Dalgıç Aşağı, Kabarcık Yukarı

0
423

Merhaba,

Siz çok daraldığınızda sıkıldığınızda nasıl çözüm üretiyorsunuz? Ben dalarak. Eğer mümkünse gerçekten ya bir kıyıdan ya da bir tekneden sualtına inerek orada huzur ve dinginlik içinde önce kendimi kaybediyorum sonra buluyorum. Eğer bugünlerde olduğu gibi kısıtlamalarımız çoksa o zaman yaptığım keyifli dalışlardan birini düşünüyorum uzun uzun.

İlk bakışta çok karmaşık gibi gelse de aslında dalış malzemesini monte etmek ve kontrol etmek çok basit bir döngüde ilerler, çünkü dalış malzemesi tasarlanırken 2 şeye çok dikkat edilmiştir, parçaların birbirinden farklı şekilde birleşmesi ki böylece bir şeyi başka bir şeye yanlış takamazsınız, ikincisi dalış malzemesi arızaya geçtiği takdirde size hava vermeyi kesmez aksine serbest akışa geçer. SCUBA ekipmanını monte etmek yogaya başlamadan önce matı yere sermek, koşu antrenmanından önce suyu hazırlamak, ayakkabının bağlarını sıkmak gibidir. Malzemeyi hazırlarken ve dalış noktasına yaklaşırken teknede ya da kıyıda dönen geyik de kafayı boşaltmak için birebirdir.

Teknenin kıçında platformun üzerinde malzemeyi kuşanmış suya giriş sırasını beklerken hele de hava güzelse gökyüzünü, az sonra içinde eriyeceğim suyu gözlemlemek, martıları diğer su kuşlarını izlemenin keyfi de başkadır. Platformun ucunda durup açık denize doğru atılan büyük bir adım, ver ardından yavaşça serin sulara süzülüş, kabarcıkların arasından tekrar yüzeye çıkıp, pozitif yüzerlililiği sağladıktan sonra tekneye verilen her şey yolunda selamı ve son bir kontrolün ardından dalgıç aşağı kabarcık yukarı… Nefes verdikçe hiç kımıldamadan derin maviliklere doğru süzülmek, mavi ve parlak yüzeyin giderek uzaklaşması ve her nefesin ardından kabarcıkların dinginlikle yüzeye doğru giderek büyüyerek çıkışı ve en sonunda yüzeyle buluşunca Merkez Bankası kasasına giren para gibi kaybolmasını izlemek…

Sonra su altındaki sakin ancak vahşi yaşamı izlemek… Dalış denince hep renkli canlılarla dolu sular ve coğrafyalar gelir ilk akla, Kızıldeniz, Maldivler, Avustralya kıyıları gibi ama eğer dalışa Akdeniz veya Ege’de başlama ayrıcalığına sahipseniz tüm canlıların kendini göstermekten çok saklamaya kamufle etmeye eğilimli olduğu bu sularda içinizdeki avcılık duygusunu da tatmin edersiniz. Avcılık derken kastım tabii ki sualtı canlılarını avlamak değil, gözlemlemek, keşfetmek, bir kayanın ardına kamufle olmuş bir ahtapotu veya bir süngerin üzerine yapışmış deniz tavşanını, deniz çayırlarının dalgalarla kımıl kımıl yaprakları arasına süzülmüş bir müreni keşfetmeyi ve izlemeyi kastediyorum. Sorumlu bir dalgıç suya sadece kabarcıklarını bırakır ve sadece fotoğraf veya görüntü toplar. Peki su altında nefes almak gerçekten kolay mı? Tabii ki kolay ben bile yapıyorum, sen niye yapamayasın?

Sualtı deyince böyle hep bilinmezlerden, maceralardan, tehlikeli işlerden bahsediyormuşuz gibi geliyor bilmeyenlere ama aslında hepimiz artık kuru havayla solumamız gerektiğini kıçımıza bir şaplak yiyince anlayan kadar maceralarımıza sıvı dolu bir ortamda başladığımızı hep unutuyoruz. Gerçi şaplağın ardından ilk nefesle hava ciğerlere dolarken ağlamamız da belki sudan kopuşumuzdandır. Kısacası topraktan gelip toprağa gitmiyoruz sudan gelip suya dönüyoruz. Sudan gelip suya dönüyoruz ama insanlık tarihinden bu yana aklımız sualtından çok göklerde, dünyadan milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki yıldızların gezegenlerin sırlarının peşine düştüğümüz kadar yaşadığımız gezegenin neredeyse yüzde seksenini kaplayan denizleri, suları ve onun içindeki canlıları merak etmiyoruz. Denize her zaman bir şüphe var içimizde, gerçi denizlerin dalgalı, değişken bir anda farklılaşan yapısı da bu duyguda pay sahibi. Gözümüz hep gökyüzünde ama efsaneler, masallar hikayeler de ya denize bağlanıyor, ya da denizde, ancak deniz yolculuğuyla ulaşılan uzak yerlerde. İş sualtına gelince ise insanlık tarihi boyunca, sığ sularda ve özellikle gıda ihtiyacını karşılamak için daha sonra sünger için kâh nefesini tuta tuta kâh dev bir çanağı suya ters batırıp içindeki havayı kullanarak elinden geldiğince keşfe çıkmış.

Sualtına inmek deyince ilk aklımıza gelen soru “Aşağıda nasıl hava alacağım, havam tükenirse ne olur?” Soruları oluyor çünkü başta dediğim gibi dünyaya sıvıların içinde geldiğimizi hep unutuyoruz. Halbuki tüm memeli canlılar gibi insan aslen suda yaşanmak için oluşmuş gibi, örnek mi? Karada nefes almayı kesersen kısa bir süre içinde beyin ölümün gerçekleşir ve hayatla vedalaşırsın, ancak su altında nefesin durursa memeli refleksin devreye girer ve beyin ölümü yaklaşık yarım saat sonra gerçekleşir.

Sualtı deyince aletli dalış başka bir macera, tek çıplak nefesle dalış ayrı bir macera. Macera dediğime bakmayın her ikisi de çok sakin eylemler aslında, sualtında çıplak nefesinle uzun süre kalmak istiyorsan kalp atışını yavaşlatman yani sakin olman lazım. Aletli yani SCUBA (Self Contained Underwater Breathing Apparatus yani kendi kendi kendine çalışabilen sualtı solunum aygıtı) ile dalıyorsan aklından çıkarmaman gereken 3 basit kural var, nefes al nefes ver, asla nefesini tutma, yüzeye çıkarken kabarcıklarından daha yavaş çık. Bunların dışında aletli dalış eğitiminin ilk başlangıcı ki bu eğitimi bitiren 18 metre gibi ciddi bir derinliğe bir eğitmen veya dalış lideri eşliğinde dalma ehliyetini kazanır, eğitimin her hamlesinde sualtında nefes alabileceğine ikna edilir. Başlangıç eğitiminin temel amacı o dünyaya gelirken popoya yediğimiz şaplakla unutmaya başladığımız becerilerimizi hatırlatmaktır.

İlkler her zaman zor ve farklı tıpkı ilk dalış gibi ilk yazı da hem ikincisinden daha heyecanlı hem daha amatör oluyor tabii. Reportare’deki bu ilk sualtı yazımı sevdiyseniz bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

Reportare · Dalgıç Aşağı, Kabarcık Yukarı… | Tamer Durak