Ateşten girip animeden çıkacağım birazdan hazırlanın. İster kahvenizi tazeleyin, ister koltuğunuzda geriye yaslanın! Blue Eye Samurai uzun yıllardır beklediğim tarzda, inanılmaz lezzetli hikâyesi ve karakterleriyle beni çok etkileyen, Japon kültürünü ve tarihini eleştirel dille ortaya koyarken sizi avucunun içine alan müthiş bir kült görsel şölen olarak önüme düştü.
Platform tabanlı eğlence dünyamız, çok ışıltılı ve renkli gözükse de, o caf caflı afişlerin arkasındaki yapımlar bir süredir tatmin edici gelmiyordu. Oysa Blue Eye Samurai şu an benim açımdan, tüm “öfkemin dindirilmesi için gerekli olan” ihtiyaçlarımı karşılayan bir “hayal kaçamağı dünyası” oldu. Çok spesifik bir tanımlama gibi duruyor da, aslında öyle değil. Gayet net, bir şeylere çok kızdığınızda masadaki tabak çanağı elinizin tersiyle sıyırıp atarsınız ya hani, hah işte bu anime de bende o hissi uyandırdı. Uzunca bir süredir bu kadar vahşi ve kanlı olmasa da, en azından yüzüne tükürmek istediğim bazı endamı insan suretinde, içi iblis kıvamında olan müsveddelere karşı biriktirdiğim tüm nefret duygularımı tatmin etti.
Hikâyesini çok detaya girmeden anlatamam, anlatırsam da henüz izlememiş ama niyetli dostların tüm iştahını kaçırabilecek spoiler verme ihtimalim çok yüksek olduğundan yuvarlak bir cümle kuracağım; ezilen, dışlanan, aşağılanan Mizu’nun, kör kılıç ustasının (swordmaker – demirci/kılıç döven usta) yanına sığınıp büyürken, hem hayat yolunu çizeceği felsefeyi oluşturması, hem de yetilerini geliştirirken, her şeyden sorumlu tuttuğu adamın peşine düşerek intikamını alma vakti yaklaşırken, bu uzun yolda ona yoldaş olanlar, onu öldürmek için hınçla saldıranlar ve dolaylı olarak onu ilgilendiren, yolları kesişen herkesin başına gelenler diyebilirim. Biraz kısa oldu farkındayım, hatta uzun zamandır da hakkında ballandırarak, sayfalar boyu yazmak istediğim bir izlence ya da okuduğum bi’şiler çıkmamıştı ama başta da dediğim gibi spoiler vermeden Blue Eye Samurai anlatılmaz, lezzetli olmaz, gözleriniz yaşarmaz, parmaklarınız hınçla kilitlenip, tırnaklarınız avuçlarınıza batmaz…
Kısa bir dizi olduğu için her saniyesini göz kırpmadan izleyeceğinize eminim. Başladığımdan beri, “bitmesin” mantığıyla azar azar izliyorum, başka bir şeylere geçiyorum, sonra kaldığım yerden de değil, birkaç dakika gerisinden başlıyorum ki o ruh haline, heyecana yeniden yükselebileyim diye. Hatta sizlere bu yazıyı yazarken henüz son bölüme başlamadım. Acilen yazmam gerekiyor modunda oturdum bilgisayarın başına ve finalde neler olacağını da bilmiyorum.
Biraz da kamera arkasından bahsedeceğim; Amber Noizumi ve eşi Michael Green’in hayal dünyasından çıkan hikâyenin büyüsü, belki de Amber Noizumi’nin Asya kökenli oluşundan kaynaklanıyor. Kültürü ve tarihsel kırılımları biliyor ve topluma etkisini de analiz edebiliyor. Üstüne bir de Michael Green’in yazar ve yapımcı olacak imza attığı fantastik evrenin sağlam işlerini de eklersek, karı koca karşılıklı oturup tavla oynamak yerine yarattıkları karakterleri konuşturup kurguyu da yemek sofrasında yapmış olmaları muhtemel. Bu arada linklere tıklamaya üşenenler için not; Michael kardeşimiz, X-Men serisinden Logan’ın yazarlarından biri!
