“Erkekle aşk arasında bir kadın var.
Erkekle kadın arasında bir dünya var.
Erkekle dünya arasında bir duvar var.”
Antoine Tudal
Her şeyden önce iki yüzlüdür…
Mimaride “binaların bulunduğu konuma göre, üstüne gelen yükleri bina temeline ileten, binanın bölümlerini birbirinden ayıran ve yapıları dış etkilere karşı koruyan düşey yapı elemanı” diye geçiyor. Aynı zamanda “yapının dışarıyla irtibatını kesen, yapıyı dış etkilerden koruyan ve mahalleri birbirinden ayıran yapı” elemanı diye de devam ediyor. Veya “bahçe ve benzeri bir toprak parçasını, bir yeri sınırlayan ve taş, tuğla vb. gibi nesnelerden yapılan, eni ve yüksekliği değişebilen engel.”dir. Her iki tarafında da hayat devam eder…
Tıpkı insanın kendi duvarları gibi, yükleri hafifletir, personanı bölümlere ayırabilir ve kendini dış etkilere karşı koruyabilirsin, istemediğin yerlerinin dışarıyla irtibatını kesebilirsin…
İnsanlık tarihinin gerek metafor olarak gerekse gerçek anlamıyla önemli bir yapı taşıdır; mülkiyet ile başlar, mülkiyetin korunması, özel hayatın korunması, tehditlerin önlenmesi, tehditlerin hapsedilmesi için elzemdir. Çin Seddi, Hadrian Duvarları, Berlin Duvarı gibi kült olanları vardır. Kudüs’de Ağlama duvarı vardır.
Ağlarsın, duvar yakılıp yıkılışını, esir alınmanı, kendini sürgün edip uzaklaşmanı hatırlatır. Hatıralarını tazeler, öfkeni biler. Güçlü olmanın ve kaybedişin simgesidir…
Her duvarın ister bahçe, ister kale, ister hapishane ister oda olsun kapısı vardır, penceresi olmasa da…Çünkü duvar bir çok sebepten dolayı aynı zamanda geçirgenliğe izin vermelidir. Çoğu duvar kalın da olsa ses geçirir. Çevrelediği alanın kıyısıdır, köşesidir. Kıyıdan, köşeden dışarısını duyarsın.
Kapı duvarın en zayıf yeridir. İstediğin kadar duvar ör, mutlaka zamanı geldiğinde aralanacak bir kapı olacaktır kah senin çıkman için kah bir başkasının girmesi için…
Her duvar kendince engeldir, set koyar, geçmene izin vermez ve/veya geçişini zorlaştırır. Yeri gelir kızar, öfkelenirsin…
Buna mukabil; önünde bir duvar varsa oturur, sırtını duvara yaslarsın, sırtını sağlama alırsın. Duvara yüzün dönük oturmazsın. Duvar güven verir, kendi duvarlarını daha rahat indirirsin…İnsan ilişkilerinde hep yakınılır, “duvara mı konuşuyorum”, “sanki duvarla konuşuyorum” diye, duvar karşısındakini konuşturur…Duvar duyar, dinler, düşünür…Ama konuşamaz, bırak konuşmayı bağırsa da sesi duyulamaz, geçirgenliği tek taraflıdır. Duvar kimi zaman sese, kimi zaman bir gülüşe engel olur. Söylenemeyen, dile getirilemeyenin yankı odasıdır. Her şekilde hapseder…
Kabuklu hayvanlar için kabuğu, kabuğu olmayan deniz canlıları için terk edilmiş bir kabuk, fil, gergedan gibi kimi hayvanlar için kalın derileri, kimi hayvanların postları, kirpinin dikenleri bir nevi duvardır.
İnsanın doğuştan gelen bir duvarı yoktur, teni incedir, sivrisinek sokar, güneş yakar, bıçak keser… Zamana karşı dayanıksızdır ten, kırışır, yaşlanır…Ama ten hatırlar…Kendi hafızası vardır. Onun için insan kendi duvarını kendi örer…
Duvar yaşamın her yerindedir. Evde, sokakta, tarih kitaplarında, şehirde, kırsal alanda…Her duvar, zaman içerisinde takip ettiğimizde bizi bir şekilde yıkıma götürür, barışla, zamanla, geçerliliğini yitirmesiyle. Yıkılan her duvarın yerine yenisi yapılır. Başka zamanda, başka sebeplerle.
Her ilişkide de aynı süreç işler, duvar, yıkılır, yenisi yapılır, yıkılır…Başka zamanlarda, başka sebeplerle, başka kişilerle…
Yaşadığın coğrafya duvardır, ekonomik anlamda, toplumsal anlamda, sosyal anlamda, kültürel anlamda, düşünsel anlamda seni sınırlar. Etnik kimliğin, cinsel kimliğin, tüm kimliklerin duvardır. Senin için de, karşındaki için de.
