‘İnsanların hayatı zaten daha önceden yazılmış oyunlarla geçiyormuş.’
Oğuz Atay
Hayat bir sahne, siz de oyuncusunuz! Bu sözü ya da türevlerini illaki duymuşsunuzdur. Ama işin aslı farklı; hayat bir oyun, siz de onu oynuyorsunuz. Doğduğunuz topraklarda öğrendiğiniz, yaptığınız her şey oyunun bir parçası. Bu oyunun bir adı var; kültür… Yıllardan beri süregelen kuralları, kendine has özellikleriyle her hayata dokunan bir oyun.
Toplumsal bir bilgi aktarımı olan kültür, toplumun üyesi olan bireylerin edindiği bilgi, adet, inanç ve alışkanlıklar bütünüdür. Bireylere çeşitli sorumluluklar yükleyen, milletleri birbirinden ayıran şey kültürdür. Kültürün geçmişi çok derindir, insanlık ile hareket eder, birinden diğerine aktarılır, her nesilde diri kalır. ‘Bizim kültürümüz böyle!’ yakarışını duyduğunuz an aslında kültürel oyunun varlığının ilan edilişini işitirsiniz.
Neden kültürü oyun diye tanımlayıp duruyorum? Hayır, bu bir küçümseme değil, bir gerçek. Ama sizin düşündüğünüz gibi minimal bir çocuk oyunundan bahsetmiyorum. Hayat sahne demiştik ya, işte oradan devam edelim. Tiyatro olan oyunu ele alalım. Roller, olaylar, sahne kuralları belli, hepsi de kültür başlığı altında toplanıyor. En azından Johan Huizinga öyle olduğunu savunuyor.
Oyun kuramını ortaya koyan Huizinga, irade sahibi olan insanın kültür bağlamında gerçekleştirdiği eylemlerin oyun olduğunu söyler. Bununla da kalmayıp ‘oyunun’ kültürü oluşturduğunu belirtir. Huizinga’nın oyun kuramı; belli bir mekanda ve zamanda iki tarafın da bilinçli bir şekilde üstlendiği rolleri gerçekleştirmesidir.
Bu tanımda yer alan rollerin birçoğu kültür imzasını taşır. Toplumun bireye yüklediği rollere karşı olan yakınmalara şahit olmuş ya da bizzat siz de yakınmış olabilirsiniz. Ancak bütün hepsi yıllar boyu yığın haline gelmiş kültürün eseridir. ‘Biz büyüklerimizden böyle gördük.’ savunmasındaki ‘büyüklerin’ her biri kültürel kodu taşıyan ve kendinden sonrakine aktaran usta oyunculardır. Hayattaki pek çok şey kültürel bir oyundur.
Üç, iki, bir, oyun!
Basit örneklerle ilerleyelim ve Huizinga’nın teorisine kulak verelim. Kız isteme. Toplumda sağlam bir yer kazanmış, kimi şikayetlere rağmen varlığını korumaya devam etmiş kültürel bir oyun. Oyun şöyle başlıyor;
Bir kadın ve bir erkek evlenmeye karar verir. Bazen bu karar onlara ait olmaz fakat roller belirgindir, gelin ve damat adayı. Ana karakterler hazır. Şimdi mekana bir bakalım; gelinin evi. Gelin adayı, ailesi ve çok değer verdiği yakınları diğer oyuncuları bekler. Oyuncuların hepsi sahnede toplandığında ise oyun başlar.
Damat adayı ve ailesi dekorlar ile gelir; çiçek ve çikolata. Değişmez unsurlardır bunlar. Bir diğer vazgeçilmez dekor ise gelinin yaptığı kahvelerdir. Bu kahvelerin bir tanesi ise mutlaka tuzlu olmalıdır. Çünkü burası oyunun can alıcı kısmıdır. Bir de yan roller var, oyun ilerlerken devreye giren, ana karakterlerin dramatik çatışmasını belirleyecek olanlar. Bu rolü çoğunlukla ‘baba’ üstlenir. Kız istenir, kız verilir.
Alkışlar ve gülüşler kopar, oyun sona yaklaşır. Final sahnesini doruğa taşıyacak olan yüzükler ortaya çıkar. Ana karakterlerin parmaklarına yüzükler takılır, yüzüklerin bağlı olduğu kırmızı kurdele kesilir ve perde kapanır.
İşte Huizinga’nın ‘kültür oyundur’ derken anlatmak istediği şey budur. Roller, kurallar ve final. Her milletin kültüründe bu tarz oyunlar yer alır. Bayramlar, geleneksel günler, evlilik, doğum, cenaze… Bu gibi olaylarda gerçekleşen faaliyetlerin hepsinin arkasında kültür vardır. Toplumun alışkanlık edindiği, gelenek haline getirdiği ve gerçekleştirmekte mükellef olduğu faaliyetler. Peki bu oyun ne kadar süre oynanmalı?
Kültür, kültürsüzlüğü doğuruyor…
Toplumda benimsenen şahsi roller kültürün gölgesinde gelişir. Kadın ve erkeğe toplum tarafından yüklenen sorumluluklar kültürün yozlaşması ile ortaya çıkar. Çünkü toplumun oyunculuğu ve rolleri benimseyişi fazlasıyla abartılıdır. Basit, gündelik hayat akışının kolaylığını sağlayan rollerin zaman içinde toplumun tutumu nedeniyle evrilip ilk halinden uzak bir noktaya ulaşmasının sorumlusu da bu abartıdır.
‘Kültür’ çerçevesinin dışında kalan her şeyi reddeden ve oyuna dahil etmeyen toplum zaman içinde bilgisiz, ‘kültürsüz’ kalır. Kültür ve bilgi birbirine harmanlanmış şekilde ilerler. Toplumda yaşanan gelişmeler kültürün bir parçası haline gelir. Dolayısıyla sanat, bilim gibi oyunun parçası olarak kabul edilmeyen unsurlar aslında kültürü renklendiren, besleyen şeylerdir. Ancak toplum yalnızca ezber haline gelmiş ‘oyunlar’ ile sınırlı kaldığı için kendisini ‘kültürsüzleşmeye’ mahkum eder.
Tıpkı ‘kız isteme’ gibi, kitap okuma, tiyatro izleme gibi faaliyetler de kültürel oyunlardır. İnsanlara sesleniş kanalı olan sanat ise kabul edilmeyen bir oyun olarak kültürdeki yerini alır. Öyle ki birçok Türk tiyatrosunda kültürün ve oyunun bu tarafına değinilir. Huizinga’nın oyun kuramının en iyi örneği olan, Oğuz Atay’ın yazdığı Oyunlarla Yaşayanlar ‘oyunun’ abartıldığı takdirde neyin nasıl olduğunu ortaya koyar.
Eski bir tarih öğretmeninin oyun yazarı olma çabasını anlatan tiyatro oyunu çok boyutlu bir şekilde oyun kuramını ele alır. ‘Oyunun’ gerçek hayatının önüne geçmesini konu alan Oyunlarla Yaşayanlar, Oğuz Atay’ın post modern toplum eleştirisidir. Kültürün ve kültürsüzlüğü abartılı örneğini görmek isteyen herkesin okuması gereken bir ‘oyundur.’
‘Oyunları değiştirmek elimden gelmez, çünkü ben de oyunun içinde bulunuyorum.’ der Oğuz Atay ‘oyununda.’ Bu toplumun birçok şey için kültürün arkasına sığınmasına benzer. ‘Neden?’ diye sorguladığınız bazı şeylerin karşılığında ‘Gelenek, görenek böyle.’ cevabını alma sebebiniz budur.
Herkes oyunun içindedir, herkes bu oyun ile yetiştirilmiştir. Bu nedenle değişim zordur, kuralları belli olan oyunları oynamak varken kimse yeni bir oyuna başlamayı tercih etmez. Bu yüzden rolleri üstelenecek bir sonraki kişiye de birebir aynısını öğretir.
Kültür doğru kullanıldığı zaman eşsiz bir birikimdir. Ama kuralların evrilip çevrilmesi ile geldiği tuhaf hal toplumun hatalarını ve kusurlarını örttüğü bir oyundan öteye geçmez. Kültürün aslında ne olduğunu öğrenmek için en temeline inmek, oyunun oynandığı temiz zamanları keşfetmek gerekir.
Belki o zaman her oyunun zorunlu olmadığı, farklı olduğu ortaya çıkar…
Kaynakça;
Bronislaw Malinowski’nin Kültür Teorisi
Eğitim ve Kültür İlişkisi-Eğitimde Kültürün Hangi Boyutlarının Genç Kuşaklara Aktarılacağı Kaygısı
Johan Huizinga’da Kültür Yapıcısı Olarak Oyun Kuramı Üzerine Bir İnceleme: “Squid Game”
Johan Huizinga’nın Oyun Kuramı Çerçevesinde Üç Modelle Karagöz Hacivat Muhâvereleri