İtliğin, Hergeleliğin Profesörü

0
179

Zaman zaman kendimi dümdüz, kemiksiz tarafından bir enayi gibi hissediyorum. Büyük ihtimalle yaşadığım çağa, insanlık anlayışına bir türlü ayak uyduramayışım bunda etkili olmuştur. Yani umarım sebebi budur.

Etrafımdaki çoğu kişiyle ortak bir dil konuşamadığıma tanık oluyorum. Fikirler, değerler, insani kabullerim iyice ayrıştı. Çocukluğumdan bu yana toplumca benimsenmiş veya dayatılmaya çalışılmış çoğu düşünce, değer hayatımda yok artık. Anlamsızlık evreninde yerini almış durumda. Yaşadığım toplumla da aramdaki mesafede aldı başını gitti. Ben böyleyim de herkes böyle mi sanki? Değil tabi. Çoğunlukla zamanın bir yerinde donmuş insanlarla karşılaşıyorum. Giderek yaşadığım toplumla zıtlaştığımı da görür oldum…

Karşısında durduğum hangi değer olsa, etrafımdaki insanların kimi zaman eti, kemiği gibi ona sahip çıktığını görüyorum. Ya da bazen tam tersi, savunduğum ne varsa dışladıklarına, kabullenmediklerine tanık oluyorum. Kendimi çoğu zaman sanki umutsuz bir mücadele veriyormuşçasına dil dökerken, bir karşıtlık ilişkisi içinde yakalıyorum. Don Kişot gibi… Nasıl bir direnç arkadaş? İster istemez her defasında sorguluyorum. “Bir yerlerde hata mı yapıyorum?” diye önümü ardımı, sağımı solumu yeniden ve yeniden gözden geçiriyorum… Bu şüphe hali bir gün beni öldürecek.

Yine öylesi anlardan birini yaşıyorum işte. Şu Muzaffer Abi de her defasında beni gaza getirmiyor mu? Yok yaptığım iş son derece mühimmiş bilim insanı olmak öyle kolay mıymış, yok bizim ülke insanı geriden geliyormuş toplumun yargılarına takılmamam gerekiyormuş, yok hiç insanlık adına çalışanla dünyanın malına kendini kaptıran bir olur muymuş, muşmuş da muşmuş… Abi gözünü seveyim, neyi ispatlamaya çalışıyorsun?

“Yapma artık abi, örnek önünde işte. Otuz küsur yılım geçti akademide. Ne oldu yani? Hadi geçtik işin parasından pulundan, zaten o bakımdan hiç cazip olmadı, itibarı mı kaldı bu meselenin? Öğrenci desen bildiğin o eski öğrenci değil, akademisyen desen bilim insanı mı politik yandaş mı belli değil. Üniversiteler katı birer disiplin, kontrol kurumu gibi çalışan, özgürlükten, eleştirel akıldan bihaber yapılar halini almış. Bilimsellik desen başlı başına masal… Ha bir de özel üniversitecilik oyunları peydahlandı başımıza ya o da tuzu biberi oldu işin. Üstelik yaşananlar kimsenin derdi değil, toplum olay yerinde bile değil… Varsa yoksa paraya, fikirlere, halkın zihnini işgal edecek sözlere yani bilim ünvanlı kişilere, kurumlara egemenlik manevraları. Durulacak gibi değil. Ne demişti Kadir abimiz? Bundan böyle atom fiziği de profesörlük de yerin dibine batsın.”

“Yapma ya kim demiş, kim demiş?”

Şaşkınlığını gizleyemediği öylesine açık ki…

“Kadir Abimiz.”

“Kim o ya?”

“Kadir İnanır.”

“Ona ne olmuş da bunu demiş?”

“Abi af buyur da sen biraz cahil kalmışsın galiba. Bilmiyor musun, bu bir film repliği…”

“Yok ya bilmiyorum, nereden bileceğim.”

“Bak hem de ta 1970’lerde demiş bunu.”

“Ne filmiymiş bu böyle?”

“Dur sana izlettireyim. Videosu var.”

Cep telefonunda hızlıca bir aramadan sonra videoyu buluyorum. Yakın gözlüğünü takıp ekrana doğru eğiliyor. Duyması için sesi sonuna kadar açıyorum.

Ceza, 1974

Sahne kumarbaz ancak hileler yoluyla kazanarak zengin olmuş kötü karakter Kenan’ın kızı Alev’in bir malikaneye girmesiyle başlıyor. Hale Soygazi’nin canlandırdığı Alev, tipik burnu havada, küstah bir zengin kızı. Babası tarafından kendisine hediye edilmiş olan malikaneye girdiği sırada içeride Kadir İnanır’ın canlandırdığı Ali ve arkadaşı Yalçın bulunuyor. Ali atom fiziği üzerine çalışmalar yapan genç bir profesör adayı. Saçı sakalına karışmış, münzevi bir karakter. Arkadaşı Yalçın ise muzip, dost biri. Malikane kumarda Ali’nin babası tarafından Alev’in babası Kenan’a kaybedilmiş.