Bu arada anime olduğu için seslendiren ve karakterlere gerçek anlamda can veren sanatçıları anmazsam büyük haksızlık ederim. Mizu’ya hayat veren Maya Erskine tecrübeli bir dublaj sanatçısı ve yaşına göre çokça filmde, animede rol almış bir oyuncu. Tonu, karaktere olan katkısı ve başarısı tartışılmaz.
Dublaj sanatçılarını seslerinden tanımanız biraz güç olabilir ancak fotoğraflarını gördüğünüzde çok tanıdık geleceğine, bazılarınızın ise direkt tanıyacağına emin olduğum çokça isim var, ilki; George Takei, nam-ı diğer Hikaru Sulu. Bizim Sulu, hani siyah beyaz televizyon ekranlarında ağzımız açık seyrettiğimiz Uzay Yolu (ergen modunda dolaştığıma bakmayın, bildiğiniz yaşlıyım işte!) dizisinin çekik gözlü, arada bir hayretle gözlerini açan, her daim problem çözen adam ya hu! Yapım aşamasında 3, çekilmiş ve yayınlanmış 245 rolün sahibi! 245 diyorum, gerek dublaj ve anlatıcı, gerekse oyunculuk olarak adamın gezinmediği evren yok! (Sulu diyorum, Atılgan diyorum, ışık yılı ışık yılı emeği var diyorum!) Dizinin önemli karakterlerinden birisi olan Akemi’nin akıl hocası, öğretmeni, onu yetiştiren kişi Seki suretindeki üstadı saygıyla selamlıyorum.
Bir iki isim daha vereceğim, çok sıkıldıysanız buradan sonrasını okumasanız da olur! OLMAZ, OLAMAZ, buraya kadar okuduysanız emeğe, yaşlıya, yazara saygı diyerek okumaya devam edin işte, az kaldı zaten!
Masi Oka dersem bazılarınız, “o kaaa da değil!” diyebilir, demeyin; Heroes’i bilirsiniz, hani oradaki saf, sevimli, naif, hep şaşkın, çekik gözlü çocuk vardı ya, Hiro Nakamura, işte o. Hayat verdiği Ringo karakterine de bayılacaksınız zaten.
Gelelim bir sürü kötünün arasında bile damıtılmış kötülüğüyle canımızı yakan, şöyle sol omuz başından, sağ böbrek altına kadar verev bir katana darbesiyle ikiye bölmek istediğimiz Abijah Fowler karakterine; dizinin temelini oluşturan nefretin kaynağı, yüzleşilmesi gereken iblis, ayağımızın altında ezmek istediğimiz adam! (yazımın ilk kısmında bahsettiğim dünyevi problemlerimiz, yaşanan felâketler, kötü insanlar, kısaca iblisler için hissettiğimiz o nefret patlamasının müsebbibi olarak hıncımızı alacağımız kişi) Sesinden tanıdınız mı bilmiyorum ama ben tanımamıştım, daha doğrusu o karakter ile özdeşleştirdiğim öyle insanlar var ki, onların sesi kafamın içinde yankılandığından olsa gerek tanıyamamıştım. Dizinin cast listesini açıp da karşımda Kenneth Branagh abimizi bulunca şaşırmadım dersem yalan olur ama sonra fark ettim ki, animenin en güzel yönü olan, hikâyedeki karakterleri seslendirenlere benzetme konusunda çok başarılı olsalar da ben adamcağızı o role koyamamışım.
Meraklıları için oyuncu – karakter eşleşmesini buraya koyayım, benzerlik konusunda kendi kararınızı verirsiniz. Fantastik edebiyat okuru, izleyicisi olanlar sanırım Blue Eye Samurai’yi izleme listesine alacaklardır. Eminim pişman olmayacak ve benim gibi siz de yumruklarınızı sıkarak, arada “Tüh!, Hass… ! “ diyerek, heyecanla izleyeceksiniz.
Gerçek hayatta hissettiklerimizin iz düşümü, hayallerimiz kadar var olduğumuz o fantezi dünyasında, hepinizin, kendisi için sınırsızca kurguladığı bir masalın kahramanı olmasını diliyorum…