Bazen insan ilişkilerinde doğduğun coğrafya ve kimliğin yüzünden duvar örmek zorunda kalırsın. Bazen duvarın içinde kendin olup, dışarıda “onlar” gibi olmak zorunda kalırsın. Duvar acıdır…
Duvar kışkırtıcıdır… Var olma sebebinin dışında karşısına geçen kişinin ontolojik kaygılarını, iz bırakma isteğini kıştkırtan büyük bir tuvaldir. Elinde boya kalemleriyle her çocuğun gözlerini parlatır, ilk gençlik yıllarında kendini var ederken öykündüğü, benzeşmeye çalıştığı, aidiyet duyduğu simgelerin kimi zaman poster, kimi zaman bir kartpostal kimi zaman tuttuğu takımın bayrağı, kimi zaman okulunun flamasını astığı ve her gün onlar üzerinden kendine baktığı yerdir. Kimi zaman tablo, kimi zaman sevdiklerinin resmi asılır. Kimi zaman tuvalet duvarıdır yaşayamadığı, sakladığı veya örtmeye çalıştığı cinselliğinin yazıyla dışavurumu için bir araçtır. Kimi zaman kamusal alanda toplumsal, siyasal aidiyetini, tepkisini, durduğu yeri, hayata bakışını, haykırışını bazen sadece yazıyla, bazen stencil, bazen elinde sprey boyası grafitiyle, bazen erketeye yatmış dava arkadaşının güvencesiyle afiş yapıştırarak ifade ettiği ve başkalarıyla dolaylı iletişimi için bir araçtır. Kimi zaman “Ahmet Ayşe’yi seviyo…” naifliğinde, yalınlığında; bu dünyadan bir Ahmet geçti, bilmeseniz, görmeseniz, önemsemeseniz de ve o da sizler gibi sevdi, hatta en çok o sevdi…Ben de varım, ben varım çığlığı için bir fondur. Başkalarıyla, başkalarına göre boyanır, çizilir, yeniden şekillenir. Farklı görünür.
İnsanların duvarları da yalın, sade değildir. Dışarıdan bakan herkes başka bir şey görür, kimi zaman kendinin yansımasını kimi zaman karşısındakine göre belirlediği farklı bir personasını..Duvar karşısındakine göre şekil değiştirir…
Duvar zamana karşı dayanıklıdır ama aynı zamanda bize zamanı ve devinimi gösterir… Saat duvara asılır, duvardaki resimler eskidikçe zamanın acımasızca geçtiğini gösterir. Zamanla duvarın sıvaları dökülür, çatlaklar oluşur, kirlenir, yosun tutar, duvar zamana dönüşür. Duvarda saat olmasa da yalnızca duvara bakarak zamanın geçtiğini anlarsın. Diğer yandan duvar zamanla bağlantılı olarak hızın ve devinimin somutlaşmış halidir. Otomobille, motosikletle, otobüsle, trenle ufuk çizgisini görebildiğiniz boşlukta hızı ve zamanı anlamak zordur. Görüş mesafesi uzadıkça hareket hızını algılamak zorlaşır. Hızı anlamak için duvar boyunca, duvara paralel gitmeye ihtiyaç vardır.
İnsanın duvarlarının da zamanla benzer bir ilişkisi vardır. O da zamana dönüşür, zamanla dönüşür. Yaşlandıkça korkuların azalır, beklentilerin azalır, kırılganlığın geçer. Ağırlaşır, yavaşlarsın hızını görmek için bakman gereken bir duvara ihtiyacın kalmaz. Yaşlılık kendi başına bir duvardır…
Duvar korunaklılığının yanı sıra yalnızlıkla da ilintilendirilir. Kimi zaman mahpus, hücre, kimi zaman kule, kimi zaman zindan, kimi zaman yaşadığın evin, odanın duvarları olarak. Kimi zaman istemli kimi zaman istem dışı. Oysa “dört duvar” arasında üç kişi olur; sen, kendin ve duvar. Kimi zaman kendinle baş başa kalır konuşursun, kimi zaman duvarlarla. Kimi zaman bakışarak anlaşırsın, duvara uzun süre bakarsan duvar da sana bakmaya başlar…
Kendi duvarlarının içinde ise asla yalnız değilsindir; en başta korkuların susmaz sürekli konuşur, duvar korkularını kalıcı kılar… öte yandan duvarın dışında bıraktıklarının sesleri yankılanır, ne kadar kalın da örsen gelir seni bulurlar…Yalnız kalamazsın…
Duvar çoğu zaman merak uyandırır. Arkasında ne olduğunu merak edersin, aşıp aşamayacağını merak edersin. Neden yapıldığını merak edersin. Arkasında kimin evinin olduğunu merak edersin. Özgür olmanın nasıl bir duygu olduğunu merak edersin.
Bazen insanların ördüğü duvarları da merak etsen de aşmamak lazım. Aradığını bulamayacağın, bulduğundan, gördüğünden hoşnut olmayacağın için. Duvar örüldüyse bir sebebi vardır, bazen örülmesi gerekir; bazen örülmemesi gerektiği gibi…
Duvar tehlikelidir…Kimi zaman yüksekliği nedeniyle düşme tehlikesi yaşattığı için, kimi zaman arkasına geçmek suç teşkil ettiği için, kimi zaman arkasında bir köpek olabilir, kiminin üzerinde bir de dikenli tel olur ya da betona gömülmüş cam parçaları, kimi duvarlar yıkılma eğilimindedir, üzerine “Dikkat Yıkılabilir” yazısı asarlar…
Duvar tehlikelidir, zorla yıkarsan sen veya karşındaki altında kalabilir…Birinin duvarlarını yıkmak onu korumasız bırakmak demektir. Yıkmadan önce senin duvarlarının onu da koruyabileceğini bilmen gerekir.
Duvar semboliktir…Bazen bir nehir, bazen bir deniz, bazen mesafeler, bazen para, bazen kariyer, bazen alışkanlıklar, bazen konfor alanı, bazen çaresizlik, bazen dil duvar işlevi görür.
Çoğu zaman sessizlik en kalın duvardır, kimi zaman gözler, kimi zaman seçilen kelimeler, kimi zaman bir bakış, beden dili, ellerin duruşu…En çok da aynı “şey”e bakıp, farklı “şeyler”görmek…Özlem bir de…
Bazen görünmezdir… Fransızca “Saut de loup” adı verilir ancak daha çok “ha-ha” veya “a-ha” olarak bilinir. Duvar ufuk çizgisini görmeye engel olmasın, sınır gözükmesin istendiğinde peyzaj içine hendek şeklinde tersine bir duvar yapılır. Engel görevini yine yapar ancak ufku sınırlamaz, manzarayı genişletir. Sınırlı alanı sınırsız gösterir.
Görünmez duvar tehlikelidir. Aldatıcıdır. Kişinin duvarları karşısındakini engellemek için olmalıdır, yanıltmak için değil. Duvarlarının görülmesi dürüstlüktür. Şeffafmış gibi davranmak değil…İnsan kendi duvarını görmez. Karşınızdaki sizi anlamadığında, kendinizi ifade edemediğinizde görünür olur. Bazen yıkılmaz çünkü yoktur, var olduğunu sanırsın.
Duvar perspektife göre şekil değiştirir. Düz bir kağıda ufuk çizgisini çizip, kaçış noktasını ve/veya noktalarını yerleştirdiğinde bakış açısını oluşturursun. Durduğun noktaya ve göz hizana göre duvarlar genişler, daralır, uzar, kısalır…
Duvar içinde yaşayan bir organizmadır. Ruh haline, söylenenlere, içinde bulunduğun ortama, en çok da karşındakine göre genişler, daralır, uzar, kısalır…Karşındaki kaçış noktasıdır…
Duvar kafa karıştırıcıdır…Hangi tarafı içerisi hangi tarafı dışarısı, ne tarafının özgürlük olduğu kimi zaman birbirine karışır. Kişiye, zamana, konjonktüre, bakış açısına göre değişir. Kimi zaman özgürlüğü kısıtlar kimi zaman özgürlük alanı yaratır. İç ve dış kavramı alan ölçüsüne göre belirlenir, dar olan yer iç, geniş olan yer dıştır. En kendin olduğun yer duvarların içidir, en özgür olduğun yer de.
Kimi zaman seni içeri kapatır, kimi zaman başkalarını dışarıya…Kimi zaman iç senin olduğun yer, kimi zaman karşındakinin olduğu yerdir. İçeri girmek için dışarı çıkman gerekir.
“Şu duvarların dili olsa da konuşsa” derler, duvarların dili vardır, konuşur, anlatırlar, dilinden anlamak gerekir. Dilinden anlamıyorsan üzerindeki şeylerden anlayabilirsin. Mesela duvarda kalmış, boynu eğri boş bir çivi çok şey anlatabilir.
Bazen duvarı yıkmakla uğraşmak yerine dinlemek gerekir. Dinlemek ve anlamak. Dilini çözmek. Dilini çözer ve anlarsan yıkmaya gerek kalmaz. Yoksa boşuna kafanı duvarlara vurursun…
Mezarlıkların da duvarları olur. Sanki ölüm en aşılmaz duvar değilmiş gibi. Mezarlık duvarı güvenliğin yanı sıra ölümle hayat arasında bir sınır çizmek için örülür. Mezar taşlarını görmeyelim, günlük hayatta ölümü hatırlamayalım diye.
Duygular ölmez ama dört tarafını duvarlarla çevirip, mezarmış “gibi” yapıp, bir kenarda unutmaya bırakabilirsin. Ölmüş “gibi” yapıp, yasını tutabilirsin. Duvar; kendi içinde duygularınla arana set çekendir.
Her duvar bir sınırdır ama her sınır bir duvar değildir…