Ali babasının intiharından Alev’in babası Kenan’ı sorumlu tuttuğundan intikam hisleriyle dolu. Konuşmalarından anlaşılıyor. Bu yüzden de malikaneden çıkmamış. Ancak Alev derhal oradan ayrılmasını istiyor. Aralarında geçen atışma sonunda Alev onları terk eder etmez Ali’nin arkadaşı Yalçın söze giriyor:

  • Yamanmışsın be Ali abi. Ben seni çekingen sanırdım. Halbuki zehir zıkkım kelamlar savurdun.
  • Dua etsin ki dayak yemeden defoldu.
  • Abi be ben seni ilim irfan, hesap kitap, ağzı var dili yok sanırdım. Peki ama yarın çıkarsak buradan nasıl çalışırsın? Bunca kitap dosyalar falan filan.
  • Hepsinin canı cehenneme. İnsanlık için çalıştık sokakta kaldık. Atom fiziği de profesörlük de yerin dibine batsın. Adi bir kumarbazın o salak kızına rezil olduktan sonra. Bundan sonra başka bir adam olacağım.
  • Nasıl başka bir adam?
  • Babamı mezara itenlerden daha gaddar daha insafsız. Onun için atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun.
  • Sen alim adamsın abi. Başka ne iş bilirsin ki?
  • Ama öğreneceğim.
  • Neyi öğreneceksin?
  • Kumarbazlığı, itliği, hergeleliği.

Muzaffer Abi sahne biter bitmez, gözlüğünü çıkarıp hafif bir tebessüm içinde bakıyor. Beş on saniye gibi kısa ama anlamı bakımından uzunca geçen bir süreden sonra sessizliğini bozuyor.

“E sen şimdi kumarbazlığı, itliği, hergeleliği mi öğreneceksin?”

“Neden olmasın?

“Yapma yahu, senden öyle şey mi olur?”

“Ülkenin gidişatı ortada abi. Ayak uydurmalı sonuçta, değil mi?”

Dudaklarını büküyor, eliyle “hadi oradan” der gibi bir hareket yapıyor. Nasıl açıklasam bilemedim. Böylesi bir toplumda itibarım daha yüksek olmaz mıydı yani? Bak şu topluma, nelere itibar ettiklerine bir bak? İtlik, serserilik, hergelelik yapanlar mı yoksa namusuyla işinde gücünde olan, etrafına, insanlığa yarar sağlamaya çalışanlar mı saygın? Şu politik temsillere, iş insanı görünümlü soygunculara, bankacı görünümlü tefecilere bir bak. İhale, rüşvet peşinde koşan memur görünümlü bürokratlar, malzemeden, teraziden çalmayı maharet sayan esnaflar, tüccarlar, müteahhitler, dini bütün görünen yobazlar, ‘bir kereden bir şey olmaz’ diyecek kadar alçalmış politikacılar, şarlatanlar, insan suretli şeytanlar… Para, güç mü belirliyor toplumdaki ilişkileri, saygınlığı yoksa insanlık mı? Daha neler sormayı isterdim ama gerek yok işte. İtibarı varmış gibi söylenen ama bir itibarı olmayan cevapları tekrar tekrar dinlemekten usandım. Ama yine de tutamıyorum kendimi, içim içimi kemiriyor. Sormalıyım işte. Dayanamıyorum.

“Muzaffer Abi sen bu ülkeyi nasıl görüyorsun? Şu toplumsal, politik görüntü ne ifade ediyor sana?”

Neyi kastettiğimi çok iyi anlıyor.

“Ya yapma şimdi. Onları niye baz alıyorsun? İnsani değerleri savunanları niye onlarla kıyaslıyorsun? Armutla elma hiç bir olur mu?”

“Olmuyor tabi Muzaffer Abi, olmuyor. Ben kıyaslamıyorum ki! Yani toplumu ele geçirmiş fikirlere, güce bir bak. Onlara bir sormalı. Bakıyorsun bir yanda ağzı laf yapan, ahlakmış, kuralmış gram takmayan, alavere dalavereyi, arka kapı ilişkilerini iyi bilen, çalan çırpan kimseler var. Diğer yanda her şeyi kuralına göre, vicdani, ahlaki kaygılarla yürütmeye çalışanlar. Kaybedenler kulübü. Her şeyi göze alıp yapabilecek namussuzlarla dürüst insanlar nasıl mücadele edebilir? Dürüstlüklerinden yan yola sapmayı aklının ucundan geçirmeyenlerle nasıl olacak bu iş? De bakalım.”

Sessizce çayından bir yudum alıyor. Derin bir nefes çekerek başını kaldırıyor, gözünü gökyüzüne doğru dikiyor. Keyfi kaçtı işte, ne desin?

