu işaretlere dikkat ederek ürünleri almalarının sağlanması gerekiyordu. Bu tarz bir uygulama ürünlerin sağlık riskleri bakımından ayırt edilebilmesini sağlayan en etkili yol olabilirdi.
Tabi günümüzde dahi böylesi bir kamusal akıl ya da yaklaşım ve dahi uygulama henüz gerçekleşmiş değil. Zira ne endüstrinin ne de sermaye düzeni ve hükümetlerin bu durum işlerine gelmiyor. Tüketimin devam etmesi, hastalıkların yükselmesi ve piyasanın bu kara düzen üzerinden ekonomisini sürdürmesi lazım. Değil mi ama?
İki günlük etkinlikte konu bu yönleriyle öylesine etkili olmuştu ki Türkiye’ye döner dönmez bakanlıktaki arkadaşlara etkinliği anlattım. Bu konunun önemini, dünya örneklerini söyleyip durdum. Yapılmalıydı, bir an önce bakanlıkta bu yönde çalışmalar başlamalıydı. Ama nafile… Havanda su dövmüşüm, bir süre sonra anladım.
Ve yıllar yıllar sonra, sene 2019’da Ulusal Beslenme Konseyi’nin kurulduğunu gördüm. Evet yanlış duymadınız. Geç de olsa kurulmuştu. Ama hanginizin haberi var? Kimin haberi var bu konseyden?
Zaten bir kere adı faul olmuş… Devletin ilgili birimlerinden görevli birileri, konunun özünü, amacını bilmeksizin bir araya getirilmiş. Körler sağırlar birbirlerini ağırlamış. Toplum kesimleri deseniz olayın içinde yok. Soruyorum size, bildiğiniz, size dokunan, sizin beslenme alışkanlıklarınıza etki eden bir çalışmalarını duydunuz mu hiç?
Sizi sağlığa zararlı besinlerden koruyan kamusal bir çalışmaya tanık oldunuz mu? Sizin yanınızda olduğunu bildiğiniz bir kamusal yapı var mı?
Şunu bilmelisiniz ki yeterli düzeyde beslenmenin bile sorun olduğu bir ülkede zararlı, kimyasal, katkı maddesi bol besin paketleriyle baş başasınız. Bunu asla unutmayın. Kendi başınızın çaresine bakmak zorundasınız. Ve maalesef besin zehirlenmesini gram gram her gün yaşıyorsunuz…
Görsel : unsplash.com