“Bak bak bir de şu var” diyerek filmin başka bir videosunu açıyorum. Bu sahnede Ali birlikte çalıştığı hocasının yanına gidiyor. Saçını sakalını kesmiş, jilet gibi giyimiyle bıçkın bir delikanlı olarak görünüyor. Belli ki ilerleyen sahnelerde karakteri değişecek. Hocası söze giriyor:

  • Sen bir dâhisin Ali. Seninle çalışmaktan büyük bir gurur duymaktayım.
  • Maalesef çalışamayacağız hocam çünkü ayrılıyorum.
  • Neden? Amerika’ya Cape Kennedy Uzay Laboratuvarına çağırılacağını duymuştum. Oraya davet edildiysen sevinirim.
  • Hayır hocam, bu mesleği bırakmaya karar verdim.
  • Şaka yapıyorsun herhalde. Yaptığın araştırmalar Avrupa’da, Amerika’da hadiseler yarattı.
  • İltifat ediyorsunuz hocam.
  • Ne iltifatı. Sana ilim aleminin yeni Einstein’ı diyorlar.
  • Bundan sonra da serserilik aleminin kralı diyecekler. Meslek değiştiriyorum hocam.
  • Ne mesleği?
  • İtlik, kumarbazlık ve ahlaksızlık mesleği.
  • İyi ama yoruldun Ali. Yaptığın çalışmaları bir değil on beyin kaldırmaz. Biraz dinlensen böyle konuşmazsın.
  • Belki de bugüne kadar aptaldım hocam. Şimdi akıllanacağım. Yo öyle bakmayın delirmiş falan değilim. Yalnız uzay hesaplarını bir kenara bırakıp dünya hesaplarıyla uğraşacağım. İstifa ediyorum, müsaadenizle.
  • İyi ama Ali. Anlayamıyorum, bu kadar mükemmel bir insan böyle karar verebilsin.

Videoyu izledikten sonra ilkinin aksine sessiz kalmıyor. Gözlüğünü eliyle çıkarır çıkarmaz lafı yapıştırıyor: “Diyorsun ki uzay hesaplarını bir kenara atıp dünya hesaplarıyla ilgileneceksin artık.”

“E tabi Muzaffer Abi, bırakıyorum o hesapları. Dünya hesaplarıyla ilgileneceğim artık. Okumuşsun, yazmışsın, onca çalışma yapmışsın, yokluk içinde onca çaba harcamış hayatından feda etmişsin. Ne önemi var? Hem bak şu topluma. Kaç kişi bilimi hayatında şiar edinmiş, kaç kişi bilimsel akla inanmış? İtibar gören hayatlara, ilgi alan konulara bir bak. Yayınlanan televizyon dizilerinden, gazete içeriklerinden, milletin aklına çivilenen toplum temsillerinden, hele hele şu gündüz kuşağı TV programlarından anlaşılmıyor mu durumlar? Ülkenin içinde bulunduğu gerçeklik onlar, bilimmiş, akılmış hepsi hikâye…

Hem öğrenirim bende o işleri. Biraz hisse, döviz, biraz faiz, fon işleriyle para yaparım önce. Nihayetinde o da kumar gibi bu ülkede. Sonra bu üç kâğıt ekonomisine ayak uydurup köşeyi döndüm mü, bir de iktidara yakın işler yuvarladım mı gelsin büyük sermaye yolu. Biraz rüşvet çarkı var tabi, alavere dalavere işler… Kitabına uygun yaptım mı satın alırım her şeyi yürür giderim. O koridorlarda mafya ilişkileri de vardır mutlaka. Ama para, yüksek yerlerde ilişkiler çözer her konuyu. Biraz dürüstlüğünden, inandığın şeylerden ödün vermek gerekebilir tabi. Olsun, kimin umurunda. Sonra politik ilişkiler güzel, para güzel, gelsin itibar, saygınlık. Bir de bakmışsın günün birinde bir üniversite sahibi bile olmuşsun. Al sana dilediğin gibi bilim, film işleri… Hem para var hem üniversite sahibi hem de saygın iş insanı. Bakarsın politik ilişkilerle, işini gördüğün partilerle iş birliği yapıp milletvekili, hatta bakan olursun. Oh yemede yanında yat. Kamu kaynaklarına, halkın malına kolunu daldırırsın, nasılsa ülkede hukuk desen hikâye. Daha da götür, daha da götür… Arkandan biraz savuran illaki olur ama nihayetinde ‘atı alıp Üsküdar’ı geçmişsin’ birader. Söylenseler ne olur?

“Desene ‘itliğin hergeleliğin profesörü’ olacaksın!”

“Yapanlardan bir eksiğim mi var Muzaffer Abi? Hem fena mı olur, ülkenin en saygın kişisi olurum.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz